Meclis, önümüzdeki günlerde zina yapan erkeğin altı ayla iki sene arasında hapsedilmesini yasalaştıracak... Bu ceza benim gözüme az göründü ve milletvekillerimize fikir vermek maksadıyla eski kanunlarımızdaki zina cezalarını bir hatırlatayım dedim...
TBMM Genel Kurulu önümüzdeki günlerde bir kanun tasarısını oylayacak, büyük ihtimalle kabul edecek ve bu oylama asırlardır devam eden bir kararsızlığımızı, ‘‘zina cezası’’ konusundaki çelişkimizi nihayete erdirmiş olacak...
Gündemdeki tasarı, mâlum, ‘‘zina yapan kadınla beraber erkeğin de hapsedilmesi’’ hakkında... Adalet Komisyonu'nun hafta içinde verdiği karar Genel Kurul'dan geçince artık sadece zina eden kadın değil yatakta onunla beraber basılan, eski tabiriyle ‘‘aradan kılıç geçmeyecek vaziyette’’ yakalanan erkek de hapsedilecek, altı ayla iki sene arasında hapiste kalacak...
Ama bazı yazarlarımız, her nedense karşı çıkıyorlar bu işe... ‘‘Zina kanuni değil, ahlâki bir suçtur; medeni ülkelerde sadece boşanma sebebi sayılır, yasak edilmiş olmasının gerisinde yatan sebep nesillerin meşruluğunu korumaktır’’ gibisinden sözler ediyorlar... Ben, bu itirazlarını zina cezaları konusunda geçmişteki kararsızlığımızı bilmemelerine bağlıyorum...
İşte, birkaç örnek:
Fatih Sultan Mehmed zina yapandan ‘‘para cezası’’ alır, Yavuz Selim'in sadrazamı Lütfi Paşa zina suçlusu kadının cinsel organının dağlanmasını emreder, Üçüncü Ahmed ‘‘Fazla üzerlerine gitmeyin; tenbih edip korkuttuktan sonra bırakın’’ der... Ama İkinci Bayezid ‘‘Zinacı erkeğin şeysini kesin’’ diye bir kanun çıkartır... Zina yapanın taşlanmasının yani ‘‘recm’’ edilmesinin şeriat emri olduğunun söylenmesine rağmen, 600 senelik Osmanlı tarihinde sadece bir defa, 1680'de uygulanır bu hüküm... Aksaraylı Abdullah Çelebi'nin bir Yahudi delikanlısıyla basılan karısı Sultanahmet Meydanı'nda taşlanarak idam edilir...
Tasarının mimarlarını, en başta Devlet Bakanı Işılay Saygın'ı kutlamamın sebebi de bu... Hiç bir etki altında kalmadan ve modern dünyadaki uygulamaların gözlerini boyamasına izin vermeden böyle bir kanun çıkartarak asırlardır devam eden kararsızlığımıza son vermeleri...
Memleketin bütün sıkıntılarının temelindeki bu en büyük derde deva bulmamızla artık enflasyon da düşecek, terör de bitecek, Susurluk işi de halledilecek, irtica da ortadan kalkacak ve hemen Avrupalılaşacağız... Şükürler olsun!..
Bu resmî küfür belgesini kim sümen altı etti?
Bir koro şefi düşünün... Müzik yapacağı yerde sanatçıların üzerlerine yürüyüp gırtlaklarına sarılsın, Ankara'dan ceza üstüne ceza alsın, hatta görevinden bile alınsın ama bütün bu kararlar ona iki senedir her nedense tebliğ edilememiş olsun! İşte, böylesine inanılmaz bir ‘‘sanat’’ öyküsü...
Kültür Bakanlığı'na bağlı Türk Müziği korolarının şeflerine son zamanlarda bir haller olmuştu... Çoğu, müzik yapmak yerine otorite oyununu tercih ediyordu... Kimisi kendisini ayakta karşılamayan sanatçıyı izinsiz bırakıyor, kimisi koskoca koroyu konser sahnesi yerine içkili gazinolara çıkartıyor, kimisi sanat arkadaşlarının ‘‘tek sesli müzik yapan küçük beyinliler’’ olduğunu yüzlerine karşı hatırlatıyor, kimisi de çek-senet işlerini koroya taşıyordu...
Bakanlık, geçen haftalar içinde korolarda küçük de olsa bir temizlik yaptı ve tiran olmayı sanatçılığa tercih eden şeflerin bazısı görevden alındı ve yerlerine ‘‘müzisyenler’’ getirildi...
Ama işlerin bu kadarla bitmediğini, bazı şeflerin daha başka işler becerdiklerini, meselâ sanatçıların gırtlaklarına sarılmaya, annelerinin yahut babalarının hatırını sormaya merak sardıklarını ben yeni öğrendim...
Samsun Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nda yaşananlar gibi...
Samsun'da senelerdir devam eden bu alaturka maceradan bana gelen bir dosya vasıtasıyla haberdar oldum ve içindeki belgeleri okuyunca hayrete, hayretten de öte dehşete düştüm...
Koronun şefi öteki meslektaşlarından daha değişik bir metod uyguluyordu Samsun'da... Sanatçılara hakaret etmiyor, önce fiziki bir tatbikat yapıyor yani gırtlaklarını sıkıyor, aile mensuplarının ve yakınlarının hatırını sorma faslı bu saldırıdan sonra geliyordu...
İş bakanlığın teftiş kuruluna havale edilmiş, müfettişler şefin bu şekildeki ‘‘sanat oyunlarını’’ defalarca tekrarladığını ortaya çıkartınca peşpeşe ceza yağdırmışlardı: Üstada bol bol kınama verilmiş, aylığı kesilmiş ve en nihayet görevden alınmıştı... Ama koronun şefi Taner Çağlayan'a her nedense bir türlü tebliğ edilememişti bu kararlar... Bir genel müdürün dosyayı sümen altı ettiği ve iki seneden beri orada tuttuğu söyleniyordu...
Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın Samsun'dan geçen hafta kendisine iletilen bu konudaki şikâyet dosyasını inceleyip gereğini yapacağından eminim ama hepsinden önce bir belgeye dikkatini çekmek istiyorum: Personel Dairesi'nden yazılan 17 Ekim 1995 tarihli ve B. 16. 0. PER. 0. 16. 00. 00. 640 (341) 13432 sayılı belgeye... Şefin gırtlak sıkma operasyonu belgede o kadar güzel anlatılıyor ki...
Zina terimleri sözlüğü
Eski hukukta, evlilik dışı bütün cinsel ilişkiler ‘‘zina’’ sayılır... Erkeğin yahut kadının evli olup olmaması önemli değildir; bekârların nikâhsız ilişkiye girmeleri bile zinadır ve suçtur...
İşte, yüzlerce yıl öncesinin zina kavramlarından bazıları...
Zânî: Zina eden erkek.
Zâniye: Zina eden kadın.
Muhsan: Büluğa erişmiş evli erkek.
Gayrı muhsan: Evlenmemiş erkek.
Recm: Zina yapanların taşlanarak öldürülmesi cezası.
Celd: Zina yapan erkek ve kadına ceza olarak uygulanan 100 sopa.
İffet: Zinadan uzak durmak.
Fahşe: Yüz kızartıcı hareket.
Tagrib: Zina suçlusu erkeğe verilen sürgün cezası.
Hîz: Erkeklerle para karşılığı cinsel ilişkide bulunan eşcinsel erkek.
Defter-i hîzân: Hîzlerin kaydedildikleri defter.
Osmanlı'da zina cezaları
TBMM'deki tasarı zina yapan erkeğe altı ayla iki sene arasında hapis öngörüyor ama bu cezalar bence az ve geleneklerimize de aykırı... Milletvekillerimize genel kuruldaki oylama öncesinde ilham verebilmek için eski kanunlarımızdaki bazı zina cezalarını hatırlatayım dedim...
Eğer bir kimse karısını bir başka erkekle ilişkide bulunurken yakalasa ve her ikisini de öldürse o kimse yargılanmaz, diyet istenmez, günah işledi diye cezalandırılmaz (Kanuni Süleyman'ın Zülkadir Ayaleti Kanunnamesi, madde:13).
Eğer evli bir kişi zina yapsa ve yaptığı sabit olsa ve o kişi bin akçalık servete sahipse üçyüz akça ceza alına. Serveti altı yüz akçayse iki yüz, daha aşağı ise servetine göre yüz, elli yahut kırk akça alına (Fatih'in Umumi Kanunnamesi, madde:1).
Eğer avrat zina etse ve zengin olsa, erkek gibi ceza vere (Aynı kanunname, madde:3).
Eğer evli bir kişi zina yapsa ve o kişinin bin akçalık serveti olsa, idam edilmediği takdirde varsa 400 akça ceza alına (Yavuz Selim Kanunnamesi, madde:1).
Avrata ve kıza tecavüz edenin içmeği (erkeklik organı) kesile. Kıza ve avrata zorla nikâh ettiren cebren boşatıla, adamın sakalı kesile ve iyice bir dövüle. Avratla yakalanan idam edile (İkinci Bayezid'in Umumi Kanunnamesi, madde:26).
Destursuz bir konser broşürü
Bu hafta ‘‘Mevlânâ Haftası’’ydı... Devlet erkânı Konya'ya taşındı, birçok yerde sema ayinleri düzenlendi ve bol bol Mevlev; müziği konseri verildi.
Konserlerden biri geçen Pazar günü İstanbul'da, Atatürk Kültür Merkezi'nde'ydi. Ender Ergün idaresindeki Devlet Klasik Türk Müziği Korosu, Hüseyin Fahreddin Dede'nin Acemaşiran Ayini'ni icra etti.
Ben konsere gitmedim, sadece broşürünü gördüm ve broşürdeki garip bir iddia dikkatimi çekti: ‘‘...Bu büyük eserleri daha değişik bir anlayışla saf birer müzik halinde sunma önderliğini de üstlendik’’ deniyordu... Yani Mevlevi ayinleri bugüne kadar sema törenleri dışında hiç bir yerde çalınmamıştı ve öncülük Ender Ergün'ün Dr. Nevzad Atlığ'dan devraldığı koroya aitti...
Hemen, senelerdir sakladığım çuval dolusu eski konser programını salonun ortasına döktüm, Mevlevi ayini konserlerini aradım ve daha ilk anda üç adet broşür buldum: İstanbul Konservatvarı'nın Münir Nureddin idaresinde 1971'in 3 Ocak'ında, 1973'ün 18 Şubat'ında ve 30 Aralık'ında verdiği konserlerin broşürlerini... Münir Bey her üç konserde de birer Mevlevi ayini çaldırmıştı...
Arasam böyle daha bir hayli eski program bulurdum ama, bu kadarı yeter diye düşünüp bıraktım...
Şimdi, Ender Ergün idaresindeki koronun broşürünü hazırlayanlardan küçük bir ricam var: Tevazuyu bu kadarla bırakmasınlar, daha da ileri gidip ‘‘Manda yuva yapmış söğüt dalına’’ yahut ‘‘Tombul memeli gelin’’ türkülerini de ilk defa kendilerinin icra ettiğini söyleyiversinler, iş tamam olsun...
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-279806