Öyle görünüyor ki, Mısır'da bir iktidar değişikliği kaçınılmaz. Dikkatler bundan böyle neler olacağına çevrilmiş durumda. İlginin Mısır'a odaklandığı bu dönemde bir yakın tarih gezisine çıkmaya ne dersiniz?
İngiltere'nin kudretli başbakanı Gladstone, bundan 129 yıl önce Parlamento'da konuşmaktadır. Elinde tuttuğu Kur'an-ı Kerim'i parlamenterlere göstererek şu sözleri söyler: "Bu kitap Müslümanların elinde kaldıkça ve Müslümanlar ona saygı gösterdikçe bizim bu ülkeye hakim olmamız mümkün değildir. Tek çare, onları Kur'an'dan uzaklaştırmaktır."
Gladstone'un sözleri İslam dünyasında şok etkisi yapar. Said Nursi'nin zihnî dönüşümünün de başlangıcını teşkil edecek olan bu konuşma, pek bilinmez ama özel olarak Mısır Müslümanları hakkındadır. Üstelik 1882'de başlayan Mısır'daki İngiliz işgali karşısında tepki gösteren tek kişi Said Nursi değildir. Asıl eli taşın altında olan, devrin padişahı II. Abdülhamid'in de baş düşman olarak hedefine yerleştirdiği isimlerden biridir Gladstone.
İşte Abdülhamid Han'ın, işgal edilmiş olsa bile kendi toprağı olan Mısır'ı teslim etmemek uğruna hangi yollara başvurduğunun ve emperyalizmle diplomasi kanalından nasıl mücadele ettiğinin çarpıcı hikâyesi.
Süleyman Kızıltoprak'ın "Mısır'da İngiliz İşgali: Osmanlı'nın Diplomasi Savaşı" (Tarih Vakfı: 2010) adlı kitabı, nadir rastlanan bir titizlikle Abdülhamid'in İngiltere'ye karşı Mısır'ı nasıl başarıyla savunduğunu gözler önüne seren bilimsel bir çalışma.
Öncelikle şunu teslim etmeliyiz ki, Abdülhamid'in Mısır'ın işgali karşısında verdiği diplomatik mücadele, bu ülkenin sömürgeleştirilmesine yönelik İngiliz politikalarını engellemiş ve geciktirmiştir. İngiltere, Abdülhamid'i anlaşma yapmaya zorlamış, hatta anlaşmanın eşiğine kadar gelinmiş ama Sultan'ın direnişini kırmak mümkün olamamıştı.
Mısır'ın İngiliz egemenliğine geçişinde Urabi Paşa isyanının önemli bir yeri vardır. Abdülhamid bu isyanı engellemek için uğraşıp didinmiş, üst üste heyetler göndermişse de engel olamamıştı. İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti'ni isyanı bastırmaya çağırdı. Ne var ki, burada bir bubi tuzağı gizliydi. Eğer Osmanlı ordusu isyanı bastırırsa emperyalist ülkelerin çıkarları için Osmanlı askeri Müslüman kanı dökmüş olacaktı. Bastıramazsa bu defa da Mısır'daki egemenliği sona ermiş olacaktı. Abdülhamid müdahale etmemeyi tercih edecektir.
Bunun üzerine toplanan İstanbul Konferansı, Abdülhamid'in Mısır siyasetinin ipuçlarını verecektir. Bir kere Abdülhamid, Osmanlı Devleti'nin sorunlarının uluslararası platformlarda tartışılmasına karşıdır. Konferanslar yerine birebir diplomatik ilişkilere önem veren Abdülhamid, 1) Olayı zamana yaymak, 2) Ortaya çıkacak fırsatları yakalamak şeklinde özetlenebilecek bir dış politika izlemeye kararlıdır.
Bunun için de Avrupa dengelerini gözetmek ve bu arada kendisine bir manevra sahası bulmak peşindedir. Ahmet Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik"te tespit ettiği gibi elindeki imkânları ile hedefleri arasında gerçekçi bir ilişki kuran Abdülhamid, kısıtlı imkânlarla büyük idealler peşinde koşmanın bizi evdeki bulgurdan da edeceğine inanır. Bu yüzden Mısır sorununda gerçekçi davranmış, İslam Birliği siyasetini İngiltere'ye karşı sadece caydırıcı bir baskı aracı olarak kullanmaktan ileri gitmemiş, İngiltere'nin müdahale teklifinin bir tuzak olduğunu önceden görmüş ve bir maceraya girmekten kaçınmıştır.
Öte yandan Urabi Paşa'yı isyandan vazgeçirerek gelecekte Hıdiv yapmayı ve böylece Mısır'da Osmanlı nüfuzunu artırmayı da düşünmüş ve ona bir nişan göndererek ödüllendirmiş olan Abdülhamid'in bütün bu çabaları İngilizlerin Mısır'ı işgalini önlemeye yetmedi. İşgalden sonra bu defa Gazi Ahmed Muhtar Paşa "Mısır Yüksek Komiseri" olarak tayin edilmiş ve 24 yıl boyunca bu görevde kalmış, Osmanlı Devleti'nin haklarını Mısır'da savunmuştur.
Nihayet 1887'de İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında bir anlaşma yapılma noktasına varılmıştır. Abdülhamid'in de onayladığı 4 maddelik anlaşmaya göre İngiltere Mısır'ı 1,5 yıl içinde boşaltacak, Mısır ordusunda çok az İngiliz subayı kalacak, bir isyan çıkarsa Osmanlı Devleti'nin müdahale hakkı olacak, dışarıdan bir tecavüze İngiltere ile Osmanlı ittifakı karşı koyacaktı. Nihayet Sudan ve Mısır'ın Osmanlı toprağı olduğu kabul edilecekti. İngiltere bu şartlara itiraz etti ve nihayet bazı maddelerin değiştirilmesini istedi. Buna göre Süveyş Kanalı açık bulundurulacak, İngiltere, bir miktar askeri Mısır'da bırakacak, gerektiğinde yeniden asker gönderme hakkına sahip olacak, askerlerini 3 yıl içinde geri çekecektir.
Osmanlı tarafı Mısır'ın tahliyesini bir takvime bağlamak istedikçe İngiltere ayak diriyor, müdahale hakkının sadece kendilerinde bulunmasını istiyordu. Anlaşma İngiltere'nin aslında Mısır'ı boşaltmaya niyetli olmadığını gösteriyordu. Sultan Abdülhamid anlaşmayı inceledi, yine diplomatik kanallardan anlaşmanın değiştirilmesini sağlamaya çalıştıysa da olumlu bir sonuç alamadı. Mısır'ın resmen İngiltere'nin insafına terk edileceğini gören Abdülhamid, anlaşmayı imzalamayı reddetti.
Sonuç olarak Osmanlı Devleti'nin İngilizlerin Mısır'ı işgalini tanımalarını getirecek olan anlaşmayı reddederek Mısır'ın tamamen İngiliz işgaline girmesine izin vermediğini görüyoruz. Böylece İngiltere'nin Mısır'ı ele geçirip sömürgeleştirmesinin önüne geçilmiş oldu. S. Kızıltoprak'ın tespitiyle söylersek: "Osmanlı Devleti, Mısır'daki egemenliğinden vazgeçmeyerek Mısır hükümetini ve Hıdiv'i İngiltere'ye karşı savunmasız bırakmamış, en azından kolay lokma yapmamıştır."
Abdülhamid'in bu diplomatik direnişiyle Mısır'da Osmanlı egemenliği savaşın çıktığı 1914'e kadar devam etmiş, bu tarihte İngiltere Mısır'ı himayesine almış, 1922'de ise tek taraflı olarak Mısır'ın bağımsızlığını ilan etmiştir.
Pek bilinmez ama Mısır'ın resmen elimizden çıkması, Lozan'la olmuş, Abdülhamid'in 36 yıl önce atmadığı imza Lozan'da atılmıştır. Lozan'ın 17. maddesi şöyle der: "Türkiye'nin Mısır ve Sudan üzerindeki bütün hak ve dayanaklarından feragatinin hükmü 5 Kasım 1914 tarihinden geçerlidir."
Yorum yok.
Mustafa Armağan
(Zaman, 06.02.2011)
İngiltere'nin kudretli başbakanı Gladstone, bundan 129 yıl önce Parlamento'da konuşmaktadır. Elinde tuttuğu Kur'an-ı Kerim'i parlamenterlere göstererek şu sözleri söyler: "Bu kitap Müslümanların elinde kaldıkça ve Müslümanlar ona saygı gösterdikçe bizim bu ülkeye hakim olmamız mümkün değildir. Tek çare, onları Kur'an'dan uzaklaştırmaktır."
Gladstone'un sözleri İslam dünyasında şok etkisi yapar. Said Nursi'nin zihnî dönüşümünün de başlangıcını teşkil edecek olan bu konuşma, pek bilinmez ama özel olarak Mısır Müslümanları hakkındadır. Üstelik 1882'de başlayan Mısır'daki İngiliz işgali karşısında tepki gösteren tek kişi Said Nursi değildir. Asıl eli taşın altında olan, devrin padişahı II. Abdülhamid'in de baş düşman olarak hedefine yerleştirdiği isimlerden biridir Gladstone.
İşte Abdülhamid Han'ın, işgal edilmiş olsa bile kendi toprağı olan Mısır'ı teslim etmemek uğruna hangi yollara başvurduğunun ve emperyalizmle diplomasi kanalından nasıl mücadele ettiğinin çarpıcı hikâyesi.
Süleyman Kızıltoprak'ın "Mısır'da İngiliz İşgali: Osmanlı'nın Diplomasi Savaşı" (Tarih Vakfı: 2010) adlı kitabı, nadir rastlanan bir titizlikle Abdülhamid'in İngiltere'ye karşı Mısır'ı nasıl başarıyla savunduğunu gözler önüne seren bilimsel bir çalışma.
Öncelikle şunu teslim etmeliyiz ki, Abdülhamid'in Mısır'ın işgali karşısında verdiği diplomatik mücadele, bu ülkenin sömürgeleştirilmesine yönelik İngiliz politikalarını engellemiş ve geciktirmiştir. İngiltere, Abdülhamid'i anlaşma yapmaya zorlamış, hatta anlaşmanın eşiğine kadar gelinmiş ama Sultan'ın direnişini kırmak mümkün olamamıştı.
Mısır'ın İngiliz egemenliğine geçişinde Urabi Paşa isyanının önemli bir yeri vardır. Abdülhamid bu isyanı engellemek için uğraşıp didinmiş, üst üste heyetler göndermişse de engel olamamıştı. İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti'ni isyanı bastırmaya çağırdı. Ne var ki, burada bir bubi tuzağı gizliydi. Eğer Osmanlı ordusu isyanı bastırırsa emperyalist ülkelerin çıkarları için Osmanlı askeri Müslüman kanı dökmüş olacaktı. Bastıramazsa bu defa da Mısır'daki egemenliği sona ermiş olacaktı. Abdülhamid müdahale etmemeyi tercih edecektir.
Bunun üzerine toplanan İstanbul Konferansı, Abdülhamid'in Mısır siyasetinin ipuçlarını verecektir. Bir kere Abdülhamid, Osmanlı Devleti'nin sorunlarının uluslararası platformlarda tartışılmasına karşıdır. Konferanslar yerine birebir diplomatik ilişkilere önem veren Abdülhamid, 1) Olayı zamana yaymak, 2) Ortaya çıkacak fırsatları yakalamak şeklinde özetlenebilecek bir dış politika izlemeye kararlıdır.
Bunun için de Avrupa dengelerini gözetmek ve bu arada kendisine bir manevra sahası bulmak peşindedir. Ahmet Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik"te tespit ettiği gibi elindeki imkânları ile hedefleri arasında gerçekçi bir ilişki kuran Abdülhamid, kısıtlı imkânlarla büyük idealler peşinde koşmanın bizi evdeki bulgurdan da edeceğine inanır. Bu yüzden Mısır sorununda gerçekçi davranmış, İslam Birliği siyasetini İngiltere'ye karşı sadece caydırıcı bir baskı aracı olarak kullanmaktan ileri gitmemiş, İngiltere'nin müdahale teklifinin bir tuzak olduğunu önceden görmüş ve bir maceraya girmekten kaçınmıştır.
Öte yandan Urabi Paşa'yı isyandan vazgeçirerek gelecekte Hıdiv yapmayı ve böylece Mısır'da Osmanlı nüfuzunu artırmayı da düşünmüş ve ona bir nişan göndererek ödüllendirmiş olan Abdülhamid'in bütün bu çabaları İngilizlerin Mısır'ı işgalini önlemeye yetmedi. İşgalden sonra bu defa Gazi Ahmed Muhtar Paşa "Mısır Yüksek Komiseri" olarak tayin edilmiş ve 24 yıl boyunca bu görevde kalmış, Osmanlı Devleti'nin haklarını Mısır'da savunmuştur.
Nihayet 1887'de İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında bir anlaşma yapılma noktasına varılmıştır. Abdülhamid'in de onayladığı 4 maddelik anlaşmaya göre İngiltere Mısır'ı 1,5 yıl içinde boşaltacak, Mısır ordusunda çok az İngiliz subayı kalacak, bir isyan çıkarsa Osmanlı Devleti'nin müdahale hakkı olacak, dışarıdan bir tecavüze İngiltere ile Osmanlı ittifakı karşı koyacaktı. Nihayet Sudan ve Mısır'ın Osmanlı toprağı olduğu kabul edilecekti. İngiltere bu şartlara itiraz etti ve nihayet bazı maddelerin değiştirilmesini istedi. Buna göre Süveyş Kanalı açık bulundurulacak, İngiltere, bir miktar askeri Mısır'da bırakacak, gerektiğinde yeniden asker gönderme hakkına sahip olacak, askerlerini 3 yıl içinde geri çekecektir.
Osmanlı tarafı Mısır'ın tahliyesini bir takvime bağlamak istedikçe İngiltere ayak diriyor, müdahale hakkının sadece kendilerinde bulunmasını istiyordu. Anlaşma İngiltere'nin aslında Mısır'ı boşaltmaya niyetli olmadığını gösteriyordu. Sultan Abdülhamid anlaşmayı inceledi, yine diplomatik kanallardan anlaşmanın değiştirilmesini sağlamaya çalıştıysa da olumlu bir sonuç alamadı. Mısır'ın resmen İngiltere'nin insafına terk edileceğini gören Abdülhamid, anlaşmayı imzalamayı reddetti.
Sonuç olarak Osmanlı Devleti'nin İngilizlerin Mısır'ı işgalini tanımalarını getirecek olan anlaşmayı reddederek Mısır'ın tamamen İngiliz işgaline girmesine izin vermediğini görüyoruz. Böylece İngiltere'nin Mısır'ı ele geçirip sömürgeleştirmesinin önüne geçilmiş oldu. S. Kızıltoprak'ın tespitiyle söylersek: "Osmanlı Devleti, Mısır'daki egemenliğinden vazgeçmeyerek Mısır hükümetini ve Hıdiv'i İngiltere'ye karşı savunmasız bırakmamış, en azından kolay lokma yapmamıştır."
Abdülhamid'in bu diplomatik direnişiyle Mısır'da Osmanlı egemenliği savaşın çıktığı 1914'e kadar devam etmiş, bu tarihte İngiltere Mısır'ı himayesine almış, 1922'de ise tek taraflı olarak Mısır'ın bağımsızlığını ilan etmiştir.
Pek bilinmez ama Mısır'ın resmen elimizden çıkması, Lozan'la olmuş, Abdülhamid'in 36 yıl önce atmadığı imza Lozan'da atılmıştır. Lozan'ın 17. maddesi şöyle der: "Türkiye'nin Mısır ve Sudan üzerindeki bütün hak ve dayanaklarından feragatinin hükmü 5 Kasım 1914 tarihinden geçerlidir."
Yorum yok.
Mustafa Armağan
(Zaman, 06.02.2011)