İstanbul'un fethinin 559. yıldönümünü mü kutladık, yoksa 576.
yıldönümünü mü? Bakıyoruz takvime ve 2012'den 1453'ü çıkarınca 559
kalıyor. Şu soruyu ekliyorum hemen: Fatih'in cebindeki günlüğünde
Fetih
günü için hangi tarih vardı? Tabii ki Miladi takvimle 1453 değil, Hicri
takvimle 857 yazılıydı. Yani Fatih ve övülmüş askerleri için fetih
tarihi 857'dir.
Hicretin 1433. yılında yaşayan ama bunu idrak etmeyen bizler için 576 '
Müslüman senesi'nin bu müjdelenmiş şehirde yaşandığını düşünmek epeyce zor olmalı, zira
Ahmet Haşim'in "
Müslüman saati" yazısında anlattığı yaklaşan vahamet, bugün kendini Fatih'in safında zannedenleri dahi vurmuş durumdadır.
6. yüzyılda Bodur Denis adlı keşişin yaptığı bir takvimle Fatih'i ve "Fetih ruhu"nu
nasıl anlatabilir ve anlayabilirsiniz ki? Böylece onu, ait olduğu
Hicret düzleminden kopartıp üstelik yendiği medeniyetin dünyasına
kilitlemiş olmuyor musunuz? İyi ama 'bu Fatih' kimin Fatih'idir ve size mesajını bu kadar kilit altındayken nasıl verecektir?
Aynı şekilde Fatih'i Türklüğe sabitlemek ve sadece Türklerin gurur
duyacağı bir büyük hamlenin öznesi yapmak da onu, gerçekte ait olmadığı
bir başka hapishaneye sokmak olacaktır.
Fatih soyu itibarıyla elbette
Türk'tür. Ama ya çevresi? Türk de, Arap da, Rumeli kökenli de, Kürt de,
Afgan da Osmanlı Devleti'ne hizmetleri ölçüsünde değer kazanırdı.
Mesela Fatih'in yetişmesini anlatırken
Molla Gürani adlı
hocasından söz etmeden geçmeyiz ama onun milliyeti üzerinde nedense
durmayız. Bunun gerçek sebebi, ecdadımızın milliyet meselesine bizimki
gibi takıntılı olmamasıdır.
Bu yazımızda Şehzade Mehmed'i sopasıyla
dövdüğü ve Kur'an'ı hatmettirdiği kaynaklarda geçen Molla Güranî'nin
milliyeti ve hayatıyla ilgili kısa bir yolculuğa çıkarmak istiyorum
sizi. Asıl hedefim, Fatih'i, içine sıkıştırdığımız o dar 'ulusal' çerçeveden çıkartıp ne denli kuşatıcı bir bakışa sahip olduğunu gösterebilmek.
Molla Güranî'nin nerede doğduğu konusunda farklı görüşler var. Birçok Osmanlı kaynağı "
Güran"da doğduğunu yazmakta. Ancak Güran neresidir? Tam olarak tespiti mümkün değil. Çağdaşı olan
Sehavî'nin
verdiği bilgiye göre 1410-11'de Kuzey Irak'taki Şehrizor'un Güran
kasabasında doğmuştur. Ancak Güran'ın nerede bulunduğu konusunda
görüşler muhtelif. Bazıları onun İran'daki İsferayin'in bir köyü
olduğunu kaydediyor. Diğer taraftan çağdaşı
Bikaî, Molla Güranî'nin kendisine bizzat Diyarbakır civarındaki Hiler köyünde doğduğunu söylediğini naklediyor.
(Molla Güranî'nin (oturan) Taşköprülüzade'nin "Şakâyık"ında mevcut minyatürü.)
Doç. Dr. Sakıp Yıldız'ın dikkatini Köprülü Kütüphanesi'nde 1119 numara ile kayıtlı
Bikî'nin "
Unvânu'z-Zaman" adlı eserindeki şu ilginç cümle çekmiş: "
Bana söylediğine göre 813 (1410-11) senesinde Hiler'de doğmuştur, ona bağlı olan Gûrân'da değil."
Bu
bilgiden yola çıkan Yıldız, Molla Güranî'nin, Diyarbakır'ın Ergani
ilçesine bağlı Hiler köyünden ve Türk olduğunu iddia ediyor.
O zaman şu soru cevaplanmayı beklemektedir: Neden "
Hilerî" değil de "
Güranî"
olarak isimlendirilmiş, kendisi de imzasını neden bu şekilde atmayı
tercih etmiştir? Bu sorunun tatminkâr bir cevabı verilebilmiş değil.
Geçen kış Diyarbakır'da bulunan
Mehmet Güran adlı torunuyla
konuştuğumda bana Molla Güranî'nin soyunun aslen Türk olduğunu fakat
sonradan Kürtleştiklerini anlatmıştı. Ancak aynı sülaleden
Avukat Mustafa Güran, Arap olduğunu, Diyarbakır'da halk arasında "
Deşt-i Gevran"
olarak bilinen Gevran Ovası'na yerleştiklerini iddia ediyor. Anlaşılan,
bu konuda aile arasında da bir birlik sağlanabilmiş değil.
Köken sorunu her zaman karışıktır. Ancak benim kanaatim, gerek sert ve
bükülmez karakteri, gerekse Şafiî mezhebine mensup oluşu (
ki Sultan
II. Murad'ın arzusu üzerine Hanefiliğe geçmiştir, ancak uzmanlar
kitaplarında Şafiî mezhebine sadık kaldığı kanaatindedir), dolayısıyla Kürt asıllı olma ihtimali yüksektir. 20. yüzyılın büyük biyografi yazarı
Zîrikli de "
Şehrizor ehlinden Kürt asıllı" diyerek Fatih'i yetiştiren hocanın milliyetini belirtmek ihtiyacını duymuştur.
Taşköprülüzade'nin "
Şakâyık-ı Nu'mâniyye"de zikrettiği birkaç fıkra, Molla Güranî'nin karakteri hakkında ipuçları yakalamamızı sağlıyor.
Manisa'da bulunan geleceğin "Fatih"ine
hoca olarak tayin edilen sert mizaçlı ve heybetli Molla Güranî, elinde
değnekle Şehzadenin odasına girer ve emirlerine karşı gelirse onu
döveceğini söyler. Şehzade Mehmed gülünce ilk dayağını "bir güzel"
yer ve kısa zamanda bu eli sopalı hocanın sıkı bir talebesi olur,
Kur'an-ı Kerim'i onun yanında hatmeder. Sultan Murad ise ödül olarak
kendisine paha biçilmez hediyeler gönderir.
Tahta geçince Fatih kendisine veziriazamlık teklif eder. Molla Güranî bu
devletlû olma teklifini, göreve kapısında bekleyenleri getirmesi
tavsiyesiyle nazikçe reddeder. Bunun üzerine kazaskerliğe getirilir ama
orada da rahat durmaz.
Padişaha sormadan tayinlerde bulununca
azledilip Bursa kadılığına atanır. Orada da padişahın gönderdiği şeriata
aykırı bir fermanı, getiren çavuşun gözü önünde yırtıp atınca veya
yakınca, üstüne üstlük getireni de dövünce kadılıktan azledilir.
Bir süre ortalıktan kaybolmak için hacca gider, dönüşte yine Bursa
kadılığına atanır. Hatta onun ilim ve dinin haysiyetini korumaya ne
kadar hassasiyet gösterdiğini anlayan Fatih, bu defa maaşını da artırır.
Ardından Molla Hüsrev'in yerine, bazılarının Şeyhülislamlık dediği
İstanbul kadılığına getirilir (
1462-63; Taşköprüzade'ye göre 5 yıl sonra). Vefatına kadar bu görevinde kalacaktır.
Molla Güranî kendisini kabre koyacakları vakit ayağından tutarak mezarın
kenarına kadar sürüklemelerini ve sonra defnetmelerini vasiyet
etmiştir. Tabii kimse buna cesaret edemez. Mübarek naşını bir hasırın
üstüne koyup sürüyerek kabri başına getirip defnederler. Görenler
cenazenin muazzam bir kalabalıkla kaldırıldığını yazmaktadır.
Kimseye eyvallahının olmaması, kendi hocalarını eleştirmekten
çekinmemesi, Kahire'de bir âlimle mahkemeye düşecek denli sert bir
kavgaya tutuşması, Fatih'e dahi ismiyle hitap etmesi gibi örnekler de
gösteriyor ki, o, karakteriyle adeta 5 asır önce Bediüzzaman Said
Nursî'yi müjdelemektedir.
Mustafa Armağan
(Zaman, 3 Haziran 2012)