11 Kasım 1918’de saat 11.00’de Fransa harap olduğu savaşın galibi olarak Compiegne ormanında Almanya ile imzaladığı mütareke ile I. Dünya Savaşı’nı fiilen bitirmişti. Bilahare barış anlaşmaları arasında Versailles’da mağlup Almanya’dan 1870 savaşının intikamı alınmaya çalışılacak ve bu, II. Dünya Savaşı’nı hazırlayan nedenlerden biri olacaktır. Compiegne ormanındaki vagonunda Alman askeri erkanını ateşkes şartlarını dikte etmek için bekleyen Fransız Mareşal Foche, meslektaşı Petain gibi bu sonsuz savaşta mareşalliğe yükselenlerdendi. Savaşın galipleri de mağluplar kadar bitkindi. Milliyetçilik ve milli kin doruğundaydı. Bütün günahların sorumlusu Almanya, Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğu olarak görülüyordu.
Ondan 12 gün evvel, 30 Ekim’de Türkiye İmparatorluğu, Halep ve Musul sınırına çekilmişken barış talep etti. Avrupa’daki müttefiklerinden Avusturya-Macaristan çoktan bitmişti. Avusturya-Alman bloku ile bağlantı da Bulgaristan’ın savaştan çekilmesiyle zaten kopmuştu. Bir hazin durum; uzun cihan harbi boyunca, kendi imkanları içinde en geniş ve uzak cephelerde çarpışan kuvvet Türklerin ordularıydı. Cihan savaşına giriş çözülmez hataların başlangıcıydı; bu çözümsüzlük sonunda çöküntüyü getirdi; bu çöküntüden çıkış için Türk toplumu kaosu ve yeni bir dünya savaşını değil milli mücadeleyi seçecektir. Mütarekeden bir sene sonra aslında Türkiye toprakları, İtilaf Devletleri’nden Fransa’nın Maraş bölgesindeki işgalini sarsmaya başlamıştı. Ordunun direnen komutanları, siyasi ve idari direnişin örgütlenme ağını oluşturmaktaydılar.
Alman toplumu altüst oldu
11 Kasım’da Almanya yenilmişti. Buna rağmen daha mütareke gününden başlayarak Almanya’da muhafazakar çevreler “ordunun gerçekte yenilmediğini, yenilginin Berlin’deki politikacıların beceriksizliğinden ileri geldiğini” yaydılar. Bu gürültüye bir müddet sonra faciayı “komünistlerin ve Yahudilerin hazırladığını” haykıranlar da katıldı. Alman orduları Rusların donanımsız ve eğitimsiz ordularına karşı daha başlangıçta kazandıkları Tannenberg zaferinin sarhoşuydu. Marne ve Verdun’daki Fransa’yı ve Britanya İmparatorluğu’nun üstünlüğünü kabul etmek istemiyorlardı. Yakın gelecekte II.Dünya Savaşı’nı patlatacak yeni Alman politikacılar “her şeyden önce içerideki temizlik” gibi tehlikeli bir maceraya bütün halkı sürükledi.
Savaşın son günlerinde Alman toplumu altüst olmuştu. Zaten hiçbir zaman İngiltere ve hatta Avusturya’daki kadar benimsenmeyen monarşi ve Hohenzolern hanedanına karşı herkesin nefreti artmıştı. Muhalefeti Almanlar uç noktaya kadar götürdü; I. Dünya Savaşı’na girerken Alman işçi sınıfı Leninci Rus Bolşevikleri tarafından Kautsky’nin “büyük ihanet” diye nitelenen tutumuyla yurt savunmasına hakim rejimin siyaseti ve ordularıyla birlikte katılmıştı. Şimdi ise Berlin, Hamburg ve Ruhr havzası şehirlerinde “Raete”, yani Sovyetler teşkil edilmiş; tıpkı Rusya’daki kızıl donanma gibi Alman donanması da Kiel’de isyan etmişti. Sokaklar Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un nutukları, beyannameleri ve ayaklanmalarla sarsılıyordu. Fransa cephesinde yenilen ordu bu sefer aslan kesildi, ayaklanmalar bastırıldı. Alman tarihi uzlaşması da kendisini ortaya koydu. Avusturya sosyalistlerinden daha ılımlı Alman sosyal demokratları Weimar’da cumhuriyeti ilan etti. İktisadi kriz, görülmemiş bir enflasyon, güçlenen komünizm ve olağanüstü gelişen Naziler arasındaki sokak kavgalarıyla 1933’e kadar yaşayan bir cumhuriyetti bu.
Avusturya-Macaristan ayrıldı ve onlara bağlı ülkelerden de Polonya, Çekoslavakya ve mahiyet değiştiren Yugoslavya ortaya çıktı. Bu ülkelerin hiçbiri rayına oturamadı. İç ve dış huzursuzluklar devam etti. İyi niyetli Çekya’yı ise içindeki Alman azınlık, Nazi Almanyası ile işbirliği yaparak mahvolmaya sürükleyecektir.
Biz hâlâ savaşın etkileri ile boğuşuyoruz
Yedi yıl sonra, ekim-kasım aylarında I. Dünya Savaşı’nı bitiren mütarekenin 100’üncü yılı anılacak. Dünyada ilgili kurumlar araştırma, neşriyat ve toplantılar için hazırlığa başladılar bile... I. Dünya Savaşı’nı en yoğun biçimde yaşayan, devlet ve millet hayatında en önemli değişikliği geçiren biziz. Hatırlamak ve itiraf etmek istemesek dahi; hâlâ bu uzun savaşın getirdiği kayıpların ve değişikliklerin etkileri ile boğuşuyoruz. Biz bu uzun savaşa aslında 1912’de Balkanlar’da başladık ve 1922’de Mudanya’da tamamladık. Tarihimiz ve talihimiz nedeniyle II. Dünya Savaşı’na katılmadık.
Birinci Cihan Savaşı biz Türklerin en çok bilmemiz gereken bir dönemdir. Oysa ortada 100’üncü yıl hazırlıklarının hiçbiri yok. Hatta Genelkurmay’daki Askeri Tarih Enstitüsü (ATASE) bu 10 yıl için etkin bir faaliyet programı ilan etmedi. Tarihin yakasına yapışıp hesap soran uluslar pek sıhhatli sayılmazlar. Zira böyle toplumlar aslında tarihi incelemek ve anlamakta fevkalade ilgisiz ve bilgisizdirler. Sadece az bilgiyle çok gürültü yaparlar.
İlber Ortaylı
(Milliyet, 13.11.2011)