Amerikalıların
Ermenilere Olan İlgisi Ne Zaman Başladı?:
Her
ne kadar 1878 Berlin Konferansı öncesi/sırasında
cereyan eden İngiltere-Rusya mücadelesinde Ermeni sorunu
konusu siyasi bir kimlik kazanmış olsa da, sorunun
boyutlanmasında ve derinleşmesinde hatta uluslararası
platforma taşınmasında Amerika Birleşik
Devletleri’nin göz ardı edilemeyecek ölçüde
hatırı sayılırı bir rolü vardır.
ABD’nin
Ermenilere olan ilgisi, -bugün için de hemen her konuda
olduğu gibi- kendi stratejik çıkarları ile
bağlantılı olarak 1780’lerden itibaren Anadolu
ve Osmanlı topraklarının kaynak zenginliği ve
açık pazar niteliğine olan ihtirası ile
başlamıştır. Her ne kadar Avrupa’nın
siyasî olaylarına uzak kalma prensibini dış
politik ilkesi olarak belirlediği Monroe Doktrini ile Doğu’nun
zenginliklerinin giriş kapısı olan Akdeniz’de
yer alma/rol oynama ihtirası bir biriyle çelişse de
dönemin Amerikan yönetimi bu duruma yeni bir kılıf
uydurmakta gecikmemiş, Amerikan Protestan misyonerliğinin
cemaat görünümüyle Orta Doğu’daki
beklentilerini sağlama yoluna gitmiştir. Böylece,
istediği propagandayı misyonerleri aracılığıyla
yaptırabilmiş ve özellikle Osmanlı coğrafyasında
kendi stratejik çıkarları için belirlediği
politikayı uygulayabilmiştir. Bundan sonra geniş
coğrafi bölgelere dağılmış olan
Amerikan misyonerlerinin yoğun oldukları bölgelerde
konsolosluk açılması gereğinin ortaya çıkmış
olması da planın gerçekleştirilme safhasında
önemli olmuştur. Öyle ki, ABD, Osmanlı
coğrafyasında, misyonerlerin kurmuş olduğu
misyoner istasyonlarının Amerikan sermayesiyle kurulduğunu
ileri sürerek, konsolosluklar aracılığıyla,
hem Amerikan yatırımlarının koruyuculuğunu
yapmış hem de devlet olarak -kendi ilkesi olarak
belirlediği Monroe Doktrini ile çelişse de-
karışmaması gereken konulara ve yerlere müdahale
etme hakkını kendisinde görmüştür.
Misyonerleriyle
girdiği Osmanlı ülkesindeki varlığını
Babıâli ile yaptığı 1830 ticaret
antlaşmasıyla resmileştiren Amerikan yönetimi “en
ziyade müsaadeye mahzar millet” (the most favored
nation) statüsü ile Osmanlı Devleti’nden
kapitülasyon haklarını da almıştır.
Amerikalılar, Osmanlı Devleti ile ticari anlamda
ilişkilerini resmileştirdiği 7 Mayıs 1830
antlaşmasıyla Anadolu’da yürüttüğü
ticari faaliyetlerinde kıyı kesimlerde daha çok
Rumlardan faydalanma yoluna giderken, iç kesimlerde de Ermeni
kitlesinden faydalanmıştır. Bunun tabii sonucu olarak
da, Anadolu’da zengin bir Ermeni burjuvazisi ortaya çıkmıştır.
Bu burjuva grubuna, yine Amerikalı misyonerlerin etkin
çalışmalarının ortaya çıkardığı
eğitimli bir Ermeni kitlesi de eklenince, bu yapılanma
artık hasta adam (Sick Man) olarak XIX. yüzyılda
çeşitli siyasî bunalımlar yaşayan Osmanlı
İmparatorluğu için önemli sorunları da
beraberinde getirmiştir.
Amerikalılar,
Osmanlı coğrafyasında, American Board of Commssioners
for Foreign Mission (ABCFM) adlı örgütleriyle yapmış
oldukları çalışmalar neticesinde, 1908’lere
gelindiğinde 20 istasyon ve bu istasyonlara bağlı 269
dış istasyon şubesi, 130 kilise açmıştır.
Sadece 1893 yılına kadar Osmanlı topraklarında 3
milyon İncil ve yaklaşık 4 milyon da değişik
kitaplar dağıtmış olmaları, Amerikan
Protestan misyonerliğinin Osmanlı topraklarındaki
faaliyetlerinin yoğunluğunu göstermesi bakımından
önemlidir.
Osmanlı
Devleti içerisindeki Ermeniler, XIX. yüzyılda,
Amerikalı tüccarlar ve misyonerler vasıtasıyla
peyde pey ABD’ye göç etmeye başlamıştır.
ABD’ye göç eden Ermeniler, daha sonra tıpkı
1829 yılında Yunanlıların ve/veya 1878 yılında
Bulgarların yaptığı gibi bağımsızlık
ya da Bulgaristan örneğinde olduğu gibi çöken
İmparatorluktan muhtariyet istemlerinde bulunmuşlardır.
ABD’ye
yerleşmiş olan Ermeniler, sistemli bir şekilde Anadolu
içerisindeki Ermenileri teşkilatlandırmaya ve hatta
onları isyan eylemlerine yönlendirmeye başlamış
ve Osmanlı Devleti’ne yönelik karalama kampanyalarına
girişmişlerdir.
Amerikan
Kongresi’nde Ermeni Tasarıları
ABD,
Avrupa Devletleri ve Rusya gibi birtakım devletler tarafından
kendi çıkarları doğrultusunda kullanılan
Ermeniler, XIX. yüzyılın sonlarından itibaren
Osmanlı Devleti’ne yönelik ağır karalama
kampanyalarının içerisine girmişlerdir.
Ermeniler bu çalışmalarını, özellikle
Ermeni sorununun uluslararası boyut kazandığı/kazandırıldığı
ülkede, ABD’de yürütmüşlerdir.
Ermeniler,
Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik
yürüttükleri karalama kampanyalarını, Ermeni
tasarıları olarak yüzyılı aşkın
bir zaman diliminden beri sürdürmüşlerdir/sürdürmektedirler.
3
Aralık 1894 yılında başlayan ABD Kongresi’ndeki
Ermeni tasarıları ve/veya Ermeni sorunu görüşmeleri
çeşitli zaman aralıklarında dünyadaki
çeşitli siyasî gelişmelerdeki seyirler
sebebiyle zaman zaman sekteye uğramış veya uykuya
yatırılmış olsa da konu, 1984 yılından
itibaren düzenli olarak ABD Kongresi’nde yeniden işlenmeye
başlamıştır.
İlk
olarak 1894 yılında ABD Kongresi’ne taşınan
mesele, 3 Aralık 1894 tarihli bir kararla Osmanlı
Devleti’nin haksız yere suçlanmasına ve
kınanmasına sebep olmuştur. Daha sonra Ocak 1896’da
yine ABD Kongresi’nde her iki meclisin de (Senato ve
Temsilciler Meclisi) gündemine getirilmiş ve Osmanlı
Devleti aleyhine bir karar kabul edilmiştir.
1909
yılında Adana olayları sırasında ABD
Hükümeti, Osmanlı Devleti’ne Ermeni sorunu ile
ilgili olarak göz dağı verme amacıyla iki savaş
gemisini Osmanlı kara sularına göndermiştir. Bu
olaydan 7 yıl sonra ABD Kongresi’ne taşınan 9
Şubat 1916 kararı, daha sonra 11 Mayıs 1920 kararı
olarak Kongre’den çıkmıştır. Bundan
sonra Kongre’ye yönelik Ermeni propagandasının
55 yıllık suskunluk dönemini takiben 9 Nisan 1975'te
konu tekrar Temsilciler Meclisi’ne getirilmiştir. 1975
yılında Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen Ermeni
Tasarısına tepki şeklinde -Türk-Yunan
anlaşmazlığında ortaya çıkan Kıbrıs
olayıyla bağlantılı olan ambargo gibi diğer
nedenlerle de Türkiye tarafından- karşı hareket
olarak 1975 Temmuz’unda Türkiye’de bulunan Amerikan
tesislerinin faaliyetine son verilmiştir. Bu durum ABD’nin
Türkiye üzerinden yürüttüğü comint
ve elint istihbaratını durdurmuş, ayrıca
İncirlik Üssü’ndeki faaliyetlerine kısıtlama
getirmiştir. Türkiye ile ABD’nin, uygulanan silah
ambargosu yüzünden ilişkileri gergin bir düzeyde
olduğu için bu girişim Türkiye’de pek
yankı uyandırmamıştır. Zaten bu dönemden
sonra da Ermeni örgütlerinin, yöntem değiştirerek
farklı bir yola, teröre yöneldikleri gözlemlenmiştir.
1980’li yılların ikinci yarısından itibaren
ise, Ermeni iddialarını içeren bir tasarının
Amerikan Kongresi’nden geçmesini sağlamaya
çalışmışlardır.
Türkiye’ye
karşı fanatik Ermeni grupları tarafından
uygulanan 1970’ler ile 1980’lerin Ermeni terörünün
yerini, 1980’lerin ortalarından itibaren ABD Kongresi’ne
defalarca getirdikleri Ermeni tasarıları almıştır.
Bu amaçla, 12 Eylül 1984'te Temsilciler Meclisi’ne
(sözde) Ermeni soykırımını, ABD’nin
kabul etmesi istenen Ermeni karar tasarısı olarak
taşımışlardır.
Ermeni
lobisi ve destekleyicileri, tasarılarını 1984 yılında
yasalaştırmayı başaramayınca bu defa 1985
yılında amaçlarına ulaşmak için
Kongre’de oldukça kapsamlı çalışmalara
başlamış, bu amaçla sadece 1985’te 4
tasarı sunma hazırlığına girişmişlerdir.
Sonuçta diğerleri az sayıda taraftar topladığı
için H. R. 192 sayılı tasarı görüşmeleri
yapılmış ancak tasarı, 4 Haziran 1985’te
reddedilmiştir. Bu tasarıları 1987 yılında
132 sayılı tasarı izlemiş bundan da sonuç
çıkmayınca 1990’lı yıllarda Senatör
Robert Dole’ün 212 sayılı Ermeni Tasarısı
gündeme gelmiştir. 1991 yılında değişen
dengeler, Irak’ın işgali, ABD’nin stratejik
müttefiki? olan Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç,
bu tasarının da Ermeni lobisi için bekleneni
vermeyen bir neticeyle sonuçlanmasına neden olmuştur.
Bu defa 2000 yılında 398 sayılı tasarı (H.
R. 596) olarak, yeni bir Ermeni tasarısı, Kongre’de,
Uluslararası İlişkiler Komitesi’nden çıkarak
Temsilciler Meclisi’nde görüşülmek
istenmişse de ABD Başkanı Clinton’un gündeme
getirdiği ciddi ulusal güvenlik kaygıları
nedeniyle, tasarı görüşmeye dahi açılmadan
geri çekilmiştir.
Amerikan
Kongresi’nde Ermeni Tasarı Sezonu
Amerikan
Kongresi’nde artık gelenek halini almış olan
Ermeni tasarılarını tartışma veya Ermeni
tasarılarının Kongreye taşınması/taşındırılması
süreci, genelde yılın iki döneminde cereyan
eder/etmektedir. Yılın farklı aralıklarında
ortaya çıktığı için, bu iki dönem
şu şekilde sınıflandırılabilir.
Birinci
dönem ki, bu süreci, genelde rutin olarak anma toplantıları
şeklinde Ermeni lobisi gerçekleştirmektedir. Hemen
her yıl, Nisan ayında ABD Kongresi’nde
gerçekleştirilen bu etkinlik, anma toplantısı
formatında olduğu gibi çoğu zaman daha önceden
hazırlanmış olan bir tasarıyla daha ses getirici
bir formata sokulabilir. Her yıl Nisan ayında
gerçekleştirilen bu faaliyete bir de dönemin ABD
Başkanı’na “Genocide” (Soykırım)
kelimesini kullanmasını telkin eden bir mektup seremonisi
eklenir. Oldukça geniş kapsamlı olan bu etkinlik
seremonisine –artık bir gelenek halini de almış
olduğu için olsa gerek- dönemin ABD Başkanı
da Ermenilerin acılarını paylaştığını
belirten bir cevabi mektupla katılır. Ancak, dönemin
ABD Başkanı, Ermenilerden kendisinin telaffuz etmesini
istediği “Genocide” (Soykırım) kelimesini
kullanmaktan imtina ile kaçınır. Çünkü,
o dönemde (bu herhangi bir dönem olabilir, hiç fark
etmez), ABD, ya Soğuk Savaş süreci içerisindedir
ki, Türkiye’nin yanında yer almak zorundadır ya
Türkiye üzerinden Türkiye’deki üslerini
kullanarak Irak’ta bir Kürt devleti kurma çalışmaları
yürütmektedir ya Türkiye’deki üslerini
kullanarak dağlardaki PKK terör örgütünü
silah/mühimmat veya gıda yardımı yaparak
beslemektedir ya Irak’ı işgal ediyordur ya da Orta
Doğu’da ilerleyen dönemde gerçekleştirmeyi
planladığı başka düşünceleri
vardır. Bu yüzden dönemin Amerikan yönetimi, ne
Ermenileri ne de Türkiye’yi fazla üzmek ister.
Dönemin ABD Başkanı, Ermenilere cevaben yazdığı
mektuba, “Genocide” (Soykırım) kelimesinin
dışında Ermenileri memnun edecek “Annihilate”
(Tümüyle yok etme, ortadan kaldırma), “1,5
milyon kişinin kırılmasına üzgünüm”
gibi” oldukça ağır ifadeleri yerleştirerek
cevap verir. Ermeni tasarılarında hemen her yıl
yaşanan bu mevcut gelenekte Türkiye’de o gün
için yönetimde olan karar alıcılar ise,
“Yaşasın ABD Başkanı “Genocide”
(Soykırım) demedi” diye sevinç çığlıkları
atarlar. Bunu dönemin yöneticileri yapmasa bile,
Türkiye’deki basın, mutlaka manşetlerine dahi
taşıyarak usulü yerine getirir.
Ermeni
tasarılarının Kongre’ye taşındığı
ikinci dönemin takvimi, bu defa Ermeniler tarafından değil
bizzat -ancak yine Ermeniler kullanılarak- Amerikalı şahin
Senatör(ler) veya Temsilciler Meclisi Üyesi/Üyeleri
tarafından belirlenir. Takvimin belirlenmesinde çeşitli
kıstaslar vardır. Örneğin, Türkiye ile ABD
arasında yakın bir dönemde ticari veya askeri bir
antlaşma için görüşmelerin yapılacak
olması gereklidir. Hiç şüphesiz Ermeni
tasarılarının Kongre’ye taşındığı
ikinci dönemi belirginleştiren artık kamuoyunca da
bilinen olay, İncirlik Üssü’nün kullanım
süresinin uzatılması görüşmeleri
öncesini kapsayan süreçtir. İncirlik Üssü’nün
kullanımının uzatılması anlaşması
daha önceki yıllarda her defasında 6 ay olmak üzere
yılda iki defa uzatılırken -Özal sonrası
yeniden ABD ile oldukça yakın ilişkiler ağını
ören- Erdoğan Hükümeti döneminde yılda
bir defa uzatılmak üzere 12 aya çıkartılmıştır.
Buraya kadar anlatılanlardan şunun anlaşılması
gereklidir: Ermeni tasarılarının Kongre’ye
taşındığı ikinci dönemi ya İncirlik
Üssü konusu üzerindeki uzlaşma teatileri öncesi
süreç ya da başka yeni askeri üslerin kurulması
veya askeri ihaleler öncesi süreç gibi gerekçeler
belirler. Bunun yukarıda izah edilen birinci dönemden
farkı, tasarıların Kongre’ye taşınmasında
yılın belli bir ayını kapsamamasıdır.
Tasarı, Türkiye’nin karşısına her an
çıkabilir. Çünkü, inisiyatif, Türkiye’ye
yönelik çizdikleri stratejiyi uygulama safhasına
koyan Amerikalı şahinlerin elindedir.
Amerikan
Kongresi’nde Ermeni Tasarıları: Yakın Dönem’de
2003’te Benzer Bir Vakıa Yaşandı
2003
yılı başlarında mevsim normallerinin aksine
Irak’taki savaş yüzünden oldukça sıcak
başlayan Şubat ayı içerisinde Türkiye ile
ABD arasında başta tezkere konusu olmak üzere siyasi
ve ekonomik alandaki pazarlıklarda yine Ermeni lobisi
sahnedeydi.
İkinci
ABD–Irak savaşı öncesi ve sırasında,
Ankara, garanti isterken, Washington mali açıdan
kendisini bağlamaktan kaçmaya çalışmış
bunu yaparken de, Amerikan siyasal sisteminin önemli
ayaklarından olan lobileri kullanma yoluna gitmeyi tercih
etmişti.
Söz konusu dönemde ANCA lobi
kuruluşunun aniden düğmeye basılmış
gibi birden bire ortaya çıkması ve Türk-Amerikan
pazarlığında ABD çıkarlarını
korumaya çalışması, New Jersey Milletvekili
Frank Pallone’ın dönemin Dışişleri
Bakanı Collin Powell’a gönderdiği Türkiye’yi
Irak savasından angaje etmeyi amaçlayan mektubu,
zamanlama olarak oldukça düşündürücü
bir şekilde söz konusu gelişmeler yaşanırken
kamuoyuna yansıtılmıştı. Bu o kadar güzel
bir tertip olarak ortaya çıkmıştı ki,
Türkiye’ye yönelik düşmanlığı
ile bilinen Ermeni lobisinin söz konusu hareketi de yine bu
dönem içerisinde yadırganmamıştı.
Mevcut
dönem içerisinde Ermeni lobisinin çalışmalarının
yanı sıra Washington’un aba altından gösterdiği
silahlarından birisi de, (sözde) Ermeni soykırım
tasarısını Amerikan Kongresi’nden çıkartacağı
tehdidiydi.
Ve
2003 yılı Temmuz ayı.
ABD,
Türkiye’ye karşı Türkiye’nin
beklemediği bir olayı, Süleymaniye’de cereyan
eden (Unutulmaz) rehine olayını yaşatmıştı.
Ve yine aynı dönemde Ermeni tasarısı, ABD
Kongresi’nde hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da
gündeme taşınmıştı.
Ermeni
lobisi, bu defa daha temkinli olarak sahnedeki yerini almıştı. Söz
konusu dönemde lobi, tasarıyı ABD Dışişleri
Bakanlığı’nın 2004 yılındaki
bütçesi içine ekleterek Kongreden ve ABD
yönetiminden geçirtmek istiyordu.
Ermeni
lobisi tasarıyla, ABD’nin BM soykırım
sözleşmesini kabulünün 15. yıldönümünün
anılmasını öngörürken Yahudi, Ruanda ve
Kamboçya soykırımlarının yanına
sıkıştırma olarak (sözde) Ermeni soykırımını
da ekletmek istiyordu.
Tasarıyı
destekleyenler arasında eski Başkan Bill Clinton’un
eşi Hilary Clinton ve 2004 başkanlık seçiminde
Bush’un karşısında Başkanlığa
adaylığını koyan John F. Kery, Joe Lieberman ve
John Edwards gibi popüler isimler vardı.
Peki
2003’te ne oldu?
Yukarıda
sayılan isimlerin desteğine karşılık olarak
ABD Başkan’ı George W. Bush’un bilgisiyle
Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve ekibi, tasarının
Senato’dan çıkmaması için yoğun
kulis faaliyeti yürüttüler ve bunda başarılı
da oldular. Tasarı Kongre’nin tozlu değil aksine
temiz rafları arasına yine yakın bir dönemde
çıkartılmak üzere imtina ile kaldırıldı.
Washington yönetiminin bu jesti Ankara tarafından elbetteki
karşılıksız bırakılmadı, Ankara,
bu süreçte Irak’ta daha aktif hareket edebilmeleri
için Bush ve ekibine olan minnettarlık hislerini,
İncirlik Üssü’nün daha geniş amaçlı
kullanımından daha bir çok imtiyaza sahip olmaları
imkanını sağlayarak gösterdi.
2003’te
Ermeni tasarısı Kongre’den çıkmadı
ama, çıkmamış olsa da belirli ölçüde
amacına ulaşmış oldu.
ABD’de
2005 Sonbaharında İki Yeni Ermeni Tasarısı
2005
yılı başlarında hemen her yıl olduğu
gibi Ermeniler Türkiye’ye yönelik lobi faaliyetlerini
(elbetteki olumsuz yönde) gerek Avrupa’da gerekse Amerika
Birleşik Devletleri’nde sürdürdüler.
Türkiye-Avrupa
Birliği ilişkilerinin yoğunlaştığı
son iki yılda (2004/2005) Ermeniler iddialarını daha
güçlü seslendirme fırsatı buldu ve gerek
AB’nin gerekse tek tek bazı Avrupa ülkelerinin
desteğini sağlamış oldu.
Türkiye-AB
ilişkilerinde, AB’nin Ermeni sorunu konusundaki Ermeni
yanlısı tavrı bir taraftan Türkiye
aleyhtarı Ermeni baskılarının artmasına yol
açarken diğer taraftan da AB’nin Kophenag Siyasi
Kriterleri’nin dışında Kıbrıs ve diğer
konularda olduğu gibi, Türkiye’ye dayattığı
koşullardan birisi oldu.
AB,
Kophenag Siyasi Kriterleri dışında artı kriter
şeklinde Ermeni sorunu konusunu Türkiye’nin önüne
koyarken değişik aralıklarla Türkiye’nin AB
üyeliğini desteklediklerini beyan etme zorunluluğu
duyan Amerikan yönetiminden AB’nin bu konudaki yaklaşımına
yönelik herhangi eleştirel bir açıklama
gelmemiştir.
30’a
yakın eyaletinin ve/veya belediye meclisinin sözde
soykırımı kabulü yönünde karar almasına
karşılık Beyaz Saray yönetimi, resmi olarak böyle
bir kabule yanaşmamıştır. Ancak, Kongre’sinde
ve Beyaz Saray’da Ermeni sorunu konusunun dillendirilmesi
politikasını hemen her yıl olduğu gibi
geleneksel olarak yerine getirmekten de kaçınmamıştır.
Ayrıca, AB içerisinde ABD güdümünde
olduğu belirtilen Polonya’nın (parlamentosunun)
birden bire sözde soykırımla ilgili bir Ermeni
tasarısını kabul etmiş olması ve bu karara
yönelik Beyaz Saray’dan herhangi bir yorumun yapılmaması
Ermeni sorunu konusunda ABD’nin de AB ile aynı çizgide
olduğunu göstermesi bakımından önemli bir
örnek teşkil etmiştir.
Amerikan
yönetimi Kıbrıs, Ege’deki Türk-Yunan
anlaşmazlığı ve diğer konularda olduğu
gibi Ermeni sorunu konusunu da Türkiye ile yaptığı
pazarlıklarda ustaca kullanmıştır/kullanmaktadır.
ABD-AB
karşılaştırmasında Ermeni sorunu üzerine
her ne kadar yanlış ve haksız bir karar almış
olsa da AB’nin tutumunu daha dürüst bir siyasi eylem
olarak algılamak yerinde olacaktır. Çünkü
ABD, konuyu resmi olarak kabul etmese de AB’den daha etkili
olarak sorun üzerinde politik manevralar gerçekleştirmektedir.
Hemen her yıl olduğu gibi 2005 yılında da
Amerikan yönetimi bu senaryoyu bir önceki yıl
kaldırmış olduğu tozsuz rafından indirerek
Türkiye’ye karşı oynamış/oynatmıştır.
2005
yılı Nisan ayında Ermenilerin ABD Başkanı
Bush’a sözde soykırımı kabul etmesini
istedikleri mektuba Bush, Ermenilerin istediği cevabı
vermemiş ancak, Ermenileri de incitmeyen bir üslupla
karşılık vermiştir.
Ermenilere
yazdığı cevabi mektupta: 'Ermeni Anma Günü'nde,
Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde 1.5
milyon kadar sürgüne zorlanan, kitle halinde öldürülen
Ermenileri hatırlıyoruz. Bu korkunç olayı,
pek çok Ermeni (büyük felaket) olarak anıyor.
Bu korkunç can kaybı dolayısıyla en
derin taziyelerimi iletmede Amerikalılar ve bütün
dünyadaki Ermenilere katılıyorum'' ifadelerini
kullanan Bush, 'bugün Ermeni halkının acısını
yansıtan bu insanlık trajedisinin 90'ıncı
yılını anarken, bağımsız Ermeni
devletinin geleceğine doğru bakıyoruz. ABD,
Ermenilerin terörizmle savaşta ve barışçı
ve demokratik bir Irak'ın kurulmasındaki katkılarından
minnettardır.” şeklindeki cevabında
Ermenileri onurlandırmaktan geri kalmamıştır.
Bush’un Nisan ayında Ermenilere hitaben verdiği
yazılı açıklama karşısında
Türkiye memnun olmuş ve hemen her yıl olduğu gibi
“Yaşasın Başkan “Genocide”
(soykırım) kelimesini kullanmadı.”
şeklindeki tavrını sürdürmüştür.
2005
Nisan ayında ABD’de Ermeni sorunu konusu bu yıl için
kapandı derken birden bire Eylül ayı içerisinde
ABD Kongresi’nde iki Ermeni tasarısı komitelerde
kabul edilmiştir. Komitelerde oylama öncesi yapılan
Türkiye aleyhtarı konuşmalarda diğer yıllardan
farklı olarak 1 Mart 2003 Tezkeresi eleştiri
konusu olmuştur. Oturumda söz alan milletvekilleri 1
Mart Tezkeresi’nin Amerikan askerlerine Türkiye’den
cephe açmasına izin vermediğini ve bu tezkere
sebebiyle Amerikan askerlerinin hayatlarını kaybettiğini
ifade etmişler ve Türkiye’nin Suriye yanlısı
politika izlemesinden son derece rahatsız olduklarını
ve bu yüzden Ermeni tasarısını desteklediklerini
bildirmişlerdir. Ayrıca Komitelerde gerçekleşen
konuşmalarda Orhan Pamuk için Türkiye’de
açılan dava eleştirilmiştir.
Türkiye
ile yaptığı pazarlıklarda Ermeni sorunu konusunu
nasıl ve ne şekilde kullandığını
göstermesi bakımından önemli olmuş ve tarihi
kayıtlarda yerini almıştır. Ancak ABD’de
oldukça hızlı bir şekilde gündeme taşınan
Ermeni sorunu konusu ile ilgili bir takım sorular ortaya
çıkmıştır:
-
ABD, böylesine ve birdenbire iki Ermeni tasarısını
Kongresi’nde gündeme neden taşıma/taşıtma
ihtiyacı duydu?
-
ABD, 2006 yılı bahar hazırlıklarına erken mi
başladı?
-
ABD Kongre’sine alelacele getirilen ve komitelerde kabul edilen
bu tasarıların Türkiye’nin AB takviminde önemli
dönüm noktalarından birisi olan 3 Ekim süreci ile
bir ilgisi olabilir mi?
-
Komitelerde kabul edilen bu tasarıların Temsilciler Meclisi
veya Senato’da kabul edilme ihtimalleri var mı?
-
Bundan sonra komitelerde kabul edilen bu tür tasarıları
bekleyen prosedür nedir?
-
ABD, Ermeni tasarısını resmen (bugün veya yarın)
kabul etse ne olur?
Son
İki Tasarının Anlamı Ne?: Beyaz Saray 2006 Bahar
Hazırlıklarına Erken mi Başladı?
Türk
dış politikası açısından 2005 yılında
en çok tartışılan konulardan birisi de
Türk-Amerikan ilişkilerinin seyri olmuştur. Amerikalı
üst düzey yetkililerin bir anda yapmış oldukları
Türkiye karşıtı açıklamaları ve
Batılı şirketlerin Türkiye’de Amerikan
karşıtlığının yüzde 84’lere
vardığını belirten anketleri, Türkiye’de
özellikle ABD’yi Türkiye için vazgeçilmez
olarak görenleri dahi önemli bir çıkmazın
içersine sokmaya yetmiştir.
1950
sonrası Atlantikçi zihniyetle donanımını
tamamlamış olan aydın, politikacı, gazeteci,
yazar ve bürokratları içerisine alan bu grup,
ABD’den üst düzeyde yükselen Türkiye
karşıtı açıklamalar karşısında
kısa süreli bir bocalama devresi geçirdikten sonra
Türkiye’nin ABD ile mi yoksa AB ile mi yoluna devam etmesi
gerektiği yönünde tartışma başlatmışlardır.
Türkiye’nin 2004 yılından beri en büyük
sorunlarından birisi olan Kıbrıs konusunda ve AB
ilişkilerinde oldukça önemli kararlar alma
aşamasının içerisinde bulunduğu atmosferde
bir anda ateşlenen Amerikan karşıtlığı
furyası sadece dışarıdan değil Türkiye
içinden de teşvik edilmiştir.
ABD’li
şahinlerin birden bire Türkiye üzerinde olumsuz tavır
sergilemelerinin altında yatan sebep/sebepler nedir?
Mevcut
gelişme Amerikalı şahinler tarafından Türkiye’yi
alternatifsiz bırakarak AB’nin Türkiye’den
istediği ama Türkiye’nin oldukça riskli
bulduğu konuları kabul ettirmeye yönelik bir
psikolojik hareket olarak mı düşünüldü
yoksa ABD’nin 2006 öncesinde Orta Doğu’da
gerçekleştirmeyi planladığı operasyonlarda
Türkiye’yi tam olarak yanına alarak daha rahat
hareket ve destek imkanı sağlama amaçlı
Türkiye’ye bir yıl öncesinden göz dağı
verme denemesi miydi? Bu yaklaşımların her ikisi
doğru da olabilir yanlış da. Birinci yaklaşımın
doğruluğu/yanlışlığı
tartışılabilir olsa da ikincisinin doğru olup
olmadığını 2006 yılı belirleyecektir.
ABD’nin
iki Ermeni tasarısını, Kongre’ye
taşıyarak/taşıtarak komitelerden çıkartmasının
zamanını, Türkiye’nin 3 Ekim 2005 AB ile
müzakerelere başlama/şartlı başlama
dönemine denk getirmesi, Amerikan yönetiminin Ermeni sorunu
konusunda AB üyeleriyle aynı görüşü
paylaştıklarını göstermesi bakımından
önemli bir hamle olarak algılanmalıdır/algılanmalı
mıdır? Burada kullanılan “Amerikan yönetimi”
tabiri, sıradan kullanılmamıştır. Zira,
Amerikan Kongresi’nde özellikle dış politik
konular üzerindeki tasarılar Beyaz Saray yönetimin
onayı alınmadan komitelere taşınamaz. Dahası,
Orta Doğu’da büyük hesapların ve
beklentilerin olduğu sıcak bir dönemde Senato ve
Temsilciler Meclisi’ndeki Kongre üyelerinin Amerikan
yönetiminden bağımsız olarak hareket etmeleri,
tasarı hazırlayarak komitelere ve genel kurula sokma
hazırlıklarına girişmeleri neredeyse imkansızdır.
İncirlik
Üssü’nün kullanım süresinin bir yıl
uzatıldığı Nisan 2005’in üzerinden
daha 5 ay gibi bir süre bile geçmemişken Kongre’ye
iki tasarı birden getirtilerek komitelerden geçirtilmesi
ya Ermenilere 90. yıl armağanı olarak önceden
vaat edilmiş bir sözün yerine getirilmesindeki ilk
adımlardır ya da AB’nin Ermeni sorunu konusunda
yaptığı baskılara destek verme amaçlı
bir girişim olarak gerçekleştirilmiştir. Bu
tezlerden hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu
da ilerleyen zaman gösterecektir.
Komitelerde
onaylanan tasarıların Temsilciler Meclisi ve Senato’dan
kabul edilerek çıkması kararını verecek
olan mercii Beyaz Saray yönetiminin kendisidir. Daha önceki
tasarılarda olduğu gibi meclis başkanı eğer
isterse tasarıları genel kurula sokmayabilir. Nitekim 2000
yılında Bill Clinton ve Genelkurmay Başkanı Henry
Shelton’ın Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis
Hastert’e gönderdikleri -tasarı yüzünden
ciddi ulusal güvenlik kaygılarının olduğunu
belirten- mektuplarıyla, tasarının genel kurula gelişi
Hastert tarafından durdurulmuştu.
Ermeni
tasarılarını meclis gündemine taşıyıp
taşımama konusunda artık uzman olan Temsilciler
Meclisi’nin Cumhuriyetçi Başkanı Dennis
Hastert’ın Beyaz Saray’ın izni olmadan yanlış
bir girişimde bulunması mümkün değildir.
Kongrenin
normal prosedürü, tasarının önce Temsilciler
Meclisi alt komitelerinden birinde görüşülmesi
sonra genel kurula yani Temsilciler Meclisi’ne taşınması
ve daha sonra Senato’da görüşmeye açılması
şeklindedir. Eğer Senato kabul ederse bu defa Amerikan
yönetimine yani Başkan’ın imzasına
gönderilmesi gerekmektedir.
Süreçlerden
birisi de Senato’da tasarı reddedilirse (Aynı şey
Temsilciler Meclisi için de geçerli) tasarı bu
defa Konferans Komitesi’ne gönderilir. Konferans Komitesi
tasarıyı onaylarsa, tasarı tekrar meclis başkanlarına
gönderilir. Ve bundan sonra Temsilciler Meclisi Başkanı
ve Senato Başkanı tasarıyı onaylarsa ABD
Başkanına imzaya çıkartılır.
Görüldüğü gibi, oldukça uzun bir
süreç var tasarının önünde...
Tasarı
ile ilgili Türkiye kanadının zihnindeki soru ise
tasarının genel kurula çıkıp
çıkmayacağıdır. Veya çıkarsa
ne olacağı hususudur?
Ve
en kötüsünü düşünmek...
Tasarı
hem Kongreden hem Başkandan onay alarak yasalaşırsa ne
olur?
Aslında
bu sorunun cevabı oldukça basit. Bağlayıcılığı
olmayan, Amerikan politikasında geleceğe yönelik
hiçbir yaptırım, hatta somut bir yönlendirme
gücü taşımayan, hatta ilerideki dönemlerde
kendisini de sıkıntıya sokacak olan
(Kızılderililer sorunu, Afrika köle ticareti vd.gibi
konularda) iç siyaset esinli bir karar olarak tarihteki yerini
alır. Çünkü benzer tasarılar Amerikan
Kongresi’nden ve yönetimi tarafından 1895’te,
1896’da zaten çıkmıştı. 1920’de
benzer bir Ermeni karar tasarısı onaylanmıştır.
Yakın dönemde 1975 yılında yine bir Ermeni
tasarısı Temsilciler Meclisi’nden onaylanarak çıkmış
ve tarihteki yerini almıştı.
Karar
tasarısının ABD Kongresi’nden çıkışını
Fransa örneğinde olduğu gibi gerek Erivan yönetimi
gerekse Ermeni lobisi kendisi açısından zafer
sayacaktır. Böyle bir olasılıkta
Ankara-Erivan ilişkileri biraz daha gerginleşmiş
olacaktır. Ancak asıl sorun Ankara-Washington ekseninde
yaşanacaktır. Böylesi bir durum, Ankara’yı
tarihi bir adım olarak, Türk–Amerikan ilişkilerinin
geleceğine ilişkin yeni kararlar almasına itecektir.
Johnson Mektubu karşısında İsmet İnönü’nün
dediği gibi: “Yeni bir dünya kurulur.
Türkiye’de bu dünyada yerini alır.”
misali.
Her
şeye rağmen Amerikan yönetimi, Türkiye’yi
göz ardı ederek Ermeni tasarısını resmen
kabul etme gibi bir hatayı yapma gafletine düşer ve
Türkiye’deki iktidar da, ABD’nin bu kararını
sindirme politikası içerisine girme eğilimini
sergilerse bu defa Türk milleti için onurlu bir
iktidar hayali oluşur ve Türk milleti bu yeni iktidar
için, sandıktaki yerini alır.
Dr.
Şenol KANTARCI
skantarci@fef.sdu.edu.tr