Osmanlı aydınları batının Osmanlı Devleti için adlandırdığı “hasta adam”ı tedaviye yönelik çeşitli teşhis ve teşebbüslerde bulunmuşlardır. Sorunların çözümüne yönelik olarak özellikle de 20 yy.’ın başında II. Meşrutiyet’e bel bağlayanların hiç de az olmadığını söyleyebiliriz.
Meşrutiyet’in sloganlarından geriye kalan “Adalet”, “Hürriyet”, “Müsavat” ve “Uhuvvet” kavramlarının imparatorluğu ayakta tutacak tutkal görevi görmediğini millet olarak yediğimiz ölümcül dayaklar sonrasında ancak öğrenebildik. Osmanlı Devleti 1908 sonrasında kendisini ölüm döşeğine götürecek ardı sıra yapılan Trablusgarp, I. ve II. Balkan, I. Dünya ve İstiklâl Harbinin içinde bulur. Kabaca dört savaş olarak tasnif ettiğimiz bu savaşların içerisinde onlarca muharebeler olmuştur. Bu kısa ve etkili dönemle ilgili ülkemizde yayımlanan tarih araştırmaları, hatıralar, akademik tezler, tarihi romanlar vs. gibi çalışmalar her geçen gün artmaktadır.
Gel gör ki Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak bildiğimiz Nuri Paşa, Harbiye Nazırı ve Başkomutan vekili Enver Paşa, Genel Kurmay Başkanlarımızdan Abdurrahman Nafiz Gürman Paşa, TBMM Başkanvekillerinden Mehmet Nuri Conker, ilk Başbakanlarımızdan Ali Fethi Okyar ve Cumhuriyetimiz’in mimarı Mustafa Kemal Paşa gibi onlarca tarihi şahsiyetin özgeçmişine altın harflerle yazılan Trablusgarp Savaşı hakkında ülkemizde yok denilecek kadar az çalışma olduğunu ifade edebiliriz.
Haftanın kitabı olarak akademisyen Yusuf Gedikli’nin yayına hazırladığı, geçtiğimiz aylarda yayımlanan “Trablusgarp Cephesi Hatıraları” isimli kitabı dilimin döndüğünce, kalemimin keskin(siz)liğince anlatacağım. Kitap, Trablusgarp Savaşı ve sonrasında bahse konu olan coğrafyada görev yapan Türk subaylarından Rıfkı (Erer), Nazmi (Songar), İhsan (Aksoley) ve Alman Subay Franz Becker’in hatıraları ile yazar Yusuf Gedikli’nin bir makalesinden oluşmaktadır. Bu hatıralar daha önceki yıllarda muhtelif dergilerde yayınlanmıştır.
Tarihin “Trablusgarp Savaşı” olarak kaydettiği savaş sadece Trablusgarp’ta olmamıştır. Trablusgarp vilayetinden çok daha geniş bir alana yayılmış. Hatta Adriyatik Denizi, Kızıldeniz, Çanakkale Boğazı ve Ege Adaları gibi geniş bir alana sıçramış. Bazı Türk komutanlar gizlice ve gönüllü olarak bu savaşa katılmıştır. Mustafa Kemal Paşa da cepheye kaçak olarak Tanin gazetesi muhabiri Şerif Bey sıfatıyla gitmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın bilinen fotoğraflarının içerisinde –en azından benim bildiğim- tek sakallı fotoğrafının sadece Trablusgarp’ta olması tesadüf olmasa gerekir. Trablusgarp, Derne, Bingazi ve Tobruk’ta yerel halk, Türk asker ve subayları ile birlikte İtalyan işgaline karşı kök söktürmüşlerdir. Bu savaşta dünya tarihinde ilk kez uçaklar savaş aracı olarak kullanılmış, İtalyan uçakları halkın üzerine bomba ve bildiri yağdırmıştır. Savaşın sonunda imzalanan Uşi Antlaşması’nın şartlarına göre Osmanlı ordusu bu bölgeden çekilmiştir fakat “Osmanlı Devleti, Trablusgarp’taki Müslümanların haklarını koruyacak” maddesi gereğince buradaki nüfuzunu Mondros Ateşkes Antlaşması’na kadar kullanmaya çalışmıştır.
Kitaptaki hatıralardan Rıfkı (Erer) ile Nazmi (Songar) Trablusgarp Savaşı’na katılan subaylarındandır. Diğer ikisi de I. Dünya Savaşı’nda Afrika Gurup Komutanlığı’nda bulunmuş İhsan (Aksoley) isimli Türk subayı ile Alman Subay Franz Becker’in hatıralarından oluşur. Kitabın omurgasını emekli general, Mühendis İhsan Aksoley’in anlattıkları oluşturur. İhsan bey ile aynı dönemde Alman denizaltısında görevli olan Alman subayı Franz Becker aradan yarım asır sonra karşılaşırlar. İhsan bey ile Becker savaş dönemi hatıralarını yâd ederler.
Cephede yaşanılan askerî sıkıntılar, savaşın sosyal hayattaki izleri, hava şartlarının zorluklarına uyum sağlamada zorlanan Mehmetçiğin onurlu tavrı, her an ölümle burun buruna gelen yerli halk ile mehmetçiğin yaptığı fedakârlık, feragat ve kahramanlık dünya savaş tarihinde yerini almıştır. Savaş ve sonrasında subay ve askerlerimizden bazıları esir düşmüştür. Esirlik hâllerini sayın Aksoley ayrıntılarıyla anlatır. Esir olarak rahat yaşamak birazda esir alan ülke ve bu ülkenin esirler ile yakından ilgilenen yetkililerinin merhametine göre değişmektedir. Örneğin esir olarak Trablusgarp’ın caddelerinden geçerken İtalyan askerlerinin üzerlerine limon, soğan ve patates attıklarını belirtir.(s.108) İnsanın hele de esir bir insanın yokluk ve çaresizlik karşısında akla gelmeyecek hallerle karşılaşmasını bu tarz hatıralar gözümüzün içerisine sokarak göstermektedir. Aksoy, Tunus sınırında bulunan Nalut’ta fare yahnisi yediklerini belirtir. (s.103)
Trablusgarp Savaşı’nın komutanlardan Enver Bey Binbaşı olmasına rağmen yerli halk tarafından Paşa olarak sevildiğini, dönemi yaşayan subaylar anlatır. İhsan bey, sahrada bir çobanın veya deve kervanı güdücülerinin uzun çektiği yaleller arasında “Yaşa, yaşa, Enver Başa” nakaratlarına sık sık rastladığını, Enver Paşa’nın başına “re’sek Enver Başa” diye yemin edildiğini, bu yeminin üzerine yalan söylenmeyeceğini belirtir. Bununla ilgili bir anekdot anlatır.
Şeyh Ahmet Sunusi ve taraftarlarının İstiklâl Savaşı’ndaki katkıları, Libya’nın bağımsızlığa kavuştuğundaki ilk Başbakanını Hakkâri Valisi olan bir Türk bürokratından seçmesi gibi olay ve olgularda Kuzey Afrikalıların Türklere beslediği hüsnüniyet ve Türk kimliğinin geçer akçeliği hemen dikkat çeker. Trablusgarplıların Türklere gösterdiği yakınlık ve teveccühü Türk subaylar kitabın birçok yerinde vurgular. Yerli halk adeta Türkleri bir kurtarıcı olarak görür. Son olarak tabii Türk ordusunun da son ana kadar o topraklardan çekilmediğini, Trablusgarplıların gösterdiği teveccühe karşılıksız kalmadığını Emekli General İhsan Aksoley, şöyle ifade eder: “…Halkın büyük bir kısmı çıplak ve açtı. Almanlar gibi her çeşit medeni imkânlara sahip değildi ve bunlardan tamamen habersizdi. Kurak geçen yıllarda, pis suların döküldüğü yerlerde yeşeren otları yiyenlerin “Ya siyad Lillah” avezeleri yüreğimi parçaladı. İstiklâl için savaşan ve düşünülmeyen mezalime ve mahrumiyetlere katlanan bir milletin çocuklarının bu seslerini ve hıçkırıklarını hiç unutamam. Haysiyetli, şerefli ve kelimenin tam anlamıyla kahraman Türk sever Trablusgarplılar çok kötü şartlar altında istiklâllerini kazanabilmek için mücadele etmeye mecbur kalmışlardır.”(s.142)
Oğuzhan Saygılı
tacmahal.org
[*] Eğitimci, Eposta adresi: ikizkuyu@yahoo.com
[1] Yayına hazırlayan: Yusuf Gedikli, Trablusgarp Cephesi Hatıraları,168 sayfa, İstanbul, 2009, Bilgeoğuz Yayınları
[2] Savaşın içeriğiyle ilgili ve ilk kez dünyada uçakların savaş uçağı olarak kullanıldığı gibi bazı bilgilere İnternetteki Vikipedi Özgür Ansiklopedisi’nden ulaştım. http://tr.wikipedia.org/wiki/Trablusgarb_sava%C5%9F%C4%B1
[3] Nazmi Songar, Rahmetli Prof.Dr. Ayhan Songar’ın babasıdır.
[4] Tarihçi Orhan Koloğlu ile futbolcu ve Spor yazarı Doğan Koloğlu’nun babası Suut Sadullah Koloğlu, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde Kaymakamlık ve Valilik yaptıktan sonra yeni kurulan Libya Krallığı’nın ilk Başbakanı olur. Orhan Koloğlu, şu kitabında babası hakkında ayrıntılı bilgi verir. (Orhan Koloğlu, Arap Kaymakam, 2001, Ayrıntı Yayınları)
Meşrutiyet’in sloganlarından geriye kalan “Adalet”, “Hürriyet”, “Müsavat” ve “Uhuvvet” kavramlarının imparatorluğu ayakta tutacak tutkal görevi görmediğini millet olarak yediğimiz ölümcül dayaklar sonrasında ancak öğrenebildik. Osmanlı Devleti 1908 sonrasında kendisini ölüm döşeğine götürecek ardı sıra yapılan Trablusgarp, I. ve II. Balkan, I. Dünya ve İstiklâl Harbinin içinde bulur. Kabaca dört savaş olarak tasnif ettiğimiz bu savaşların içerisinde onlarca muharebeler olmuştur. Bu kısa ve etkili dönemle ilgili ülkemizde yayımlanan tarih araştırmaları, hatıralar, akademik tezler, tarihi romanlar vs. gibi çalışmalar her geçen gün artmaktadır.
Gel gör ki Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak bildiğimiz Nuri Paşa, Harbiye Nazırı ve Başkomutan vekili Enver Paşa, Genel Kurmay Başkanlarımızdan Abdurrahman Nafiz Gürman Paşa, TBMM Başkanvekillerinden Mehmet Nuri Conker, ilk Başbakanlarımızdan Ali Fethi Okyar ve Cumhuriyetimiz’in mimarı Mustafa Kemal Paşa gibi onlarca tarihi şahsiyetin özgeçmişine altın harflerle yazılan Trablusgarp Savaşı hakkında ülkemizde yok denilecek kadar az çalışma olduğunu ifade edebiliriz.
Haftanın kitabı olarak akademisyen Yusuf Gedikli’nin yayına hazırladığı, geçtiğimiz aylarda yayımlanan “Trablusgarp Cephesi Hatıraları” isimli kitabı dilimin döndüğünce, kalemimin keskin(siz)liğince anlatacağım. Kitap, Trablusgarp Savaşı ve sonrasında bahse konu olan coğrafyada görev yapan Türk subaylarından Rıfkı (Erer), Nazmi (Songar), İhsan (Aksoley) ve Alman Subay Franz Becker’in hatıraları ile yazar Yusuf Gedikli’nin bir makalesinden oluşmaktadır. Bu hatıralar daha önceki yıllarda muhtelif dergilerde yayınlanmıştır.
Tarihin “Trablusgarp Savaşı” olarak kaydettiği savaş sadece Trablusgarp’ta olmamıştır. Trablusgarp vilayetinden çok daha geniş bir alana yayılmış. Hatta Adriyatik Denizi, Kızıldeniz, Çanakkale Boğazı ve Ege Adaları gibi geniş bir alana sıçramış. Bazı Türk komutanlar gizlice ve gönüllü olarak bu savaşa katılmıştır. Mustafa Kemal Paşa da cepheye kaçak olarak Tanin gazetesi muhabiri Şerif Bey sıfatıyla gitmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın bilinen fotoğraflarının içerisinde –en azından benim bildiğim- tek sakallı fotoğrafının sadece Trablusgarp’ta olması tesadüf olmasa gerekir. Trablusgarp, Derne, Bingazi ve Tobruk’ta yerel halk, Türk asker ve subayları ile birlikte İtalyan işgaline karşı kök söktürmüşlerdir. Bu savaşta dünya tarihinde ilk kez uçaklar savaş aracı olarak kullanılmış, İtalyan uçakları halkın üzerine bomba ve bildiri yağdırmıştır. Savaşın sonunda imzalanan Uşi Antlaşması’nın şartlarına göre Osmanlı ordusu bu bölgeden çekilmiştir fakat “Osmanlı Devleti, Trablusgarp’taki Müslümanların haklarını koruyacak” maddesi gereğince buradaki nüfuzunu Mondros Ateşkes Antlaşması’na kadar kullanmaya çalışmıştır.
Kitaptaki hatıralardan Rıfkı (Erer) ile Nazmi (Songar) Trablusgarp Savaşı’na katılan subaylarındandır. Diğer ikisi de I. Dünya Savaşı’nda Afrika Gurup Komutanlığı’nda bulunmuş İhsan (Aksoley) isimli Türk subayı ile Alman Subay Franz Becker’in hatıralarından oluşur. Kitabın omurgasını emekli general, Mühendis İhsan Aksoley’in anlattıkları oluşturur. İhsan bey ile aynı dönemde Alman denizaltısında görevli olan Alman subayı Franz Becker aradan yarım asır sonra karşılaşırlar. İhsan bey ile Becker savaş dönemi hatıralarını yâd ederler.
Cephede yaşanılan askerî sıkıntılar, savaşın sosyal hayattaki izleri, hava şartlarının zorluklarına uyum sağlamada zorlanan Mehmetçiğin onurlu tavrı, her an ölümle burun buruna gelen yerli halk ile mehmetçiğin yaptığı fedakârlık, feragat ve kahramanlık dünya savaş tarihinde yerini almıştır. Savaş ve sonrasında subay ve askerlerimizden bazıları esir düşmüştür. Esirlik hâllerini sayın Aksoley ayrıntılarıyla anlatır. Esir olarak rahat yaşamak birazda esir alan ülke ve bu ülkenin esirler ile yakından ilgilenen yetkililerinin merhametine göre değişmektedir. Örneğin esir olarak Trablusgarp’ın caddelerinden geçerken İtalyan askerlerinin üzerlerine limon, soğan ve patates attıklarını belirtir.(s.108) İnsanın hele de esir bir insanın yokluk ve çaresizlik karşısında akla gelmeyecek hallerle karşılaşmasını bu tarz hatıralar gözümüzün içerisine sokarak göstermektedir. Aksoy, Tunus sınırında bulunan Nalut’ta fare yahnisi yediklerini belirtir. (s.103)
Trablusgarp Savaşı’nın komutanlardan Enver Bey Binbaşı olmasına rağmen yerli halk tarafından Paşa olarak sevildiğini, dönemi yaşayan subaylar anlatır. İhsan bey, sahrada bir çobanın veya deve kervanı güdücülerinin uzun çektiği yaleller arasında “Yaşa, yaşa, Enver Başa” nakaratlarına sık sık rastladığını, Enver Paşa’nın başına “re’sek Enver Başa” diye yemin edildiğini, bu yeminin üzerine yalan söylenmeyeceğini belirtir. Bununla ilgili bir anekdot anlatır.
Şeyh Ahmet Sunusi ve taraftarlarının İstiklâl Savaşı’ndaki katkıları, Libya’nın bağımsızlığa kavuştuğundaki ilk Başbakanını Hakkâri Valisi olan bir Türk bürokratından seçmesi gibi olay ve olgularda Kuzey Afrikalıların Türklere beslediği hüsnüniyet ve Türk kimliğinin geçer akçeliği hemen dikkat çeker. Trablusgarplıların Türklere gösterdiği yakınlık ve teveccühü Türk subaylar kitabın birçok yerinde vurgular. Yerli halk adeta Türkleri bir kurtarıcı olarak görür. Son olarak tabii Türk ordusunun da son ana kadar o topraklardan çekilmediğini, Trablusgarplıların gösterdiği teveccühe karşılıksız kalmadığını Emekli General İhsan Aksoley, şöyle ifade eder: “…Halkın büyük bir kısmı çıplak ve açtı. Almanlar gibi her çeşit medeni imkânlara sahip değildi ve bunlardan tamamen habersizdi. Kurak geçen yıllarda, pis suların döküldüğü yerlerde yeşeren otları yiyenlerin “Ya siyad Lillah” avezeleri yüreğimi parçaladı. İstiklâl için savaşan ve düşünülmeyen mezalime ve mahrumiyetlere katlanan bir milletin çocuklarının bu seslerini ve hıçkırıklarını hiç unutamam. Haysiyetli, şerefli ve kelimenin tam anlamıyla kahraman Türk sever Trablusgarplılar çok kötü şartlar altında istiklâllerini kazanabilmek için mücadele etmeye mecbur kalmışlardır.”(s.142)
Oğuzhan Saygılı
tacmahal.org
[*] Eğitimci, Eposta adresi: ikizkuyu@yahoo.com
[1] Yayına hazırlayan: Yusuf Gedikli, Trablusgarp Cephesi Hatıraları,168 sayfa, İstanbul, 2009, Bilgeoğuz Yayınları
[2] Savaşın içeriğiyle ilgili ve ilk kez dünyada uçakların savaş uçağı olarak kullanıldığı gibi bazı bilgilere İnternetteki Vikipedi Özgür Ansiklopedisi’nden ulaştım. http://tr.wikipedia.org/wiki/Trablusgarb_sava%C5%9F%C4%B1
[3] Nazmi Songar, Rahmetli Prof.Dr. Ayhan Songar’ın babasıdır.
[4] Tarihçi Orhan Koloğlu ile futbolcu ve Spor yazarı Doğan Koloğlu’nun babası Suut Sadullah Koloğlu, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde Kaymakamlık ve Valilik yaptıktan sonra yeni kurulan Libya Krallığı’nın ilk Başbakanı olur. Orhan Koloğlu, şu kitabında babası hakkında ayrıntılı bilgi verir. (Orhan Koloğlu, Arap Kaymakam, 2001, Ayrıntı Yayınları)