İster bir Osmanlı Barışı'ndan isterse mevhum bir Yeni Osmanlıcılık akımından bahsediliyor olsun, konuşanın da anlayanın da tarihin bir tane Osmanlısı olmadığını bilmesi gerekir.
Osman Gazi'den Kanuni Sultan Süleyman'a kadar devam eden evrenin Osmanlısı ve o Osmanlı'nın zaman ve mekân algısıyla II.Mahmud dönemi Osmanlı'sını veya II.Abdülhamid'in Osmanlı'sını birbiriyle bir tutamazsınız. Prens Sabahaddin'in de bir Osmanlıcılığı vardı; Enver Paşa'nın da. Biri adem-i merkeziyetçilikten yanaydı; diğeri kaybedişler döneminde cihan hakimiyeti hayalleri kurabiliyordu.
Şimdilerde Yeni Osmanlıcılıktan bahsedenlerin Osmanlıcılıkları da yenidir. Herhalde birbirinden çok farklı özellikler gösteren tarihî Osmanlı tecrübelerinin hiçbiriyle örtüşmez. Zihinlerinde homojen bir Osmanlı telakkisi oluşturuyor, sonra aslında tarihte hiç var olmamış bu sentezin canlandırılması konuşuluyor. Bu sentez idealize edilmiş bir sentezdir ve elbette teorik tartışma için değerlidir. Dışişleri Bakanımızın güzel ifadesiyle tarih tekerrür etmez, ama ihmal de edilemez.
O sentezi sıkıp tek bir hisse indirgesek, kanaatimce, derin bir mesuliyet duygusu çıkar. Osmanlı -sentezin homojenleştirilmiş Osmanlısından bahsediyorum- anaçtı. Bu duygunun muhatabı yer ve zamana bağlı olarak değişse de varlığının motor gücü sorumluluk duygusuydu. Ekseriyet itibarıyla bu duygu, canlılar ve cansızlar âlemini kapsayan bir soyut varlığa yönelmiş ve öznesinde ıstırap ve dertlenme olarak kendini ortaya çıkarmıştı. Osmanlı'ya yükleyeceğiniz başka hiçbir vasıf onda göreceğiniz her erdemi açıklamaz. Osmanlı'nın yayılma alanlarını imar ederken anayurdunu ihmal etmiş olduğu yönündeki yaygın kanaati de başka bir duyguyla açıklayamazsınız. Liderlik ve yönetme arzusu doğal bir arzudur; ama Osmanlı duruşunu anlamlandıramaz.
Söz konusu Osmanlı sentezinin canlandırılmasından bahsedilecek ise edinilmesi gereken ilk duygu da budur: En geniş daireden en küçük daireye kadar artan bir şekilde kendini hissettiren bir sorumluluk duygusu. Şam-ı Şerif'in arka sokaklarında aç yatan bir Arap fakirini dert edinmeden, Şam yönetimi üzerinde siyasi nüfuz ve etki kurmaktan bahsetmek Osmanlılık değildir.
Doğrusu, sorumluluk duygusu Osmanlı'ya has bir duygu da değildir. Onu bir milletin veya bir ailenin etrafında örgülenmiş bir yönetimin hasrına almak insani ve İslami bir sorumluluğu kısıtlamak olur. Yine de Osmanlı'nın tarihî ve kültürel mirasını devralmış bir milletin evlatlarına o Osmanlı'nın toprakları üzerinde yaşayan insanlara karşı insani ve İslami olanın ötesinde bazı sorumlulukları da vardır.
Bu sorumluluklardan biri söz konusu tarihî derinliğin sentez malzemesi olan Osmanlı arşivlerinin, tapu kadastro kayıtlarının ve mahkeme sicillerinin mümkün olan en yaygın erişime açık hale getirilmesidir. Bu ülkelerin tapuları bizdedir, evet; ama bizde kaldıkları müddetçe Osmanlı'nın torunlarına yakışan sorumluluk yerine getirilmemiş demektir. Sadece Filistin'in tapularının Filistin Yönetimi tarafından on yıllardır istendiği ve bir türlü dijital kopyaların kendilerine devredilemediği bir hengamede hangi Osmanlı sorumluluğundan bahsedebiliriz?
Osmanlı'nın terk etmek zorunda kaldığı topraklarda bıraktığı mirasın korunması yönünde son on yıldır güzel işler yapıldığını teslim etmek gerek. Ancak bu mirasın bilinç boyutu hep ihmal edildi. Balkanlar'daki Osmanlı eserleri üzerine basılmış birkaç kitap, Kudüs'teki Osmanlı mirasıyla ilgili bendenizin birkaç çalışması ve Çamlıca Yayınları'nın özverili çalışmaları dışında elle tutulur bir envanter çalışması bile yapılamadı. Yapılanlar da halka mal edilemediler.
Bizim Osmanlı toprakları üzerinde kurulmuş devletlere ve bu devletlerde yaşayan halklara karşı derin bir sorumluluk duygumuz gelişmediği, bu duygunun gerektirdiği ilmi ve kültürel üretim mekanizmaları harekete geçmediği müddetçe bırakınız Yeni Osmanlı'yı, Eski Osmanlı hakkında bile konuşma hakkımız yoktur.
Kerim Balcı
(Zaman, 19.12.2010)
Osman Gazi'den Kanuni Sultan Süleyman'a kadar devam eden evrenin Osmanlısı ve o Osmanlı'nın zaman ve mekân algısıyla II.Mahmud dönemi Osmanlı'sını veya II.Abdülhamid'in Osmanlı'sını birbiriyle bir tutamazsınız. Prens Sabahaddin'in de bir Osmanlıcılığı vardı; Enver Paşa'nın da. Biri adem-i merkeziyetçilikten yanaydı; diğeri kaybedişler döneminde cihan hakimiyeti hayalleri kurabiliyordu.
Şimdilerde Yeni Osmanlıcılıktan bahsedenlerin Osmanlıcılıkları da yenidir. Herhalde birbirinden çok farklı özellikler gösteren tarihî Osmanlı tecrübelerinin hiçbiriyle örtüşmez. Zihinlerinde homojen bir Osmanlı telakkisi oluşturuyor, sonra aslında tarihte hiç var olmamış bu sentezin canlandırılması konuşuluyor. Bu sentez idealize edilmiş bir sentezdir ve elbette teorik tartışma için değerlidir. Dışişleri Bakanımızın güzel ifadesiyle tarih tekerrür etmez, ama ihmal de edilemez.
O sentezi sıkıp tek bir hisse indirgesek, kanaatimce, derin bir mesuliyet duygusu çıkar. Osmanlı -sentezin homojenleştirilmiş Osmanlısından bahsediyorum- anaçtı. Bu duygunun muhatabı yer ve zamana bağlı olarak değişse de varlığının motor gücü sorumluluk duygusuydu. Ekseriyet itibarıyla bu duygu, canlılar ve cansızlar âlemini kapsayan bir soyut varlığa yönelmiş ve öznesinde ıstırap ve dertlenme olarak kendini ortaya çıkarmıştı. Osmanlı'ya yükleyeceğiniz başka hiçbir vasıf onda göreceğiniz her erdemi açıklamaz. Osmanlı'nın yayılma alanlarını imar ederken anayurdunu ihmal etmiş olduğu yönündeki yaygın kanaati de başka bir duyguyla açıklayamazsınız. Liderlik ve yönetme arzusu doğal bir arzudur; ama Osmanlı duruşunu anlamlandıramaz.
Söz konusu Osmanlı sentezinin canlandırılmasından bahsedilecek ise edinilmesi gereken ilk duygu da budur: En geniş daireden en küçük daireye kadar artan bir şekilde kendini hissettiren bir sorumluluk duygusu. Şam-ı Şerif'in arka sokaklarında aç yatan bir Arap fakirini dert edinmeden, Şam yönetimi üzerinde siyasi nüfuz ve etki kurmaktan bahsetmek Osmanlılık değildir.
Doğrusu, sorumluluk duygusu Osmanlı'ya has bir duygu da değildir. Onu bir milletin veya bir ailenin etrafında örgülenmiş bir yönetimin hasrına almak insani ve İslami bir sorumluluğu kısıtlamak olur. Yine de Osmanlı'nın tarihî ve kültürel mirasını devralmış bir milletin evlatlarına o Osmanlı'nın toprakları üzerinde yaşayan insanlara karşı insani ve İslami olanın ötesinde bazı sorumlulukları da vardır.
Bu sorumluluklardan biri söz konusu tarihî derinliğin sentez malzemesi olan Osmanlı arşivlerinin, tapu kadastro kayıtlarının ve mahkeme sicillerinin mümkün olan en yaygın erişime açık hale getirilmesidir. Bu ülkelerin tapuları bizdedir, evet; ama bizde kaldıkları müddetçe Osmanlı'nın torunlarına yakışan sorumluluk yerine getirilmemiş demektir. Sadece Filistin'in tapularının Filistin Yönetimi tarafından on yıllardır istendiği ve bir türlü dijital kopyaların kendilerine devredilemediği bir hengamede hangi Osmanlı sorumluluğundan bahsedebiliriz?
Osmanlı'nın terk etmek zorunda kaldığı topraklarda bıraktığı mirasın korunması yönünde son on yıldır güzel işler yapıldığını teslim etmek gerek. Ancak bu mirasın bilinç boyutu hep ihmal edildi. Balkanlar'daki Osmanlı eserleri üzerine basılmış birkaç kitap, Kudüs'teki Osmanlı mirasıyla ilgili bendenizin birkaç çalışması ve Çamlıca Yayınları'nın özverili çalışmaları dışında elle tutulur bir envanter çalışması bile yapılamadı. Yapılanlar da halka mal edilemediler.
Bizim Osmanlı toprakları üzerinde kurulmuş devletlere ve bu devletlerde yaşayan halklara karşı derin bir sorumluluk duygumuz gelişmediği, bu duygunun gerektirdiği ilmi ve kültürel üretim mekanizmaları harekete geçmediği müddetçe bırakınız Yeni Osmanlı'yı, Eski Osmanlı hakkında bile konuşma hakkımız yoktur.
Kerim Balcı
(Zaman, 19.12.2010)