6 Mayıs 2011 Cuma

İlk heykel Atatürk zamanında yıktırılmıştı


(1937'de yıktırılan Osman Gazi heykelinden geride bir tek bu soluk resim kaldı.)
Kars'taki heykel yıkımı iyi güzel de, acaba 'ucube' sadece Kars'a mı özgü? Peki Bursa'da Osman Gazi Türbesi'nin baş ucuna dikilen o ucubeyi kim temizleyecek?

Üstelik Çağlayan'da yaptırılan adalet sarayında bir değil, iki ucube birden var. Ayrıca Harvard'da Osmanlı tarihi okutan Prof. Cemal Kafadar'ın Cumhurbaşkanlığı ödül töreninde dikkatimizi çektiği Haliç Köprüsü'nde yapılması düşünülen "altın boynuz" ucubesine kim mani olacak?

"Avrupa'nın en büyük adalet sarayı" diye tanıtılan binanın girişine bakın lütfen. İki kara ucube sizi bekliyor. Bu zebellah gibi kadın heykelleri putperest Yunanlıların Zeus'un eşi dedikleri Themis'e ait. Hadi diyelim hukuku Avrupalılaştırdık, heykelini de alalım dediniz, iyi de, birbirinin benzeri iki adalet tanrıçası ne anlama geliyor, söyler misiniz? Heykel bir şeyi simgeler. Peki iki adalet tanrıçası neyi simgeliyor? Yoksa adalet düzenimizin biri askerî, diğeri sivil olmak üzere çift başlı olduğunu mu? Heykel vazo değildir ki, simetrik olsun diye şuraya da bir tane lütfen diyelim.
(İki Adalet Tanrıçası heykeli dünyada bir ilki başardığımızın fotoğrafıdır.)

Prof. Sami Selçuk'la bu garabeti konuşmak istedim. Bana hemen 'Heykelin gözleri bağlı mı?' diye sordu. Evet deyince, bunun eskimiş bir adalet anlayışını yansıttığını ve heykelin gözlerinin açık olması gerektiğini söyledi. Gözlerin kapalı olması, 'Ben suçlunun kişiliğiyle değil, suçla ilgileniyorum' demekti. Oysa hukuk 'suçluyu tanımadan hüküm verilemez' noktasına gelmiştir diye de ekledi.

Bence Çağlayan'daki 'ucube'lerden hiç değilse birinin (soldakinin) yıkılması şart. Aksi halde bir müteahhit işgüzarlığının bedelini on yıllar boyunca dünyaya rezil olarak ödeyeceğiz demektir.

Peki Osman Gazi türbesinin başına dikilen ucubeyi ne yapacağız? Güya Bursa'nın kurtuluşu anısına 1925'te dikilen anıtta "Türk" askerinin Bursa'yı ikinci defa fethettiği ve "Osmanlı" hükümetinin bu sayede yıkıldığı yazılı. Vur Osmanlı'ya! Şehir Yunanlılardan kurtarılmış ama onların aleyhine tek kelime yok. Anıtta bir de hilali delen ok motifi var. Hilal İslam'ın ve dolayısıyla Osmanlı'nın simgesi. Ok İslam'ı ve Osmanlı'yı öldürüyor yani. Üstelik dikildiği yer de çok anlamlı. Adeta Osman Gazi'nin böğrüne mızrak saplamışlar. Bu mızrağı onun böğründen kim çıkaracak, bu ucubeyi oradan kim kaldıracaktır?

Gelelim asıl konumuza. Bizde açık bir alana dikilen ilk heykelin çok şaşırtıcı bir macerası ve hafızamızı tarumar eden bir yanı var. Şöyle ki:

1) İlk heykel zannettiğiniz gibi Cumhuriyet döneminde değil, Osmanlı zamanında dikilmişti.

2) İstanbul veya Ankara'ya değil, Sivas-Erzurum yoluna dikilmişti.

3) Atatürk heykeli değil, Osman Gazi'nin büst şeklinde bir heykeliydi.

4) Açılışını vali değil, müftü efendi yapmıştı.

Nasıl? Şaşırılacak kadar varmış değil mi? Şimdi isterseniz ayrıntılara geçelim.

Osman Ergin'in "Tarih Dünyası" dergisinde yazdığına göre bizde ilk heykel dikme niyeti 1910 yılında Basra'da doğmuş. Basralılar şehirlerine Mithat Paşa'nın heykelinin dikilmesini istemişler ama Şeyhülislamlık karşı çıkmış. Ancak muhtemelen 1914-1918 yıllarında ilk heykelin dikilmesi Anadolu topraklarında gerçekleşmiş. (Mustafa Kemal Paşa'nın 1923'te Bursa'da yaptığı konuşmada bu "güzel heykeli" örnek verdiğini biliyoruz.)

Hafik ile Zara arasında yaptırılan Osman Gazi'nin büst şeklindeki heykeli 8-10 metre yüksekliğindeki bir sütunun üzerine dikilmişti. Yaptıran, zamanın Sivas Valisi Muammer Bey, yapımına nezaret eden de Zara Kaymakamı Nabi Bey'di. İyi de Vali Bey heykele o kadar meraklı idiyse bunu neden Sivas'ta yaptırmadı? Bilmiyoruz. Muhtemelen halkın tepkisinden çekinerek nispeten ıssız bir yere yaptırmış olmalı; anlaşılan, bir tür kamuflaj yoluna gitmiş.

Daha da garibi, Vali'nin bu ilk heykeli açma işini Sivas müftüsüne havale etmesi. Belki de tepkileri kırmak için açılış bir din adamına yaptırılmıştı. Sarıhatip oğullarından Rauf Efendi adlı müftü açılışı yapıp dönüşte Çarşı Caddesi'nden geçiyormuş. Halk "Taş dikenler geliyor!" sözleriyle karşılamış kendisini. (Osman Ergin'e göre Sivas folklorunda "taş diken" tabiri iyi bir manaya gelmez, kinaye ve tariz yoluyla söylenirmiş.)

Bu 'ilk' heykelin yıkımının Türkiye'de heykel yapımını başlatmak için gayret sarf eden Atatürk'ün iktidarında gerçekleşmiş olması da çok ilginçtir. Heykeli yıktıran da Nazmi Toker adlı bir validir. Emekli jandarma subaylığından valiliğe sıçrayan Toker, yıkıcılığıyla meşhurmuş. Heykeli 1937'de yıktırmış.

Peki neden? Osman Ergin, ilk heykeli dikilen kişinin Osman Gazi olmasını hazmedemeyenlerce yıktırıldığına inanır. Aynı gayretkeşler güzelim tuğraları kırmadılar mı? İzmir'in sembolü olan Saat Kulesi'ndeki Abdülhamid'in tuğraları ile Osmanlı armaları bugün niye yok? Tabii ki, Cumhuriyet işe sıfırdan başladı dedirtmek için. Nitekim kitaplarda 1926'da Sarayburnu'na dikilen Atatürk heykeli "Türkiye'deki ilk heykel" diye geçer.

Şaşırmaya devam. Ne de olsa şaşırmak düşünmektir.

Bir Atatürk heykeli de imha edilmiştir Türkiye'de. Hem de 2005'te.

1980'de Emirdağ'daki askerî garnizon bir ere alçıdan bir Atatürk heykeli yaptırıp belediyeye hediye eder. Heykel Cumhuriyet Meydanı'na dikilir. Ancak Atatürk karikatürü denilebilecek bu heykelin estetik çirkinliği fark edilse de kimse dokunmaya cesaret edemez. Günün birinde tesadüfen ilçeden geçmekte olan "bilirkişiler" bu çirkinliği fark edip heykelin değiştirilmesini isterler. Sonuçta yeni bir heykel yaptırılır.

Buraya kadar pek bir sorun yok. Ancak kaldırılan eski (kötü) heykele kimse dokunmaya cesaret edemez. Köylere teklif edilir, almazlar. Sağda solda bir süre gezdikten sonra belediye, heykele biri zarar verir de başlarına iş açılır korkusuyla 'imha'sına karar verir. Kırılır mı? Hayır tabii ki. Atatürk'ü Koruma Kanunu varken kim cesaret edebilir ki buna? Sonuçta heykel meçhul bir yerde her aşaması fotoğraflanıp belgelenerek ve saygıda katiyen kusur edilmeden 'toprağa verilir'. (Aylin Tekiner, "Atatürk Heykelleri", İletişim: 2010, s. 214-19) Bizde heykelin "ucube"yle akrabalığı epeyce eski anlayacağınız.


Mustafa Armağan
(Zaman, 24.04.2011)