İlk bakışta küçük bir hırsızlık olarak görünen olayın perde arkasında aslında büyük bir istihbarat servisi vardı. Tarih 17 Haziran 1972, beş kafadar sözde hırsızlık maksadıyla Amerika Ana Muhalefeti olan Demokrat Parti’nin merkezine girmiştir. Partinin Washington D.C’de bulunan Watergate Binasına giren sözde beş hırsız, aslında Amerikan 37. Başkanı olan Richard Nixon’un komplo girişimi için mekanda bulunmaktadır. Bahsi geçen skandal, ismini olayın gerçekleştiği Watergate binasından almıştır. Hırsızlık ile maskelenen komplo girişiminin (dinleme) çözümü için Adalet Bakanı olan Elliot Richardson’a başvurulmuştur. Adalet Bakanı Richardson ise Archibald Cox isimli savcıyı olayı aydınlatmak için görevlendirmiştir. Fakat zanlıların ifadelerinin ardından kimlikleri araştırıldığında ülke kamuoyu şoka uğramıştır. Çünkü hırsız olarak binaya giren zanlılar aslında Başkan’ın düşüncesini yansıtan Cumhuriyetçi Parti yanlısı kişilerdir. Başkan ise olayı örtbas etmek için Cox’u görevden almak istediğinde Adalet Bakanı Richardson adeta kendisini savcı için kurban etmiş ve görevden uzaklaştırılmıştır. Gerçekler, Beyaz Saray’dan elde edilen Başkan’ın görüşme kayıtları halka açıklanmaya başladığında ortaya çıkmıştır. Açıklamalar ve FBI-CIA merkezli ifşaların ardından Nixon giderek köşeye sıkışmıştır. Daha fazla halkın baskısına dayanamayan Nixon, Amerika tarihinde ilk ve son olarak Başkanlıktan istifa eden ilk Başkan olmuştur.(1) (2)
8 Şubat 2016 Pazartesi
2 Şubat 2016 Salı
Bedeli Çanakkale'de ödenecektir!
Birinci Dünya Savaşı esnasında garbın ve şarkın en çetin güçleriyle savaşmak zorunda kaldık. Dünya üzerine doğan bu son güneşin, son dinin son koruyucusunun evlatları vatanları, dinleri için kanlarının ve canlarının son demine dek birçok cephede aynı anda birçok düşmanla savaştılar. Kimi zaman gırtlak gırtlağa, kimi zaman süngü süngüye... Bu cephelerden biri var ki, herkesin gözü onda, yüreği onda. Nefesler tutulmuş, savaş başladı, başlayacak. Osmanlı diyarında gençler sıra sıra dizilmiş. Eli silah tutanlar Trablusgarp’ta, Şam’da, Yemen’de çoktan yerini almış. Kaderinde şehitlik mertebesi olanlar çoktan mertebelerine kavuşmuş. Sıra gelmiş gönüllülere. Kimi mektepte, kimi medresede talebe. Çoğu henüz çocuk, çoğunun boyu silahından kısa. Ama hepsi sabırsız, hepsinin çakmak çakmak gözleri. Bir şeyler yapmak istiyorlar ve ölmek, vatanları için ölmek…
Gönüllülerin kaydedildiği sırada bekleyenlerden biri de Mekteb-i Sultânî talebelerinden Mehmed Muzaffer. Üç aylık talimden sonra artık cephedeki yerini almaya hazır hale gelen Mehmed Muzaffer, Mart 1916’da zabit namzedi olarak Çanakkale’ye gönderilir. O, Çanakkale’ye vardığında İngilizler ve Fransızlar tarihlerine bir tokat gibi inen o büyük yenilgilerini almışlar, kaçıp gitmişlerdir.
İmroz ve Bozcaada’da üs kuran düşman, tayyareleri ve gemilerindeki uzak menzilli toplarıyla ara sıra yoklasa da, o gırtlak gırtlağa çarpışılan sekiz ay çoktan geçmiştir. Çanakkale’deki Osmanlı birlikleri ise Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevk edilecektir. Birlikler hazırlanmak ve noksanlarını gidermek üzere emir almışlardır. Mehmed Muzaffer’in bulunduğu birliğin kamyon ve otomobil lastiği ile birtakım malzemeye ihtiyacı vardır. Bu tür ihtiyaçlar ancak İstanbul’dan sağlanabilmektedir. İhtiyaçların giderilebilmesi için askerlerden birinin İstanbul’a gönderilmesi gerekir. Bunun üzerine birliğin komutanı uyanık ve becerikli İstanbul çocuğunu, Mehmed Muzaffer’i gerekli malzemenin temini için İstanbul’a gönderir. Malzemenin temini için lüzumlu paranın kendisine temini için Erkan-ı Harbiye Nezareti’ne yazdığı mektubu da Mehmed Muzaffer'e verir. O yıllarda İstanbul yollarında otomobil veya bir kamyona rastlamak neredeyse imkânsızdır. Bu tür vasıtaların azlığı bu vasıtalara ait alet, edevat ve malzemenin de ender bulunmasına neden olmaktadır. Olanlar ise karaborsadadır. Mehmed Muzaffer İstanbul’a ayak basar basma düşer peşine malzemelerin ve sonunda Karaköy’de bir Yahudi’nin dükkânında istediklerini bulur. Yahudi tüccarla pazarlığını yapar. İstanbul’daki ikinci durağı, alacağı malzemelerin parasını tahsil etmek için Erkan-ı Harbiye Nezareti olur. Harbiye’deki muhatabı yaşlı bir yarbaydır. Yarbay uzatılan belgeyi alır ve okur. Okuduktan sonra Mehmed Muzaffer’e sorar. “Ne alınacak?” Hazır olda bekleyen Mehmed Muzaffer cevaplar, “Otomobil ve kamyon lastiği efendim.” Cevabı alan yarbay “Bana bak oğlum! Ben askerimin ayağına postal, sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun! Haydi, yürü git; insanı günaha sokma. Para mara yok!" cevabını verir.
Beklemediği bu sert ama bizzat hakikat olan cevabı alan Mehmed Muzaffer ağır adımlarla Harbiye Nezareti’nden ayrılır. Bulunduğu birliğin o malzemelere ihtiyacı vardır. Ancak malzemeleri alacak parası yoktur. Komutanı ona güvenmiş, onca arkadaşının içinden onu seçmiştir. Ne yapıp etmeli ama eli boş birliğine dönmemelidir. Ama nasıl yapacak, onca parayı nerden bulacaktı. Bu düşünceler içerisinde Harbiye Nezareti’nden çıkmış Beyazıt Meydanı’na varmıştır. Tam bu sırada durakladı. Aradığı sorunun cevabını bulmuştu.
Koşar adımlarla Yahudi tüccarın dükkânına giden Mehmed Muzaffer tüccara; “Paranın bana ödenme işlemleri akşamüstü bitecek. Ezandan sonra gelip malları alamam, gece koyacak yerim de yok. Yarın öğleden evvel vapurum Çanakkale’ye kalkıyor, yetişmem lazım. Onun için, sabah ezanında geleceğim. Malları o vakte mutlaka hazır edin.” der. Tüccardan “Pekâlâ” cevabını alır. Tam dönmüş uzaklaşacakken geriye doğru dönüp “Altın para vermiyorlar, kâğıt para verecekler.” diye de ekler. Yahudi tüccarın buna da bir itirazı yoktur. Mehmed Muzaffer, Merkez Komutanlığı’ndan tahsis ettiği araba ile bir sonraki günün sabahında Yahudi tüccarın dükkânına gelir. Gün henüz aydınlanmamıştır. Mallar hazırdır ve alelacele araca yüklenir. Alınacaklar kamyona yüklendikten sonra Mehmed Muzaffer elindeki yüzlük kaimeyi Yahudi tüccara uzatır. Yahudi tüccar gaz lambasının sönük ışığında Mehmed Muzaffer’in uzattığı kâğıt parayı alır. Ya bakmaya gerek duymaz ya da çok nadir kullanılan kâğıt paraların gerçek olup olmadığını bilemez.
Mehmed Muzaffer Çanakkale’ye doğru yola çıkan vapurdadır birkaç saat sonra. Yanında kendisinden istenen malzemeler, yüreğinde kendisine verilen emri yerine getirmenin ve birliğine eli boş dönmemenin huzuru... Muzaffer, Çanakkale’ye vardıktan kısa süre sonra birliği Sinâ Cephesi’ne yollanır. Birinci ve ikinci Gazze muharebelerinde en öndeki cengaver Muzaffer’dir. Mehmed Muzaffer Gazze’den geri dönemez. Bu zeki ve becerikli vatan evladı Gazze’de İngilizlere karşı verdiği mücadelede şehit düşmüştür.
Mehmed Muzaffer’in Yahudi tüccara verdiği parayı nerden bulduğuna gelecek olursak. Mehmed Muzaffer önce Osmanlı’da o gün için paraların basıldığı kâğıdın aynısını Karaköy'deki kırtasiyecilerinden temin etmiş, bütün gece çini mürekkebi ve boya ile ilk bakışta gerçeğinden ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmayı başarmıştır. Dönemin "kaime" ismi verilen kâğıt paralarının en büyüğü elli kaimedir. Ancak Muzaffer’in alacağı malzemelerin tutarı bundan fazladır. Bir gecede iki elli kaime çizmeyi yetiştiremeyecek olduğundan olsa gerek Muzaffer’in Yahudi tüccara verdiği para yüz kaimedir. O dönemde basılan kâğıt paraların altında “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye edilecektir” ibaresi bulunmaktadır. Mehmed Muzaffer bunu değiştirerek “Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye edilecektir!” ibaresini yazmıştır.
Yahudi tüccar birkaç gün sonra elindeki yüzlük kaimeyi altın olarak tesviye etmek üzere Osmanlı Bankası’na gittiğinde olayın farkına varır. Zira elindeki para çoktan Çanakkale’de Mehmetçiğin kanıyla tesviye edilmiştir! Yahudi tüccar bu olayı pek mesele etmedi. Ancak olay kısa bir süre sonra tüm İstanbul’da duyuldu. Şimdiye kadar yeryüzünde emsali görülmemiş ve bir daha da görülmesi imkân haricinde olan bu hadise, Şehzade Abdülhalim Efendi tarafından duyulunca, şehzade bir adamını yollayarak Yahudi tüccarı buldurdu. Karşılığını altın olarak ödeyerek aldı. Çok zarif, sedef kakmalı ve içi kadife döşeli bir çekmeceye yerleştirerek İstanbul Polis Okulu’ndaki Emniyet Müzesi'ne hediye etti. Bu değerine paha biçilemez eser, 1917’den 1979’a kadar bu müzede muhafaza edildi. 1970’lerde Polis Okulu’nun Ankara’ya taşınması ile Ankara'ya nakledildi. Bugün Ankara Gölbaşı’ndaki Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü bünyesindeki Belge İnceleme Laboratuvarı’ndaki çelik bir kasada koruma altında tutulan tarihi paranın, Emniyet Genel Müdürlüğünün açmayı planladığı polis müzesinde sergilenmesi planlanıyor. O enfes sedef kakmalı çekmecesi hakkında ise maalesef malumat bulunmamaktadır.
Not: Yazıda bahsi geçen hadise ilk defa, kahramanımız Mehmed Muzaffer gibi kendisi de Galatasaraylı (Mekteb-i Sultânî) olan gazeteci – yazar Ziyad Ebüzziya (1911-1994) tarafından ortaya çıkarılmış ve Lale Mecmuası’nın Temmuz 1984 tarihli 2. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazı, Ziyad Ebüzziya’nın Lale Mecmuası’nda yayınlanan yazısından istifade edilerek kaleme alınmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)