16 Ağustos 2013 Cuma

Saltanatla teneşirin arası meğer ne kadar kısaymış...

Dün gece Öteki Gündem programını seyrederken Talha Uğurluer  bir anektodu paylaşır. SultanVahdettin'in kardeşi III. Mehmet Reşat'ın vefatı üzerine Topkapı Sarayına çağrılır ve Sultan Reşat'ı aşağıdaki resimdeki taşın üzerinde kefenlenirken görür ve  "Saltanatla teneşirin arası meğer ne kadar kısaymış... "der. Bu anektod üzerine internette yaptığım bir araştırma sonucunda kenardakinotlar.blogspot.com adresinde aşağıdaki notlara rastladım ve sizlerl paylaşıyorum



Geçen pazar Talha UĞURLUEL'in sunumuyla buraları seyre daldım..
Tabi notlarımı almayıda ihmal etmedim, bakalım neler varmış...



Saltanatla teneşirin arası meğer ne kadar kısaymış...(III. Mehmet Reşat için kardeşi söyler.)

Topkapı sarayı çok büyük olduğundan gezen misafirler yorulduğunda bu taşın üzerine oturuyor ancak taşın hikayesini duyduklarında ise yerlerinden fırlıyorlar... Çünkü bu taşın üzerinde padişahların cenazeleri konmuş o dönemlerde..

Kenarda duran kapaklı kuyuda basit bir kuyudan ibaret değil. Harem-i Hümayün, kutsal emanetler bölümü süprülünce o kıymetli eşyaların tozları çöpe atılmasın, ayaklar altına alınmasın diye düşünülerek burada biriktiriliyor.Tozları almak için kullandıkları süpürge ve küreği görseniz :) küçücük, narin fotoğrafını bulamadım malesef. Gidip görmek nasip olur inşâAllah.

 Has oda..
Kapının girişinde Esselamü Aleyke Ya Rasülallah yazıyor. Odayı çevreleyen mavi şeritte de Kaside-i Bürde şiiri yer alıyor. Odadaki kubbenin göbeğinde, azhap suresinden ayetler, fetih suresinden ayetler var. 
Kabenin örtüsünden de, o zamanlar Osmanlı sorumlu olduğu için değiştirilen örtülerin bir kısmı bu odanın duvarlarını süslüyor..
Padişahların şaşaalı saltanat koltukları yokmuş bizim bildiğimiz gibi :)
Bir kenara gece yatak seriliyor, gündüzde padişah minder üzerinde ülke yönetiyormuş.
Has odanın öğrencileri olurmuş o dönemler... Önce padişahın yanında öğrenci olup eğitim görür, daha sonrada evlenip yönetim biriminde yer alırlarmış.



Altın sandık içerisinde, altın çekmecede, altın telle işli yeşil mendil içerisinde mübarek Hırka-i Saadet muhafaza ediliyor.
Yavuz Sultan Selim mısır seferinde getirmiş... Hırka-i Saadet dairesinde, 24 saat kesintisiz Kuran-ı Kerim okunuyor. 40 hafız tarafından. 40. hafız o zamanlar Yavuz Sultan Selim'miş.





Haçova Meydan Muharebesinde, Hırka-i Saadet başlar üzerinde taşınıyor III. Mehmet zamanında.  Savaşta kötü giden birşeyler olmaya başladığında asker tedirgin olur, Hoca Saadettin III. Mehmet'e gelerek "Hırkayı omuzunuza alınız" der.
Dağılan osmanlı toplanır ve meydan muharebesi Allah'ın izniyle kazanılır..







* Osmanlı tarihinde pek iyi bilinmeyen, ancak en çok hayır yaptıran kişi Rüstem Paşadır..

 Sancak-ı Şerif.. Bizzat Peygamber Efendimiz’e (a.s) mahsus olan Sancak-ı Şerif ise Ukab ismini taşır. Harpler sırasında Sancak-ı Şerif, Sancak Alayı denilen bir törenle saraydan çıkarılır, orduyla birlikte sefere giderdi. Bu sırada seyyidlerden oluşan bir cemaat tarafından yanı başında gece gündüz Fetih Sûresi okunurdu.






 
Kadem-i Saadet: Sahabe Efendilerimiz, Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) o kadar düşkündü ki, mübarek ayak izleri bir yerde kalsa, O'nu alır ve muhafaza ederlerdi. Bu kademi korumak için yaptırılan altın kapaklı muhafazayı 2.Abdülhamid Han yaptırmış. Kapağına da şunu yazdırmış: 
“Senin mübarek kademin, yeryüzüne değmeseydi, 
hiç teyemmüm insanı temizler miydi ?”

Muhteşem...

*Padişahlar ordu ve halkın başından ayrılıp hacca gidemedikleri için rasülullah(s.a.v)'in kabir toprağından getirtiyorlarmış haplar şeklinde.
O zaman için hacca gitmek ne kadar uzun sürüyordu kimbilir..

*İmam- Azam birgün yolda yürürken, arkasından insanlar şöyle der:" İmam efendi hergün yatsı namazının abdestiyle sabah namazını kılarmış..."
 Bunu duyan İmam-ı Azam, bu geleneğini hergün yapmazken, insanların kendine olan muhabbetlerine layık olmak adına bu adetini hergün devam ettirmiş..

*Fahrettin Paşa Medine'dedir.Osmanlı sınırları içerisinde son zamanlarıdır Medine'nin.. Kutsal emanetler trenle İstanbul'a getirtilir. 1914 Dünya harbi...
1916 nın sonundan 1919 yılının başlarına kadar Medine, İngiliz destekli Şerif Hüseyin birlikleri tarafından kuşatılmıştır. Bu ağır kuşatma şartlarında Fahreddin Paşa ve Osmanlı askerleri kahramanca bir mücadele sergilemişler ve Medine'yi korumaya çalışmışlardır. Bu müdafaa sırasında ciddi açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalacak ve kumandanlarının emri ile çekirge yemek zorunda kalacaklardır. Müdafaanın son günlerinde İngilizler sinsi bir plan neticesi Medine'ye girmeye muvaffak olurlar. Askerlerimiz esir edilecektir. Fahreddin Paşa ve askerlerimiz Medine'den ayrılırken, bir yandan göz yaşı dökmekte, bir yandan gözlerini ikide bir geriye çevirerek Efendimiz'in yeşil kubbeli türbesine bakmakta ve bir yandan da bu şiiri seslendirmekteydiler. Bu şiir, kuşatma altında, Fahreddin Paşa'nın ihtiyat mülazımı İdris Sabih Bey tarafından yazılacaktır.

Bir Ulü'l-emr idin emrine girdik
Ezelden bey'atli hakanımızsın
Az idik sayende murada erdik
Dünya ve ahiret sultanımızsın


Unuttuk İlhan'ı Kara Oğuz'u
İşledik seni göz bebeğimize
Bağışla ey şefi' kusurumuzu
Bin küsür senelik emeğimize

Suçumuz çoksa da sun'umuz yoktur
Şımardık müjde-i sahabetinle
Gönlümüz ganidir, gözümüz toktur
Doyarız bir lokma şefaatinle

Nedense kimseler dinlemez eyvah
O kadar saf olan dileğimizi
Bir ümmi isen de ya Rasulallah
Ancak sen okursun yüreğimizi


Suları tükendi gülaptanların
dinmedi gözümüz yaşı merhamet
Külleri soğudu buhurdanların
Aşkınla bağrını yakmada millet

Ne kanlar akıttık hep senin için
O Ulu Kitab'ın hakkıçün aziz
Gücümüz erişsin ve erişmesin
Uğrunda her zaman döğüşeceğiz

Yapamaz Ertuğrul Evladı sensiz
Can verir canânı veremez Türkler
Ebedi hadimü'l-Harameyniniz
Ölsek de ravzanı ruhumuz bekler

İdris Sabih Bey

ve son.. Biraz karmaşık oldu ama, sürçi lisan affola..
Esselam...

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Bu Bir Osmanlı Savaş Fermanıdır.

Aslında belgelenebilir yada açık kaynaklarda referansa sahip bilgileri bu blogda paylaşmaktayım ancak aşağıdaki hikaye/efsane/gerçek (kaynağa ulaşamadığım için) o kadar hoşuma gitti ki paylaşmadan yapamadım.


Fotoğraf: OKUMADAN GEÇMEYİN....

Yıl 1912, İngilizler Hindistan'ı işgal eder, Raca Osmanlıdan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte sadece 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan'a gönderir. 350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan'da karaya çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar.

Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır diğerleri de savaşta şehit olurlar. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Esir tutuldukları İngiliz gemisi Avustralya'ya geldiğinde, iki Osmanlı Askeri bir yolunu bulup gemiden kaçarlar.

Bir süre sonra, adı Karadeniz Diyarından Menteşoğlu Abdullah olan, baba mesleği dondurmacılığa başlar. Karahisar Diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar.

Avustralya Çanakkale'ye asker çıkarır. Bizim iki Osmanlı Askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar. Biz Osmanlı Askeriyiz ve Avustralya'da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler Alırlar kalemi kağıdı ve yazarlar:

"Sayın Avustralya Başkanı Ekselans Hazretleri, Biz iki Osmanlı Askeri, ülkenizde bulunuyoruz, duyduk ki devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker göndermişsiniz Bundan dolayı iki Osmanlı Askerı olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız. Bu bir Osmanlı savaş fermanıdır. Ekselansların bilgilerine duyurulur. Karahisar diyarından Karadeniz diyarından 

Tarakçıoğlu Mehmet Mentesoglu Abdullah

İki Osmanlı Askeri, Sidney'in 250 km uzağında karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler ve üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı... Çanakkale savaşlarından yaklaşık üç yıl önce, "Yıl 1912, İngilizler Hindistan'ı işgal eder, Hindistan Kralı Osmanlı'dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte Padişah Sultan Mehmet Reşad’ın iradesiyle 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan'a gönderir. 350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan'a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar.

Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır, diğerleri de savaşta şehit olurlar. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz gemisi Avustralya'ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar.



Bir sure sonra,
Avustralya’nın Silver City kentinde Karadenizli Menteşoğlu Molla Abdullah aile mesleği olan dondurmacılık, Afyon Kara Hisarlı Tarakçıoğlu Gül Mehmet’te baba mesleği olan kasaplık yaparlar. Bulundukları ortama ve koşullara uyum sağlamış, çalışkan ve dürüst iki Anadolu insanı olarak tanınarak  çevrelerinden sevgi görürler.
 
1918'de Avustralya Çanakkale'ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar.

Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya'da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler.

Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:

Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri,

Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız.

Bu bir "Osmanlı Savaş Fermanı "dır. Ekselanslarının bilgilerine duyurulur.

Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet,
Karadeniz diyarından Mentesoğlu Abdullah

İki Osmanlı askeri, Sidney' in 250 km uzağında 
Karlıdağlar (Broken Hill bölgesindeki White Rock) denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar.

Ne olduğunu bir turlu çözemeyen Avustralya devletının sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve bölgeye 250 kadar asker gönderirler ve iki Osmanlı askeri araştırılmaya başlanır. Birkaç günlük araştırmadan sonra sıcak çatışma olur

Ve iki Osmanlı askeri bu karlı dağlarda şehit edilir.

İki askerin şu an mezarı Sidney'e 250 km uzakta Karlıdaglar'da ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasak. Avustralyalılar iki Osmanlı askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize Hindistan asıllı diyorlar. Oysa Hindistan'da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok.

Bu bilgi Hindistan büyükelçiliğinin açıklamasından çıkarılmıştır.