Bazı ülkelerde Türkiye’nin abartılı şekilde “neo Osmanlı” diye tanımlanması anlaşılabilir ama imparatorluk hülyaları kurabilecek durumda değiliz.
Yeni Osmanlıcılık bir müddettir Türkiye dış siyaset değerlendirmelerinde, daha çok orta şekerli vatandaşın ruhunu okşayan bir kavram olarak geziniyor. Azınlıkta kalan ve tarihi radikal bir biçimde “laik ve cumhuriyetçi” olarak niteleyenler bu gibi eğilimlerden pek hazzetmezdi. Şimdi ise etnik milliyetçiler de bu gibi kavramlardan rahatsız olduklarını söylüyorlar. Ama şurası bir gerçek, yeni-Osmanlıcılık sözü bu çevrelerde dahi bir endişe ve heyecandan çok laklakiyat konusudur.
Türkiye halkı henüz yaşam standartları itibarıyla imparatorluk hülyası kurabilecek bir kitle değildir. Kaldı ki, bu gibi hülyaların karşısında engel teşkil edenler bazılarının zannettiği gibi alışılmış klasik sol ve laik çevrelere girenler değildir çünkü muhafazakâr çevreler imparatorluk hülyası kuranların gereksinim duyacağı kurumları herkesten daha süratle yıpratmaktadırlar. Üstelik Türkiye coğrafyası şu anda tarihte en çok tartışıldığı bir döneme girmiştir. Tartışmayı yapan grupların, kavramları ne kadar bilinçle ve hatta samimiyetle ele aldıkları malum değildir.
Fakat Yeni Osmanlıcılık kavramı Batı Avrupa’nın basın çevrelerinde sık sık ele alınmaktadır. Hiç şüphesiz ki büyüyen Türkiye’nin büyümeyen yönleri ve sıkıntıları, dışarıdan bakanlara içindekiler kadar açık değildir. Bugünün Türkiye’sini değerlendiren yabancı uzmanlar 19’uncu asır uzmanları gibi değildir. İçlerinde Alman Karl Krüger yoktur, Avusturyalı askeri ateşe von Pomiakowski yoktur, başkonsolos August von Kral yoktur. Sonraların büyük tarihçisi Arnold Toynbee ve hatta zamanımızın Britanyalı gazeteci tarihçisi David Bartchard müteveffa Jan Pier Tec gibileri de bulunmaz. Maalesef beynelmilel medya bazı arkadaşlardan aldığı bilgilere dayanmaktadır.
Sert etnik yapılanmalarYeni Osmanlıcılık safdil bir milliyetçiliğin değil, tahakküm kurmak isteyen dar bir muhalefetin kullandığı mızmız bir ifadedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun eski topraklarının böyle bir gelişimi kaldırması mümkün değildir. Bir kere “maşrık” dediğimiz doğu Akdeniz’deki Arap âlemi ve İsrail’in konumu, çatışmaların buzdolabına girip dondurulacağı bir yapıda değildir. Gelecekte Arap alemi ve İsrail arasında ancak yorgunluktan ileri gelen bir uzlaşma dönemi söz konusu olabilir.
Balkanlar ise II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Soğuk Savaş döneminde buzdolabına konmuştur. Kutuplaşan dünyanın yarattığı sözde dinginlik bugün çözülmüştür. Gerçi Arap Ortadoğu’sunun ve İsrail’in aksine nüfusu ihtiyarlayan, iktisaden üretim ve tüketim eğrileri düşüş gösteren bu dünyanın aynı şiddette ve kronik bir çatışma ortamına girmesi beklenemez. Ama değil sözde dirilecek Osmanlı, hiçbir kuvvet Balkanları bir iktisadi, siyasi ve askeri çatı altında monolit güçlünün nüfuz alanına çeviremez. Yunanistan’ın içine düştüğü iktisadi kriz geçici değildir. Hele temelden çözümlenebilir gibi hiç değildir ve durumun bir göstergesi olmalıdır.
Arap Ortadoğu’su birincisinden çok farklı bir yapıdadır. Nüfus gençtir ama öbürü ile karşılaştırılamayacak derecede eğitimsizdir. Etnik yapılanmalar çok serttir. Bu ülkelerin aydın sınıfları Balkanlardakinden daha renklidir ama kurumsal etkileri çok zayıftır. Yanı başlarındaki İsrail ile mukayese edilemeyecek bir nitelikli çalışan grup, açık toplum kurumlaşması, hukuki yapılanma farkı içerisindedirler. Üstelik İsrail üretir, Arap Ortadoğu’su üretemeyen bir dünyadır; sorunlar bundan ileri gelir.
Olaylı bir dünyada yaşıyoruz
Türkiye olaylı bir dünyada yaşıyor. Güney sınırlarımızda kısa bir süre önce Saddam rejimi Kürtleri katletti, binlercesi bize sığındı. İranlı göçmenlerin buraya sığınması gerekiyor. Şimdi ise iyi ilişkiler kurmak için gayret ettiğimiz ve hatta müşterek iktisadi projeler üretmeye başladığımız Suriye halkı bir felaket yaşıyor, bütün bunlar şimdilik bir göçmen dalgası getiriyor. Gelecekte bir zaaf anında nasıl müdahalelerin geleceği de bilinemez.
Üreten, yapısı değişen ve demokratik açılımları bazı iddiaların aksine sadece son sekiz yılla sınırlı olmayan Türkiye’nin hem siyasi konumu hem de yerküreye açılan iktisadi yatırımlarının yeryüzünde bazı noktalarda “neo Osmanlıcılık” olarak abartılması anlaşılır. Ama galiba böyle bir geleceği program olarak benimseyen grupların dahi mevcudiyetinden söz edilemez. Türkiye’nin kendini eriten bazı sorunları var. Bu sorunları, imparatorluğumuzu dağıtan 19’uncu asır ulusalcı akımlarıyla da kaba bir şekilde mukayese edemeyiz.
Panzehir Niall Ferguson
Batı Avrupa ve özellikle Britanya düşüncesinde Osmanlı gücünün Ortadoğu dünyasında bir üstünlük sahibi olduğu sıkça tekrarlandı. 1962’de ortalığı sarsan “Arabistanlı Lawrence” filmi çarpıcı ve üstelik de yer yer Arapları küçültücü bir biçimde emperyal bir kuvvet olarak Türk imparatorluğunun çöküş ve çekilişini anlatır. Bence yönetmen David Lean filminde bizdeki bazı çevrelerin düşündüğünün aksine Türkü değil Arabı küçümsüyordu. Britanya tarihçilerinin en seçkinleri Marksist ve sosyalisttir. Rodney Hilton ve Eric Hobsbawm gibi anıtsal adamlarla bugün aykırı duran ama hiç de küçümseyemeyeceğimiz tarihçiler adeta panzehir olarak ortaya çıkmıştır. Niall Ferguson bunların başında geliyor. İngiltere’nin seçkin kurumlarında okumuş bu tarihçi okuldan beri Thatcher’cı ve muhafazakâr tutumlu gruplar içindedir. Yeni muhafazakâr tarihçi ve Osmanlı imparatorluk sistemini beynelmilel bir muhafazakârlığın parçası olarak düşünüyor. İncelenmesi ve bilinmesi gerekli ama tatbik ve hayali lüzumsuz ve imkansız.
İlber Ortaylı
(Milliyet, 26.06.2011)
Yeni Osmanlıcılık bir müddettir Türkiye dış siyaset değerlendirmelerinde, daha çok orta şekerli vatandaşın ruhunu okşayan bir kavram olarak geziniyor. Azınlıkta kalan ve tarihi radikal bir biçimde “laik ve cumhuriyetçi” olarak niteleyenler bu gibi eğilimlerden pek hazzetmezdi. Şimdi ise etnik milliyetçiler de bu gibi kavramlardan rahatsız olduklarını söylüyorlar. Ama şurası bir gerçek, yeni-Osmanlıcılık sözü bu çevrelerde dahi bir endişe ve heyecandan çok laklakiyat konusudur.
Türkiye halkı henüz yaşam standartları itibarıyla imparatorluk hülyası kurabilecek bir kitle değildir. Kaldı ki, bu gibi hülyaların karşısında engel teşkil edenler bazılarının zannettiği gibi alışılmış klasik sol ve laik çevrelere girenler değildir çünkü muhafazakâr çevreler imparatorluk hülyası kuranların gereksinim duyacağı kurumları herkesten daha süratle yıpratmaktadırlar. Üstelik Türkiye coğrafyası şu anda tarihte en çok tartışıldığı bir döneme girmiştir. Tartışmayı yapan grupların, kavramları ne kadar bilinçle ve hatta samimiyetle ele aldıkları malum değildir.
Fakat Yeni Osmanlıcılık kavramı Batı Avrupa’nın basın çevrelerinde sık sık ele alınmaktadır. Hiç şüphesiz ki büyüyen Türkiye’nin büyümeyen yönleri ve sıkıntıları, dışarıdan bakanlara içindekiler kadar açık değildir. Bugünün Türkiye’sini değerlendiren yabancı uzmanlar 19’uncu asır uzmanları gibi değildir. İçlerinde Alman Karl Krüger yoktur, Avusturyalı askeri ateşe von Pomiakowski yoktur, başkonsolos August von Kral yoktur. Sonraların büyük tarihçisi Arnold Toynbee ve hatta zamanımızın Britanyalı gazeteci tarihçisi David Bartchard müteveffa Jan Pier Tec gibileri de bulunmaz. Maalesef beynelmilel medya bazı arkadaşlardan aldığı bilgilere dayanmaktadır.
Sert etnik yapılanmalarYeni Osmanlıcılık safdil bir milliyetçiliğin değil, tahakküm kurmak isteyen dar bir muhalefetin kullandığı mızmız bir ifadedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun eski topraklarının böyle bir gelişimi kaldırması mümkün değildir. Bir kere “maşrık” dediğimiz doğu Akdeniz’deki Arap âlemi ve İsrail’in konumu, çatışmaların buzdolabına girip dondurulacağı bir yapıda değildir. Gelecekte Arap alemi ve İsrail arasında ancak yorgunluktan ileri gelen bir uzlaşma dönemi söz konusu olabilir.
Balkanlar ise II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Soğuk Savaş döneminde buzdolabına konmuştur. Kutuplaşan dünyanın yarattığı sözde dinginlik bugün çözülmüştür. Gerçi Arap Ortadoğu’sunun ve İsrail’in aksine nüfusu ihtiyarlayan, iktisaden üretim ve tüketim eğrileri düşüş gösteren bu dünyanın aynı şiddette ve kronik bir çatışma ortamına girmesi beklenemez. Ama değil sözde dirilecek Osmanlı, hiçbir kuvvet Balkanları bir iktisadi, siyasi ve askeri çatı altında monolit güçlünün nüfuz alanına çeviremez. Yunanistan’ın içine düştüğü iktisadi kriz geçici değildir. Hele temelden çözümlenebilir gibi hiç değildir ve durumun bir göstergesi olmalıdır.
Arap Ortadoğu’su birincisinden çok farklı bir yapıdadır. Nüfus gençtir ama öbürü ile karşılaştırılamayacak derecede eğitimsizdir. Etnik yapılanmalar çok serttir. Bu ülkelerin aydın sınıfları Balkanlardakinden daha renklidir ama kurumsal etkileri çok zayıftır. Yanı başlarındaki İsrail ile mukayese edilemeyecek bir nitelikli çalışan grup, açık toplum kurumlaşması, hukuki yapılanma farkı içerisindedirler. Üstelik İsrail üretir, Arap Ortadoğu’su üretemeyen bir dünyadır; sorunlar bundan ileri gelir.
Olaylı bir dünyada yaşıyoruz
Türkiye olaylı bir dünyada yaşıyor. Güney sınırlarımızda kısa bir süre önce Saddam rejimi Kürtleri katletti, binlercesi bize sığındı. İranlı göçmenlerin buraya sığınması gerekiyor. Şimdi ise iyi ilişkiler kurmak için gayret ettiğimiz ve hatta müşterek iktisadi projeler üretmeye başladığımız Suriye halkı bir felaket yaşıyor, bütün bunlar şimdilik bir göçmen dalgası getiriyor. Gelecekte bir zaaf anında nasıl müdahalelerin geleceği de bilinemez.
Üreten, yapısı değişen ve demokratik açılımları bazı iddiaların aksine sadece son sekiz yılla sınırlı olmayan Türkiye’nin hem siyasi konumu hem de yerküreye açılan iktisadi yatırımlarının yeryüzünde bazı noktalarda “neo Osmanlıcılık” olarak abartılması anlaşılır. Ama galiba böyle bir geleceği program olarak benimseyen grupların dahi mevcudiyetinden söz edilemez. Türkiye’nin kendini eriten bazı sorunları var. Bu sorunları, imparatorluğumuzu dağıtan 19’uncu asır ulusalcı akımlarıyla da kaba bir şekilde mukayese edemeyiz.
Panzehir Niall Ferguson
Batı Avrupa ve özellikle Britanya düşüncesinde Osmanlı gücünün Ortadoğu dünyasında bir üstünlük sahibi olduğu sıkça tekrarlandı. 1962’de ortalığı sarsan “Arabistanlı Lawrence” filmi çarpıcı ve üstelik de yer yer Arapları küçültücü bir biçimde emperyal bir kuvvet olarak Türk imparatorluğunun çöküş ve çekilişini anlatır. Bence yönetmen David Lean filminde bizdeki bazı çevrelerin düşündüğünün aksine Türkü değil Arabı küçümsüyordu. Britanya tarihçilerinin en seçkinleri Marksist ve sosyalisttir. Rodney Hilton ve Eric Hobsbawm gibi anıtsal adamlarla bugün aykırı duran ama hiç de küçümseyemeyeceğimiz tarihçiler adeta panzehir olarak ortaya çıkmıştır. Niall Ferguson bunların başında geliyor. İngiltere’nin seçkin kurumlarında okumuş bu tarihçi okuldan beri Thatcher’cı ve muhafazakâr tutumlu gruplar içindedir. Yeni muhafazakâr tarihçi ve Osmanlı imparatorluk sistemini beynelmilel bir muhafazakârlığın parçası olarak düşünüyor. İncelenmesi ve bilinmesi gerekli ama tatbik ve hayali lüzumsuz ve imkansız.
İlber Ortaylı
(Milliyet, 26.06.2011)