Fatih, Doğu ve Batı’nın ortak münevveridir, beş asır sonra insanlığın onu hâlâ hatırlaması bu nedenledir.
15. asrın en genç mareşali ve Rönesans döneminin hem doğuya hem batıya vakıf, iki dünyanın efendisi denebilecek münevveri; Türklerin II. Mehmed’inin (Fatih) sarayında “Roma’dan Üçünçü Roma’ya” sempozyumu yapıyoruz. Topkapı Sarayı, İstanbul’un her yere hâkim, görünüşü itibariyle çok görkemli ama o derecede de mütevazı sarayıdır. Üzerinde kurulduğu Bizantion’u ne III. Roma’nın sahibi Türkler ne de Hıristiyan Romalılar tanıdı ve o ismi benimsediler. Bizantion, Rönesans Avrupası’nın yakıştırdığı bir ünvandır. II. Mehmed bizde kütüphanemizde bulunan kayıtlara göre Homeros’un “İliada”sını rahatlıkla okuyan ve okunanı dinleyebilecek kadar klasik Yunanca’ya hâkimdi. İtalyanca rahat konuşuyordu. Bu iki vasfından döneminin Türk âlimleri, Müslüman bilginler pek söz etmezler, dikkatlerini çekmemiştir, kendisi de bahsetmez; Kritovulos gibi II. Roma’dan Türklere miras kalan eski Yunanca’ya hakim bir tarihçi 1451-1467 yıllarını anlattığı “Istoria” adlı kaynağında söz eder. Her ne kadar İmroz adalı Kritovulos 11. yüzyılın Anna Komnena’sının geleneğini izleyerek muasırı Yunanca’dan çok, eski Helenizm’i kullanmaya gayret edenlerden olsa da Aleksiad yazarı Anna Komnena kadar usta bir üslup sahibi olmadığını edebiyat tarihçileri ifade ediyorlar. Bu 29 Mayıs’ta “Da Roma alla Terza Roma- Birinci Roma’dan Üçüncü Roma’ya” beynelmilel seminerlerin 32.si İstanbul’da toplanıyor. Normalde bu seminer her yıl Roma’nın doğuşu olan 21 Nisan’da Roma’da capitolde yapılır. Bu sene bir istisnai toplantı fetih dolayısıyla yine İstanbul’da yapılıyor ve bunu isteyenler İtalyanlar ve İstanbul toplantılarının dördüncüsü oluyor. Bu sempozyumu Fatih Belediyesi ve Büyükşehir mali yönden destekledi. İtalya Roma Üniversitesi, Romanya Bilimler Akademisi, Rusya Bilimler Akademisi ve Galatasaray Üniversitesi tarihçi ve hukukçuları tebliğlerini sundu. Artık Fatih Mehmed üzerinde görüşler değişiyor. Avrupa’da henüz sokaktaki adam ön yargılarıyla baksa da İstanbul’un fethi yorumlarında faklılıklar var. II. Mehmed Fatih’in hukuk tarihi bakımından asıl önemli yönü Roma hukuk müesseselerinin ve bu hukukun yaşamasındaki payıdır. Bir kere “turkokratia” diye bildiğimiz bu dönemde Hıristiyan tebası üzerinde idari ve adli yetkileri olan ekümenik patriklik özel hukuk alanında Roma hukukunu kullanmıştır. Yahudiler de kendi şeriatını kullanıyordu ve bu uygulamanın gerektirdiği yaptırım gücünü devlet uygulamakla mükellefti. Profesör Pierangelo Catalano; “Konstantinopolis’in fethi Hıristiyan dünyayı üzdü ama İstanbul’da medeniyet devam etti, üstelik Rusya Ortodoksluğu Pasifik kıyılarına kadar bu o olaydan sonra yaydı” dedi.
Doğu’da da Batı’da da böyle aydınlar pek yok
Sultan II. Mehmed, Roma İmparatoru ünvanını önemle kullandı ve o zamanın bütün zorluklarına rağmen Roma başkentinin kısa zamanda imar ettiği ve imparatorluk payitahtı haline getirdiği bellidir. İstanbul’a verilen ünvanlar der-i saadet (saadet kapısı), der aliyye (sublime porte) gibidir ve caput mundi (dünya başkenti) ile eş anlamlıdır. 1466’da Bizans’tan Osmanlı’ya katılan tarihçilerden olan Yorgios Trapezuntos bu ünvanlar ve alametler üzerinde duruyor ve onun bir Roma imparatoru olarak ortaya çıkışını kutsuyor. Zaten hükümdara Hıristyan tebaanın verdiği unvan autokrator, vasileos, vasileos ton vasileon gibidir. İster olumlu, ister olumsuz olarak betimlensin; Fatih, Doğu ve Batı’nın ortak münevveridir, beş asır sonra insanlığın onu hâlâ hatırlaması da bu nedenledir. Fatih’i anarken bu yönleri üzerinde de durmak gerekir. Doğu’ya ve Batı’ya karşı tavrı açık ve önyargısız bir münevverin numunesi olarak gözönüne almalıyız. Zira Doğu’da da Batı’da da böyle aydınlar pek yok...
İlber Ortaylı
(Milliyet, 03.06.2012)
15. asrın en genç mareşali ve Rönesans döneminin hem doğuya hem batıya vakıf, iki dünyanın efendisi denebilecek münevveri; Türklerin II. Mehmed’inin (Fatih) sarayında “Roma’dan Üçünçü Roma’ya” sempozyumu yapıyoruz. Topkapı Sarayı, İstanbul’un her yere hâkim, görünüşü itibariyle çok görkemli ama o derecede de mütevazı sarayıdır. Üzerinde kurulduğu Bizantion’u ne III. Roma’nın sahibi Türkler ne de Hıristiyan Romalılar tanıdı ve o ismi benimsediler. Bizantion, Rönesans Avrupası’nın yakıştırdığı bir ünvandır. II. Mehmed bizde kütüphanemizde bulunan kayıtlara göre Homeros’un “İliada”sını rahatlıkla okuyan ve okunanı dinleyebilecek kadar klasik Yunanca’ya hâkimdi. İtalyanca rahat konuşuyordu. Bu iki vasfından döneminin Türk âlimleri, Müslüman bilginler pek söz etmezler, dikkatlerini çekmemiştir, kendisi de bahsetmez; Kritovulos gibi II. Roma’dan Türklere miras kalan eski Yunanca’ya hakim bir tarihçi 1451-1467 yıllarını anlattığı “Istoria” adlı kaynağında söz eder. Her ne kadar İmroz adalı Kritovulos 11. yüzyılın Anna Komnena’sının geleneğini izleyerek muasırı Yunanca’dan çok, eski Helenizm’i kullanmaya gayret edenlerden olsa da Aleksiad yazarı Anna Komnena kadar usta bir üslup sahibi olmadığını edebiyat tarihçileri ifade ediyorlar. Bu 29 Mayıs’ta “Da Roma alla Terza Roma- Birinci Roma’dan Üçüncü Roma’ya” beynelmilel seminerlerin 32.si İstanbul’da toplanıyor. Normalde bu seminer her yıl Roma’nın doğuşu olan 21 Nisan’da Roma’da capitolde yapılır. Bu sene bir istisnai toplantı fetih dolayısıyla yine İstanbul’da yapılıyor ve bunu isteyenler İtalyanlar ve İstanbul toplantılarının dördüncüsü oluyor. Bu sempozyumu Fatih Belediyesi ve Büyükşehir mali yönden destekledi. İtalya Roma Üniversitesi, Romanya Bilimler Akademisi, Rusya Bilimler Akademisi ve Galatasaray Üniversitesi tarihçi ve hukukçuları tebliğlerini sundu. Artık Fatih Mehmed üzerinde görüşler değişiyor. Avrupa’da henüz sokaktaki adam ön yargılarıyla baksa da İstanbul’un fethi yorumlarında faklılıklar var. II. Mehmed Fatih’in hukuk tarihi bakımından asıl önemli yönü Roma hukuk müesseselerinin ve bu hukukun yaşamasındaki payıdır. Bir kere “turkokratia” diye bildiğimiz bu dönemde Hıristiyan tebası üzerinde idari ve adli yetkileri olan ekümenik patriklik özel hukuk alanında Roma hukukunu kullanmıştır. Yahudiler de kendi şeriatını kullanıyordu ve bu uygulamanın gerektirdiği yaptırım gücünü devlet uygulamakla mükellefti. Profesör Pierangelo Catalano; “Konstantinopolis’in fethi Hıristiyan dünyayı üzdü ama İstanbul’da medeniyet devam etti, üstelik Rusya Ortodoksluğu Pasifik kıyılarına kadar bu o olaydan sonra yaydı” dedi.
Doğu’da da Batı’da da böyle aydınlar pek yok
Sultan II. Mehmed, Roma İmparatoru ünvanını önemle kullandı ve o zamanın bütün zorluklarına rağmen Roma başkentinin kısa zamanda imar ettiği ve imparatorluk payitahtı haline getirdiği bellidir. İstanbul’a verilen ünvanlar der-i saadet (saadet kapısı), der aliyye (sublime porte) gibidir ve caput mundi (dünya başkenti) ile eş anlamlıdır. 1466’da Bizans’tan Osmanlı’ya katılan tarihçilerden olan Yorgios Trapezuntos bu ünvanlar ve alametler üzerinde duruyor ve onun bir Roma imparatoru olarak ortaya çıkışını kutsuyor. Zaten hükümdara Hıristyan tebaanın verdiği unvan autokrator, vasileos, vasileos ton vasileon gibidir. İster olumlu, ister olumsuz olarak betimlensin; Fatih, Doğu ve Batı’nın ortak münevveridir, beş asır sonra insanlığın onu hâlâ hatırlaması da bu nedenledir. Fatih’i anarken bu yönleri üzerinde de durmak gerekir. Doğu’ya ve Batı’ya karşı tavrı açık ve önyargısız bir münevverin numunesi olarak gözönüne almalıyız. Zira Doğu’da da Batı’da da böyle aydınlar pek yok...
İlber Ortaylı
(Milliyet, 03.06.2012)