1464 yılının ağustos ayının ortasında anlı şanlı Papa II. Pius, İtalya’nın Ancona şehrinde ağır hastalıktan sonra bedbaht ve hüsran içinde öldü. Enea Silvio Piccolomini papalığa ulaştığında sadece 13 yıldır rahipti. 40 yaşının olgunluğuna kadar bir Rönesans adamının hem verimli hem de çılgın hayatının ne gereği varsa yerine getirmişti.
1405 yılında Corsignano’da doğan Enea Silvio Piccolomini, Siena ve Floransa’da parlak bir hümanist eğitim gördü. Latince ve Yunancası mükemmeldi. Birçok dile intibak etti. Alman imparatorluk yönetiminin gözüne girdi. Roma’da ise özellikle kendinden evvelki Papa Calixtus ondan vazgeçemezdi. Piccolomini birinci sınıf bir diplomattı. Avrupa sarayları arasında her manevrayı yürüttü. Baş düşmanı Fransa’ydı ama tabii onlarla Türklerle olduğu gibi savaşamazdı. Rönesans diplomasisinin ustalıklarını kullanmayı tercih etti.
Bir yandan da keyifli bir hayatı vardı. Birkaç gayrimeşru çocuğu oldu. Arada “Lucretia ve Euryalus” adlı bugün bile okunan müstehcen bir roman yazdı. Rönesans’ta bir yönetici adayının sempati kazanması için bu gibi tiyatro ve roman parçalarını kaleme almasının kaçınılmaz olduğu anlaşılıyor. Dillerinin zenginliği ve hitabet ustalığının sonu yoktu.
Fatih Sultan Mehmed’e mektup yazdı, yollamadı
1447’den beri Trieste piskoposuydu. Nihayet 19 Ağustos 1458’de Papa oldu. II. Pius’un başlıca hedefi Türklerdi. Konstantiniyye’nin düşüşünü o da pek unutamıyordu. Haçlı seferlerinin tertibi konusunda bütün Avrupa saraylarının boş vaatleri, ve hükümdarlar arasındaki çatışmaları seyretmekle çılgına döndü. Papa çaresizdi. Vatikan arşivleri ve kütüphanesini zenginleştirdiyse de o şehrin en kalıcı eserleri de ona ait değildir.
II. Mehmed’e gerçekleri tam kavrayamayan bir aydının safiyeti içerisinde bir mektup yazdı. Onu “aqua pauci” yani bir nebze suyla vaftiz olmaya ve cihan hakimiyetini pekiştirmeye davet ediyor, kendisine bütün yolların açık olacağını söylüyordu. Bu mektup yollanmadı. Fakat arşivdeki müsveddeyi Osmanlı tarihçiliğinin en kendini beğenmiş müverrihi Franz Babinger, Fatih’e yazılmış mektup diye ilan etti. Aslında papanın içine düştüğü çaresizlik buhranını, ihtilâcı göstermekten başka değeri yoktur.
Haziran 1464’te Avrupa ordularını ve Venedik donanmasını karşılamak ve takdis edip Türk imparatorunun üzerine göndermek için Ancona limanına ağır hasta biçimde ulaştı. Beyhude bir bekleyişten sonra güya Venedik donanmasının ufukta görüldüğü kendisine bildirildi. Vasiyeti açıktı, ümitlerinin kırıldığı Ancona’ya kalbini gömdürttü, naaşı da Roma’ya taşındı.
II. Pius öğrenilmiş klasik Helen mantığı yanında bağnaz Hıristiyanlığı, politik entrika düzeni içerisindeki çaresizliği ve yeni doğan Reform hareketleriyle mücadelesindeki yenikliğiyle tipik bir Rönesans adamıdır. Yükselen Osmanlı İmparatorluğu ve karşısında gerileyen İtalyan cumhuriyetleriyle, bezgin bir hayatın çaresiz ruhaniliğini II. Pius kadar kimse resmedemez.
İlber Ortaylı
(Milliyet, 14.08.2011)
1405 yılında Corsignano’da doğan Enea Silvio Piccolomini, Siena ve Floransa’da parlak bir hümanist eğitim gördü. Latince ve Yunancası mükemmeldi. Birçok dile intibak etti. Alman imparatorluk yönetiminin gözüne girdi. Roma’da ise özellikle kendinden evvelki Papa Calixtus ondan vazgeçemezdi. Piccolomini birinci sınıf bir diplomattı. Avrupa sarayları arasında her manevrayı yürüttü. Baş düşmanı Fransa’ydı ama tabii onlarla Türklerle olduğu gibi savaşamazdı. Rönesans diplomasisinin ustalıklarını kullanmayı tercih etti.
Bir yandan da keyifli bir hayatı vardı. Birkaç gayrimeşru çocuğu oldu. Arada “Lucretia ve Euryalus” adlı bugün bile okunan müstehcen bir roman yazdı. Rönesans’ta bir yönetici adayının sempati kazanması için bu gibi tiyatro ve roman parçalarını kaleme almasının kaçınılmaz olduğu anlaşılıyor. Dillerinin zenginliği ve hitabet ustalığının sonu yoktu.
Fatih Sultan Mehmed’e mektup yazdı, yollamadı
1447’den beri Trieste piskoposuydu. Nihayet 19 Ağustos 1458’de Papa oldu. II. Pius’un başlıca hedefi Türklerdi. Konstantiniyye’nin düşüşünü o da pek unutamıyordu. Haçlı seferlerinin tertibi konusunda bütün Avrupa saraylarının boş vaatleri, ve hükümdarlar arasındaki çatışmaları seyretmekle çılgına döndü. Papa çaresizdi. Vatikan arşivleri ve kütüphanesini zenginleştirdiyse de o şehrin en kalıcı eserleri de ona ait değildir.
II. Mehmed’e gerçekleri tam kavrayamayan bir aydının safiyeti içerisinde bir mektup yazdı. Onu “aqua pauci” yani bir nebze suyla vaftiz olmaya ve cihan hakimiyetini pekiştirmeye davet ediyor, kendisine bütün yolların açık olacağını söylüyordu. Bu mektup yollanmadı. Fakat arşivdeki müsveddeyi Osmanlı tarihçiliğinin en kendini beğenmiş müverrihi Franz Babinger, Fatih’e yazılmış mektup diye ilan etti. Aslında papanın içine düştüğü çaresizlik buhranını, ihtilâcı göstermekten başka değeri yoktur.
Haziran 1464’te Avrupa ordularını ve Venedik donanmasını karşılamak ve takdis edip Türk imparatorunun üzerine göndermek için Ancona limanına ağır hasta biçimde ulaştı. Beyhude bir bekleyişten sonra güya Venedik donanmasının ufukta görüldüğü kendisine bildirildi. Vasiyeti açıktı, ümitlerinin kırıldığı Ancona’ya kalbini gömdürttü, naaşı da Roma’ya taşındı.
II. Pius öğrenilmiş klasik Helen mantığı yanında bağnaz Hıristiyanlığı, politik entrika düzeni içerisindeki çaresizliği ve yeni doğan Reform hareketleriyle mücadelesindeki yenikliğiyle tipik bir Rönesans adamıdır. Yükselen Osmanlı İmparatorluğu ve karşısında gerileyen İtalyan cumhuriyetleriyle, bezgin bir hayatın çaresiz ruhaniliğini II. Pius kadar kimse resmedemez.
İlber Ortaylı
(Milliyet, 14.08.2011)