3 Mayıs 2009 Pazar

MENDERESİ'İN İDAMININ TÜRK SİYASETİNE YANSIMASI



MENDERESİ'NİN
İDAMININ  TÜRK SİYASETİNE YANSIMASI


Ziya
Gökalp Görentaş


Türkiye,
ordu-siyaset ilişkisi denildiğinde, genelde Türkiye'de
anlaşıldığı anlamı ile ordunun askeri
müdahaleler ile siyasal süreci şekillendirdiği
ülkeler sıralamasında en önde yer alanlar
arasındadır. Cumhuriyet tarihi boyunca TSK (Türk
Silahlı Kuvvetleri) , beş kez fiili bir kez ise dolaylı
yoldan siyasal yaşama müdahalede bulunmuştur. Bu
müdahalelerden 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül
1980’deki müdahaleler fiili darbe niteliği taşımakla
beraber başarılı  darbe girişimleri 
olurken, kurmay Albay Talat Aydemir’in 22 Şubat 1961 ve 21
Mayıs 1963 tarihindeki girişimleri başarısız
darbe girişimleri olarak kalmışlardır. Türkiye’de
darbe olarak nitelenebilecek ve kamuoyunun  “post modern
darbe” olarak adlandırdığı 28 Şubat
1997’deki MGK (Milli Güvenlik Kurulu)  kararları
ise ordunun siyasal yaşama dolaylı müdahalesidir.
Ancak tüm bunların yanında, ordu-siyaset ilişkisini
Türkiye’de anlaşıldığı şekli
ile ordunun darbe yapması çerçevesinde izah edip,
“ordu siyasetin dışında kalmalıdır”
şeklinde bir tavır sergilemek de pek gerçekçi
olmaz.



 



Kendisi siyasal bir kurum olan ordunun ne Türkiye’de ne de
dünyanın başka bir yerinde siyasetin dışında
kalması mümkün değildir ve dünyadaki bütün
ordular ‘bir şekilde’ siyasetin içindedirler.

Önemli olan da bu “şekil”dir. Çünkü
bütün dünya orduları siyasetin içinde yer
alırken, yer alış şeklini ülkenin ve ordunun
tarihsel birikimi, sosyal, ekonomik, politik ve kültürel
yapısı belirlemektedir. Bu bağlamda demokratik rejim
ve demokratik kültürün yerleşmişliği
ile siyasetçilerin uzak görüşlülüğü
ve uzlaşma yeteneği de ordunun yerini belirlemektedir.

 


Bu
çalışmayı, üzerinde çok konuşulmuş,
çok şey yazılmış olan Adnan Menderes’in
idamının, Türk siyasi hayatına yansımaları
konusu üzerine bina ederek, bunun yanı sıra
Menderes’in hayatını, partisi olan DP (Demokrat
Parti) iktidarını,  27 Mayıs sürecini
başlatan etmenleri ve bütün bunların basına
yansımalarını tarafsız bir bakış
açısıyla, yararlandığım kaynaklar
ışığında yansıtmaya çalışacağım.  


 


 


 


 


 


ADNAN
MENDERES’İN HAYATI , SİYASİ YAŞAMI ve
DP’NİN İKTİDARDAKİ YILLARI


 


1-Adnan
Menderes kimdir?

 


Kimilerine
göre Adnan Menderes ülkede sermayenin tabana yayılmasında,
çok partili sisteme geçişte görev almış,
daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük isteyenlerin
sesi olarak parlamentoya girmiş önemli bir devlet adamı,
kimilerine göre ise her mahallede bir milyoner yaratma iddiaları
ile ortaya çıkan,  ülkeye borçla
kalkınma modelini getiren, "Ankara sizin için hiç
bir şey vermiyor" diyerek halka, oyun bir bedel karşılığı
verilmesini öğreten, tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanunun
kaldırılması gibi popülist politikalar peşinde
koşan ve iktidar hayatı boyunca yanlış
icraatlarda bulunmuş bir politikacı olarak nitelendirilir.


 


Ancak;
devlet adamı kimliğinin dışında, insan
olarak Adnan menderes, 1899 yılında Aydın’da
doğdu. Babası İzmirli Katipzade İbrahim Ethem
Bey, annesi Aydınlı Hacı Alipaşazadeler’den
Tevfika Hanım’dır.Anne ve babasını küçük
yaşta kaybetti. Onu anneannesi büyüttü. Tahsil
hayatına İzmir İttihat ve Terakki Mektebi’nde
başlayan  Menderes, Kızılçulu Amerikan
Koleji’nde okurken misyonerlerle başı derde girdiği
için, çeşitli makamlara müracaat etti.
Müracaat ettiği makamların birinin başında
Celal Bayar vardı. Bayar’la böyle tanışmış
oldu.



Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitiren Adnan Menderes, Birinci
Dünya Savaşı sırasında yedek subay olarak
askerliğini yaptı. İzmir’in işgalinden
sonra iki arkadaşı ile birlikte Ay yıldız Çetesi
ile ve daha sonra da Söke’de piyade alay yaveri, Sandıklı
süvari bölüğü subayı olarak Milli
mücadeleye katıldı. (kırmızı şeritli
İstiklâl Madalyası aldı.).



 


1a-Siyasi
Hayatı Nasıl Başladı?

 



Adnan Menderesin siyasi hayatı, Fethi Okyar ve bazı
arkadaşları tarafından kurulan (1930) Serbest
Cumhuriyet Fırkası ile başladı. Menderes partinin
Aydın teşkilatını kurdu ve il başkanı
seçildi. Bu parti dağılınca CHP’ye
katıldı, partinin il teşkilatını yeniledi ve
burada da il başkanıydı. Daha sonra Menderes, CHP
Aydın milletvekili olarak (1931) TBMM’ye ilk adımını
attı ve 1945 yılına kadar  mecliste komisyon
raportörlüğü görevini yürüttü.
(bir ara parti müfettişliği görevinde de
bulundu.)



 


1b-Menderes,
CHP’den neden koptu?

 


Adnan
Menderes, 1945 yılında Saraçoğlu Hükümeti’nin
getirdiği Toprak Kanunu Tasarısı tartışılırken,
bu tasarıyı şiddetle reddederek, mecliste’de her
fırsatta bu tasarıya yönelik eleştirilerini
sürdürdü. Kısa bir süre sonra, Celal Bayar,
Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte Dörtlü
Takriri (önergeyi) imzaladı. Ana hatlarıyla,
vatandaşların siyasi hak ve hürriyetlerini daha ilk
Teşkilat-ı Esasiye kanununun getirdiği genişlikte
kullanmaları imkanını sağlanmasını
isteyen bu önerge, CHP grubunda reddedildi. Bu arada Adnan
Menderes ve diğer önerge sahipleri, önergeyle paralel
görüşleri basına savundular ve bu tutumları
parti disiplinine aykırı görülerek, Menderes,
Köprülü ve Koraltan, partiden çıkarıldı.
Celal Bayar ise önce milletvekilliğinden, sonra CHP den
istifa etti.



 


2-DP’nin
(Demokrat Parti) kuruluşu ve Gelişimi
:

 



Menderesle
başlayan, CHP’deki yaprak dökümü, Demokrat
partinin kurulmasıyla sonuçlandı (7 Ocak 1946). Bu
tarihten itibaren Menderes Türk demokrasi tarihinin belli başlı
simalarından biri olarak sivrildi. 1946 seçimlerinde
Demokrat partinin meclise getirebildiği 62 milletvekili arasında
Kütahya temsilcisi olarak Adnan Menderes’te bulunuyordu.
Menderes, Demokrat partinin kurucularından ve genel idare kurulu
üyelerinden biri olarak hem TBMM’de hem bütün
memlekette yeni partinin Celal Bayar’dan sonra gelen temsilcisi
durumuna geldi. Başta hürriyetler olmak üzere, çeşitli
konularda, mecliste ve memleketin her köşesinde yaptığı
konuşmalar kamuoyunda yankılar uyandırdı.
“Menderes’in DP’nin muhalefet devresinde ortaya
çıkan hatiplik gücü, siyasi hayatının
en önemli silahlarından biriydi.”
1Demokrat
parti içinde daha muhalefet devresinde baş gösteren
ayrılıkların çözümlenmesinde de
önemli rol oynayan Menderes 14 mayıs 1950 seçimlerinde
oyların yarısından fazlasını alarak 416
milletvekili çıkarınca yeni iktidarın başı
diye ilk akla gelen isim oldu.



 



 



 



 



2a-DP iktidarı yılları ve Menderes Hükümetlerinin
iç ve dış politika icraatları:

 



Menderes, 10 yıl süren Demokrat Parti iktidarının
tek başbakanıdır. 22 Mayıs 1960’a kadar beş
hükümet kurdu. Demokrat partinin ve Menderesin bu on yıllık
iktidarı, son derece önemli icraatların yanı sıra
Türkiye’nin iç ve dış siyaset tarihinde
önemli adımlar atılan bir devreyi oluşturmuştur.
DP iktidarı sırasında yapılan, ülkenin
sosyal ve iktisadi yapısını değiştirmeye
yönelik olumlu icraatları şöyle sıralayabiliriz;



        Tarım
alanlarında hızla modernleşmeye gidilmiş, verim
artırıcı faaliyetlerle , kara sabandan makineli tarıma
geçilmiştir.



        Başta
şehirlerarası karayolu ağı olmak üzere
köylere kadar yollar asfaltlanmış ve binlerce köy
içme suyuna kavuşturulmuştur.



        Limanlar ve
barajlar inşa edilmiş, şeker, dokuma ve çimento
fabrikaları kurulmuştur.



        Özel teşebbüs
teşvik edilmiş, büyük şehirlerin gelişmesi
desteklenmiştir.



        Yurdun çeşitli
yerlerinde yeni üniversiteler, yüksekokullar, lise ve
ilkokullar açılmıştır.


 



Menderes
başbakanlığı yılları dış
siyaset bakımından da çok hareketli geçti:
Kore savaşına katılma kararı, “(20 Temmuz
1950), NATO’ya giriş (18 Ocak 1952),
Türkiye-Yugoslavya-Yunanistan dostluk ve işbirliği
antlaşması (28 Şubat 1953), Balkan antlaşması
(9 Ağustos 1954), Bağdat Paktı (24 Şubat 1955),
Kıbrıs konusunda Zürich (11Şubat 1959) ve Londra
antlaşmaları (, Kıbrıs konusunda Zürich
(11Şubat 1959) ve Londra antlaşmaları (19 Şubat
1959)”
2
bunlardan en önemlileridir. Menderes ve hükümetlerinin
dış siyaseti, ana prensip olarak batı ittifak
bloklarına dayanmak, bunun yanında Balkan devletleri,
Yakındoğu’da İran, Irak, Pakistan arasında
huzur ve anlaşma sağlayarak SSCB’nin dış
siyasetine karşı denk bir siyaset gütmek diye
özetlenebilir. Ancak bu arada Türk başbakanları
arasında dünyada en çok tanınanları
arasına giren Menderes’in dış siyasetinde de
bazı olumsuz neticeler vardı: Kıbrıs meselesinin,
varılmış olan anlaşmalara rağmen askıda
kalması, NATO antlaşmasına dayanan ikili antlaşmaların
bazı haklı tepkilere yol açması, Bağdat
Paktına karşı Arap devletlerinin tepkisi gibi.


 



Menderes
Hükümetlerinin iç siyasetteki durumu, DP’nin
iktidara geçtiği ilk günden itibaren çeşitli
sebeplerle çok hareketli ve dalgalı oldu. Çok
partili sistem, ileri sağdan ileri sola kadar farklı
ideolojilerin siyasi alanda teşkilatlanmasına, böylece
su üstüne çıkmasına imkan verdi. “Fikir
ve basın hürriyetleri, tek parti yönetiminin
baskısından kurtulan her çeşit sosyal görüş
ve felsefeye rahat çalışma ve yayılma alanı
sağlıyordu. DP’nin hedeflerinden biri de 1924
Anayasasının temel ilkesi olan “kuvvetler birliği”ni
yalnız şekil olarak değil,  gerçek
anlamıyla uygulamaktı; bir yandan  bu ilkeye karşı,
milli irade ve hakimiyeti temsil yetkisini TBMM ile üniversite,
Anayasa mahkemesi gibi diğer bazı kuruluşlar arasında 
paylaştırmayı öngören tezler ortaya
atılıyor, bir yandan Atatürk devrimlerinin tehlikeye
girdiği öne sürülüyor ve toplum bir sınıf
kavgası tehlikesinin eşiğinde duruyordu.”
3
Kısaca DP’nin iç politikadaki durumunu: “Adnan
Menderes ve partisi daha kurulduğu günden itibaren bir
ideolojiler çatışmasının içine
düşmüştü.” Sözüyle
özetleyebiliriz.


 



 



27 MAYIS SÜRECİ:


 


1-DP’ye
ve Menderes’e karşı yükselen Muhalefetin
nedenleri:

 



Menderesin hazırladığı hükümet
programına ve bazı icraatlarına muhalefet edenler
“61’ler grubun”u oluşturdular. Ayrıca
bunlar, yolsuzlukları yapan bakanların hakkında 
meclis araştırması yapılmasını
istiyorlardı.


Diğer
bir tartışmada T.C.K 481. devlet memurları statüsüne,
milletvekili ve bakanların kabul edilmemesi ve suçlamaların
gazetelerce delillerinin sunulmaması kanununa muhalefet
edilmişti. Bunlarda “19’lar grubunu”
oluşturuyordu.“19’lar” Menderes Kabinesi iç
işleri bakanı Fevzi Lütfü Kara Osmanoğlu’nun
başkanlığında DP’den ayrılarak
“Hürriyet Partisini” kurdular. Bu parti yürümedi
ve milletvekillerinden çoğu CHP’ye katıldı.



Bir yandan her sahada girişilmiş
kalkınma hareketlerinin, bir yandan birkaç cephede birden
açılmış kavgaların idaresinde en büyük
görev Adnan Menderes’e düşüyordu. Bu
kavgaların 1954 seçimlerine kadar ki ilk tepkileri de,
1951’den itibaren başladı: “DP hükümetinin
kendi açısından ilk önemli hatası, kendini
destekleyen Türk Milliyetçiler Derneği’nin
kapatılmasıdır.”
4
“(23 Ocak 1953)  .bunun dışında: 
“Halk evlerini hazineye intikal ettiren kanun (2 Mayıs
1951), Atatürk’e Saygı kanunu (21 Temmuz 1951),
Sosyalist partisinin kapatılışı (18 Haziran
1952), Millet Partisinin kapatılışı (8 Temmuz
1953), profesörlerin partilerde fiili görev almasını
engelleyen kanun (21 Temmuz 1953) vicdan hürriyeti kanunu (23
Temmuz 1953), CHP mallarını haczedip, hazineye devreden
kanun (14 Aralık 1953).”
5Menderes
hükümeti muhaliflerini artıran ve mevcut muhaliflerin
tepkilerini daha da arttıran olaylardır.


 



1954 seçimlerini 504’e
karşı 31 milletvekili ile kazanan DP ülkenin içinde
bulunduğu mali ve iktisadi krizle, 1953 yılında
CHP’nin mallarının haciz edilerek hazineye konulması
üzerine oluşan muhalefet ve Kıbrıs’la
ilgili muhalefet tartışmalarıyla karşılaşıyordu.
1954 seçimleri, iç siyaset alanındaki çekişmelere
rağmen, halkın DP iktidarını 1950’ye göre
daha fazla tuttuğunu gösterdi. DP ve Menderes için
tam bir zafer olarak beliren 1954 seçim sonucunun sebepleri
vardı: iktisadi gelişme hızla en büyük
şehirlerden köylere kadar yaygınlaşmıştı,
DP iktidarı halk kitlelerine daha önceki iktidarların
göstermediği bir yakınlık ve ilgi göstermişti,
halk kitlelerinde CHP iktidarının kötü hatıraları
devam ediyordu. Aydınlar DP iktidarından henüz
şikayetçi değildi.



1955 yılı iktisadi
krizle başladı. Hızlı kalkınma hareketinin
sonucu sayılabilecek dış borç yükünün
ve enflasyonun ağırlığı birçok
şehirde hissedilir oranda arttı. Bu zorluklar bir yandan
muhalefete yeni sloganlar sağlarken, bir yandan da DP içinde
yeni huzursuzluklar yol açtı. Aydınlar arasında
DP’den ve  Menderes’ten şikayetler başladı.
Sol ideolojilerin sözcülerine göre demokrat iktidar ve
lideri Menderes, 1946’da başlamış büyük
halk hareketini burjuva sınıfı lehine dejenere
etmişlerdi ve onlara göre Menderes, burjuvazinin ve büyük
toprak ağalarının temsilcisiydi. Bu arada sağ
ideoloji temsilcileri de demokrasi iktidarını ve Menderes’i
sol’a  taviz vermekle suçladılar. Ayrıca
Menderes, aralarında yakın arkadaşlarının da
bulunduğu bir kısım demokrat milletvekilleri
tarafından da şahsi davranmakla suçlandı.


1955’te
6/7 Eylül olaylarının patlak vermesiyle, İstanbul’da
sıkıyönetim ilanının, Menderesin bazı
yakın arkadaşları ve eski bakanları tarafından
Hürriyet partisinin kurulmasının (19 Kasım 1955),
Demokrat parti grubunun Menderes dışında hükümeti
istifaya  zorlamasının (29 Kasım 1955), toplantı
ve yürüyüşleri kısıtlayan yeni bir
kanun çıkarılmasının (27 Haziran 1956),
bütün muhalif partilerin “güçbirliği”
şeklinde birleşmesinin (4 Eylül 1957) ve nihayet
partilerin aday gösterme imkanlarını daraltan ve aday
listelerinde değişiklik yapılmasını önleyen
yeni bir kanun çıkarılmasının (11 Eylül
1957) yarattığı gergin hava içinde 1954
seçimine oranla önemli bir azalma olmakla beraber DP
ertesi seçimi de kazandı (1957). Bu seçimden sonra
Demokrat parti ve Menderes, ya CHP’nin anayasa konusunda ortaya
attığı yeni tezi hiç olmazsa kısmen
benimseyecek, ya da anayasanın temel ilkesi olan “milli
iradenin tek temsilcisi Büyük Millet Meclisidir”
esasına ve meclisteki çoğunluğa dayanarak
kavgaya  devam edecekti. Menderes ikinci yolu seçti ve
partiler arası çekişme şiddetini artırarak
devam etti ve bu defa meclis içindeki kavgalar meclis dışına
da taştı. Bu arada Menderes 1957 seçimlerinden
sonrada hala halkın desteğini elinde bulundurur gibi
gözükse de halkın içinde var olan ve daha önce
desteklerini aldığı aydın kitlesinin desteğini
yitirmeye başlamıştı. Bunun en önemli
sebebi: Menderesin arzu ve isteklerini, yakın mesai
arkadaşlarına ve DP milletvekillerine kolayca kabul ettirip
istediği kararların TBMM’de alınmasını
sağlıyor ve bu durumda aydınlar arasında Menderes
“şahsi” yönetim kurmakla suçlanıyordu.
Tüm bu gelişmelerin üstüne 15 Ocak 1958 günü
dokuz subayın hükümet aleyhinde komplo suçuyla
tutuklanması, 8 Haziran 1958’de basın yoluyla işlenen
suçların alanını genişleten kanunun
çıkarılması, TBMM’de yumruklaşmaya
kadar giden kavgaların devamlı bir hal alması ve
meclis iç tüzüğünde milletvekillerinin
kürsüdeki konuşmalarının gerektiği
takdirde tutanaklara geçirilmemesini sağlayan
değişikliğin yapılması gibi tansiyonu
yükselten bir dizi olay da eklenince Menderes ve DP hükümeti
halk arasında da tartışılır hale gelmişti.


 


1a-27
Mayıs sürecini başlatan etmenler :


 



Silahlı kuvvetlerin 27 Mayıs 1960’ta yönetime el
koymasıyla sonuçlanan olaylar dizisi aslında bir yıl
önce başlamıştı. Bu çalışmada
daha öncede belirttiğim gibi olaylı geçen 1957
seçimlerinden sonra şiddetlenen ve mücadeleleri
meclis dışına taşan CHP/DP  çekişmesi
gittikçe içinden çıkılmaz bir hal
almaya başladı. CHP, DP iktidarına karşı
sertleşen bir mücadeleye girişti, iktidar ise bu
mücadeleyi TBMM dışına taşan şiddet
tedbirleriyle karşıladı. CHP lideri İnönü’nün
1959 mayısında çıktığı yurt
gezisi, ilk büyük olaylara sebep oldu. Uşak’ta
DP’li bir grup, CHP lideri aleyhinde gösteri yaparak onu
taşladı. İnönü başından yaralandı.
Üç gün sonra İstanbul’a
gelirken
Topkapı’da benzer bir gösteriyle
karşılandı ve muhtemel bir suikasta uğramaktan
askeri birliklerin müdahalesi sayesinde kurtuldu. Bu olaylarla
birlikte basına karşı olan tedbirlerde sertleşiyordu.
Gazeteler, konan yayın yasakları yüzünden
olaylardan bahsedemiyor, muhalefet yapan gazete ve dergiler
kapatılıyor, gazeteciler hapse atılıyordu. Bu
arada iktisadi güçlüklerde artmıştı,
DP iktidarının son dönemlerinde her zamandan daha çok
ihtiyaç duyduğu dış kredileri kendisine
vermemekte kararlı davranan ABD ve öteki Batılı
devletler, Menderes’in sermaye açığını
kapatmak üzere SSCB ve Doğu Avrupa ülkeleriyle
ilişkileri geliştirmek istediği ve SSCB’ye bir
ziyaret planladığını açıkladığı
sırada desteklerini kesin olarak DP’den çekmişlerdi.
Türkiye’de ise DP muhalifleri, hükümetin
popülist politikalarını, herhangi bir hesaba
dayanmaksızın yalnızca anti-komünist bir kale
olma karşılığında  Batı’dan
durmaksızın kredi akacağı varsayımına
dayanmakla suçluyorlardı. Bu arada  yolsuzluk
söylentileri de yaygınlaşmaya başlamıştı
ki bu da halkın desteğinin, DP ve Menderes aleyhine olarak
azalmasının önemli bir nedeniydi.



1959 yılı da iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkiler
açısından son derece gergin geçmişti. Bu
gerginlik 1960'a girildiğinde bir türlü yumuşamak
bilmediği gibi daha da sertleşmeye başlamıştı.
7 Nisanda DP Meclis Grubu bir bildiri yayımladı:



Bildiride, CHP'nin ülkedeki bütün yıkıcı
grupları çevresinde topladığı, halkı
orduyu iktidara karşı ayaklanmaya kışkırttığı
öne sürüldü. Bu bildirinin ardından DP
Meclis Grubu TBMM Başkanlığı'na muhalefetin
eylemlerinin soruşturulması için bir önerge
verdi.


Önerge
18 Nisan’da Mecliste büyük bir çoğunlukla
kabul edildi. Yasaya göre bir Tahkikat Komisyonu oluşturulacak
ve bu komisyon üç ay boyunca muhalefetin ve basının
eylemlerini soruşturacaktı. Muhalefet ve basını
soruşturmak için Tahkikat Komisyonu kurulması ülkede
geniş yankı yaptı. Üniversite profesörleri,
komisyon görevine başlar başlamaz, bu kanunla
anayasanın açıkça ihlal edildiğini
bildirdiler. Aynı gün,  Ankara ve İstanbul'da
öğrenciler protesto gösterileri düzenlediler. 26
Nisanda İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri
baskıları protesto ederken, 28 Nisanda da öğrenciler
merkez binada bir toplantı düzenlediler. Güvenlik
güçlerinin toplantıya müdahale etmesiyle olay
çıktı. Üniversite içinde başlayan
çatışma Beyazıt Meydanı'na taştı.
Buradaki çatışmada bir öğrenci, aldığı
bir kurşun yarasıyla hayatını kaybetti. Olaylar
nedeniyle Ankara ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan
edildi ve gece sokağa çıkma yasağı kondu,
ancak öğrencilerin gösterileri durmadı.  30
Nisanda İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda düzenlenen
protesto gösterileri sırasında bir başka öğrenci
hayatını kaybetti. 28-29 Nisan gösterilerinden sonra
bu kez DP yönetimi, 5 Mayıs günü saat 5'te ,
Ankara'da Kızılay Meydanı'nda bir gösteri
düzenlemeye karar verdi. Buna göre iktidar partisine mensup
gençler, Kızılay Meydanı'nda , Meclisten çıkıp
Çankaya 'ya gidecek olan Celal Bayar ve Adnan Menderes'i
alkışlayıp destekleyeceklerdi. Ama iktidara karşı
olan gençler de plandan haberdar oldular ve 555K (5'inci ayın
5'inci günü saat 5'te Kızılay Meydanı'nda)
parolasını geniş bir öğrenci kitlesine
duyurdular. 5 Mayıs günü iktidara karşı olan
gençler, Kızılay'a akın ederken, iktidarı
destekleme amacıyla Kızılay'a gelen DP yanlısı
gençler azınlıkta kaldı. Saat 6 civarında
meydana gelen Bayar ve Menderes burada çok büyük
protestolarla karşılaştı. Hatta bazı
göstericiler Menderes'i tartakladılar. Menderes bir
gazetecinin arabasına binerek meydandan güçlükle
uzaklaştırıldı. “28-29 Nisan 1960’da
başlayıp 27 Mayıs’a kadar hemen her gün
sürüp giden ve DP hükümetini yıkan
muhalefetin başlıca kitlesel dayanağını
oluşturan öğrenci hareketleri büyük ölçüde
CHP’li il örgütleri tarafından örgütlenmiş
ve üniversitelerin önde gelen profesörleri tarafından
desteklenmişti.”
6



Ordu içinde de on yıllık DP iktidarına karşı
alt kademelerden başlayan hareket, protesto gösterileri
sırasında kendini açıkça belli etmeye
başlamıştı. Özellikle 29 Nisan'daki
gösteriler sırasındaki öğrenci-ordu
dayanışması dikkat çekiciydi.


Ankara'daki
5 Mayıs gösterilerinden iki gün önce de Kara
Kuvvetleri Komutanı, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'e
bir mektup göndermiş ve ülkenin içinde
bulunduğu bunalımdan çıkış için
bazı önerilerde bulunmuştu. 21 Mayısta bu kez
Ankara'daki Harp Okulu öğrencileri iktidarı protesto
için bir gösteri yürüyüşü
düzenlediler. Artık ok yaydan çıkmıştı.
Gerginlik doruktaydı. Bu arada Başbakan Menderes, bir
açıklama yaparak Tahkikat Komisyonu'nu başlangıçta
üç ay olarak öngörülen çalışmalarını
tamamladığını, raporun yakında Meclise
sunulacağını kamuoyuna duyurdu.



Ancak bu açıklama darbecileri daha önce almış
oldukları yönetime el koyma kararından vazgeçirmedi.
Geniş bir kesim de ordunun yönetime el koymasını
sabırsızlıkla bekliyordu.



 



 



2-27 Mayıs ihtilali:


 


Menderes'in
Tahkikat Komisyonunun CHP hakkında verilen önerge
hakkındaki çalışmalarını
tamamladığını açıklamasından iki
gün sonra 27 Mayıs 1960'da başkanlığını
Orgeneral Cemal Gürselin yaptığı ve Milli Birlik
Komitesi adı altında toplanan bir subay grubu, emirleri
altındaki askeri birliklerle birlikte Ankara ve İstanbul'daki
bazı önemli yerleri ele geçirdi ve Türk Silahlı
Kuvvetleri adına yönetime doğrudan el koyduğunu
açıkladı.



27 Mayıs sabahı, Silahlı Kuvvetler adına radyodan
yayınlanan bildiride, "Bugün demokrasimizin içine
düştüğü buhran ve son müessif hadiseler
dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek
maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin
idaresini eline almıştır." deniyordu.



 



Eskişehir'den dönmekte olan Başbakan
Adnan Menderes, Kütahya'ya yolunda tutuklanarak Ankara'ya
getirildi. Daha sonra
Celal Bayar,
hükümet üyeleri ve DP'li milletvekilleriyle birlikte
İstanbul'a oradan da Yassıada'ya gönderildi.



 



 


3-27
Mayıs ihtilali siyasal süreci:

 


İhtilalden
ilk aşaması bittikten sonra, Cemal Gürsel 
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Genel
Kurmay başkanlığı görevlerini yüklendi.
Siyasi partilerle ilişkisi bulunmayan 17 bakandan kurulu ilk
hükümet ilan edildi. Başlangıçta
müdahaleyi hazırlayan subaylar açığa
çıkmak istemediler. Fakat İstanbul’dan
getirilen profesörlere hatırlatılan Geçici
Anayasanın bir maddesi, bu subaylardan meydana gelebilecek bir
komitenin yasama meclisinin görevini yüklenmesini
öngörüyordu. 11 Haziran’a kadar devam eden
tartışmalar sonunda Milli Birlik komitesini teşkil
eden 38 subay belli oldu. Bu 38 subayın bir kısmı
yıllar önce kurulan hücrelerin üyesiydiler. Bir
kısmı ihtilal hazırlıklarına son günlerde
katılmıştı. Buna karşılık gerek
müdahalenin gerçekleşmesinde, gerek daha önce
yapılan hazırlıklarda önemli roller oynamış
bazı subaylar çeşitli sebeplerle MBK’nın
dışında kaldılar. MBK üyeleri arasında
değişik eğilimler vardı. Bazıları
müdahaleye “kardeş kavgasını” önlemek
ve demokratik rejimi kurtarmak amacıyla katılmıştı.
Derhal bir kurucu meclisin kurulmasını, yeni bir 
Anayasa yapılmasını ve seçimlere gidilerek
iktidarın sivil yönetime devrini istiyorlardı. Buna
karşılık  bir başka grup, siyasetçilerin
ülkenin ihtiyaç duyduğu reformları
gerçekleştiremeyeceğini düşünüyor,
iktidarı elde etmişken bu reformları tamamlamayı,
sivil yönetime daha sonra geçmeyi uygun buluyordu. Bu
eğilim farklılaşması bir süre sonra komite
içinde sürtüşmelere yol açtı. 30
Ekim günü, Gürsel yayınladığı
resmi bir tebliğde, o güne kadar geciktirilmiş kurucu
meclis yasasının hazırlanmasıyla profesör
Turhan Feyzioğlu’nu görevlendirdiğini bildirdi.
Bu arada anayasa tasarısını hazırlamakla
görevlendirilen bilim komisyonunun da işini bir an önce
bitirmesini istedi. Bu olay MBK’deki ayrılıkları
önlemedi aksine arttırdı. 13 kasım sabahı
Gürsel’in onayı ile köklü reformlar
yapılana kadar iktidarın sivillere devredilmesine taraftar
olan 14 komite üyesi muhafaza altına alındılar.



 



MENDERES’İN İDAMI VE İDAMIN YANKILARI



 



1-Menderes’in yargılanma süreci (Yassıada
duruşmaları)



 



28 Eylül 1960 günü
mahkeme kararıyla DP kapatılarak bir döneme damgasını
vuran siyasal hareketin örgütsel varlığına
son verildi. Birkaç hafta sonra da, 14 Ekim 1960’t
Yassıada’da  özel olarak kurulan Salim Başol
başkanlığındaki Yüksek Adalet Divanı
tarafından, Menderes ve öteki DP yöneticilerinin
yargılanma süreci başladı.



Duruşmalar sırasında dikkat çeken önemli
bir nokta vardı ki bu önemli nokta, duruşmaların 
daha ilk gününden  Yassıada Mahkemeleri’nin
adilliği tartışılır bir hal almıştı:
“Sanıklar, "tabii hâkim ilkesi"ne aykırı
özel mahkemede yargılanıyordu. Başta Adnan
Menderes olmak üzere DP’lileri mahkûm etmek için
Ceza Kanunu değiştirilmiş ve hukuk çiğnenerek
geçmişe yürütülmüş, savunma
hakkı ihlal edilmiş, doktrin ve içtihada aykırı
istisnai karar verilmişti.
Divan Başkanı Başol’un
sanıkların konuşmalarına ve savunmalarına
karşı tavrı giderek sertleşiyordu. Savunmalar
için  tanık ve belge göstermeleri sürekli
olarak reddediliyor, bunun yanı sıra konuşurken
sözleri kesiliyor, savunmalarının bağlantısı
kopuyordu.”7



 



 



 



 



 



2- Menderes’in idamının gerekçeleri:



 


Adnan
Menderes'in ilk yargılandığı dava,  Ayhan
Aydan'dan olduğu iddia edilen çocuğunu öldürttüğü
hakkındaki Bebek Davası oldu. Daha sonra Menderes, 6 -7
Eylül Olayları Davası, Örtülü Ödenek
Davası ve Anayasayı İhlal Davasının da 
açıldığı toplam altı davadan
yargılandı.



16 ay boyunca Yassıada'da kalan Adnan Menderes, hakkında
açılan 6 davadan birinde beraat ederken, diğerlerinden
mahkum edildi. Yüksek Adalet Divanı Menderes'in de
bulunduğu 15 kişiyi idama mahkum etti. Menderes'in
cezası  kararın açıklanmasından bir
gün önce intihar girişiminde bulunduğu için
tedavisi tamamlandıktan sonra 17 Eylül'de infaz edildi.



 



Ancak bütün bunlar Adnan Menderes’in idamının
yargılandığı mahkeme tarafından öne
sürülen gerekçeleriydi. Oysa Menderes’in
idamının arkasında subayların, nedeni hala
belirsizliğini koruyan öfkesi yatıyordu. Çünkü
subaylar, gerek ihtilal sırasında gerekse Yassıada
duruşmaları sırasında basının da
desteği ile halka ve çeşitli yollardan mahkeme
başkanına, Menderes hakkında çıkması
zayıf olmakla beraber muhtemel bir beraat kararına ya da
affedilme kararına tepkilerini sanki önceden ortaya
koyuyorlardı. Bu durum ise Menderes’i bekleyen kaçınılmaz
sonu aylar öncesinden kamuoyuna bildirir nitelikteydi.


 



2a-Menderesin idamının halk, basın ve aydınlar
üzerindeki etkileri:



 



Adnan menderesin idam kararı ve kararın infazı, o
zaman halk arasında fiili olarak hiçbir olumsuz tepkiyle
karşılaşmadı. Basında Menderes hakkında
mahkemenin verdiği kararlar doğrultusunda haberler
yapılıyor, ve yazılan köşe yazılarının
hemen hepsi mahkemenin verdiği kararın doğruluğunu
savunuyor, belki de istedikleri halde bile Yassıada’daki 
mahkemenin etkisinden ve ordunun tepkisinden korktukları için
aksi yönde bir eleştiri yapamıyorlardı, bu durum
halk içinde geçerliydi. Halkın içinde de
kararlardan hoşnut olmayan büyük bir kesimin varlığı
inkar edilemezdi. Bütün bunları, Menderes’in
idamından yıllar sonra bile Türk Siyasi Yaşamında
hala en çok konuşulan ve tartışılan konu
olması nedeniyle iddia edebiliriz. Aydınlar arasında
da önemli bir kesim (darbeye yardım edenler hariç)
Menderes’in idamının Demokrasiye indirilmiş bir
balta, bir zorunlu mola olduğu görüşünü
yıllar sonra açığa vurmuşlardı. 



 



3-Menderesin idamından sonra şekillenen siyasi ortam:



 



27 Mayıs ihtilali ile ülke yönetimine el koyan askerî
güç, yeni bir anayasa yapmak için "Kurucu
Meclis" oluşturdu. Bir yıl içinde hazırlanan
yeni anayasa, 9 Temmuz 1961'de halk oyuna sunuldu. Seçmenlerin
yüzde 81'inin katıldığı oylamada, yeni
anayasa yüzde 61,5 "Evet" oyu ile kabul edildi.
Böylece Türk tarihinde, ilk kez bir kurucu meclis anayasa
hazırlamış ve bu anayasa halkoyu ile kabul edilmişti.
“1961 Anayasası, uzun ve ayrıntılı bir
metin olmakla beraber tam anlamıyla bir sosyal devlet kurmayı
amaçlıyordu.”8
Önemli yenilikler getiriyordu. Millet egemenliğinin
"yetkili organlar eliyle kullanılacağı"
hükmü ile ılımlı bir kuvvetler ayrılığı
prensibi yer aldı. Yasama ve denetim yetkisi TBMM; yürütme
Meclisin içinden çıkmakla birlikte ayrı bir
organ olarak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu; yargı
yetkisi ise bağımsız mahkemelerce yerine
getirilecekti. Önemli değişikliklerden biri de,
TBMM'nin "Millet Meclisi" ve "Cumhuriyet Senatosu"ndan
oluşan "çift meclisli" bir yapıdan
kurulması idi. Ayrıca, yasaların Anayasaya aykırı
olup olmadığını tespit etmek üzere "Anayasa
Mahkemesi" kurularak, yargısal denetime ağırlık
verildi. Temel hak ve özgürlükler, o güne kadar
hiç bir Türk anayasasında görülmemiş
biçimde ayrıntılı olarak düzenleniyordu.
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmalarına
da sınırlar  konuluyordu. Anayasa, Devlete pek çok
sosyal ödevler yüklüyordu. 1961 Anayasası, 1971
yılındaki değişiklikleriyle birlikte 1980'de
yapılan ikinci bir askerî darbeye kadar yürürlükte
kaldı.



 



4-Menderesin idamının günümüz
demokrasi anlayışına etkileri:


 


27
Mayıs ihtilali ve ardından Menderes’in idam edilmesi
olayları, günümüz Türkiye’sinin
demokrasi anlayışına etki eden olayların başında
gelmektedir. Çünkü Türk halkı gerçek
demokrasiyi ancak bu olayları gördükten  sonra
anlamış ama ne yazık ki hiçbir zaman tümüyle
uygulayamamıştır.


 


Menderes
hükümetleri, eleştiri aldıkları icraatlar
olan kaldırdıkları Tekke ve Zaviyeler Kanunu,
demokrasiyi geliştirememeleri, gelir dağılımındaki
dengeyi daha da bozmaları, halkı tembelliğe itecek
girişimleri, yargıyı bağımsız
yapamamaları, ülkeyi borç batağına
sokmaları ve diğer tüm hataları ve yöneltilen
diğer suçlamalar  gibi hata olarak
nitelendirilebilecek icraatlarının cezalarını
sandıkta almalıydılar. Aynı geçtiğimiz
3 Kasım 2002 seçimlerinde sandığa gömülen
liderler ve partiler gibi. Onlar her ne olursa olsun yaptıkları
hataların bedelini sandıkta ödediler. İşte
demokrasinin beyazlığı da buradan gelmektedir.



 


SONUÇ:

 


1-İhtilalin
yorumu:



 Taraflı
tarafsız herkesin kabul etmesi gerekir ki; Adnan Menderes ve
Hükümetleri,  yargıya müdahalenin had
safhaya çıktığı, kendi fikirlerinden
olmayanların yargısız infazlara tutulduğu bir
dönemde, insanları delilsiz yargıladılar,
delilsiz mahkum ettiler, onların da başına aynı
sorun geldi.  Delil olmadan, yargıya müdahale
yapılarak mahkum oldular ve idam edildiler. Mahkemenin ehil
olmaması ve o anki gücün müdahalesi ile onlar
suçsuz oldukları için değil, mahkeme
vazifesini tam olarak yapamadığı ve hukuk devleti
olamadığımız için delilsiz olarak, doğru
ve güvenli yargılama yapılmadan asıldılar.
Menderes'in iktidar olması ile iktidardaki yaptıkları
arasında çok fark vardır, iktidar mücadelesinde
daha fazla demokrasi, bağımsız yargı, gelir
dağılımındaki dengenin sağlanması için
gelen, halktan bunları yapmak için oy toplayan Hükümet
Yargıyı bağımsız yapamamış, gerçek
demokrasiye geçememiş, gelir dağılımındaki
dengeyi sağlayamadı. Daha önce de belirttiğim
gibi bazıları onu yargılayacağına secim
meydanlarında bu görevi halka bıraksa idi, sorunlar
daha adil bir biçimde çözülürdü. 
Demokraside halkın yapması gerekeni birileri demokrasiyi
korumak adına yaptığından demokrasinin
korunmadığı ve gelişmediği görülüyor.
O yüzden Adnan Menderes'in yargılanmasında delilsiz ve
yargısız infaza gidilmiş olması onun suçsuz
olduğunu göstermez, ancak böyle bir  yargılamada
beraat eden kişilerin suçsuz olduğu nasıl
söylenemezse, sanık durumuna düşenlerin de gerçek
suçlu olduğunu söylemek mümkün değildir.
Eğer bir ülkede doğru ve güvenli yargılama
yoksa, yargıya müdahale eden tüm siyasileri sonunda
ayni kader bekliyor, eğer bir lider iktidara geldiği ilk
gün demokrasi ve yargı bağımsızlığı,
hakimin ehil olması için çalışmazsa,
yargıyı kendi çıkarları için
kullanırsa, sonuçta onlar da bir gün delilsiz
yargılanır, yargısız infaza tabi olabilir.



2-Darbeleri
kabullenme:



 



Türk halkı darbecilere karşı direnmemekle, hemen
teslim olmakla, darbecilerin yaptıkları anayasalara onay
vermekle de suçlanır. Doğrudur, Menderes idam
edildiğinde Türkiye’nin hiçbir yerinden çıt
çıkmadı. Ama Menderes de darbecilere karşı
en ufak bir direnç göstermedi, darbecilerin adaletine
sığındı; Menderes bütün Yassıada
mahkemeleri boyunca darbe infazcılarına “Muhterem
hakim beyefendi hazretleri” diye hitap etti. 12 Mart’ta
ve 12 Eylül de Süleyman Demirel dağa çıktı
da, halk kendisini yalnız mı bıraktı?  28
Şubat’ta Erbakan ve Çiller’in müdahalecilere
hoş görünmek için nasıl yarıştıklarını,
“28 Şubat kararları virgülüne kadar
uygulanacaktır” diye nasıl çabaladıkları
hala akıllarda. Halkımız darbelerden sonra oldu
bittiyi kabul etti. Darbeler gelirken devleti yönetenler hiçbir
şey yapmadılar, yapamadılar. Darbeler hepimizin gözü
önünde, iktidardaki ve muhalefetteki politikacıların
adeta karşılıklı onayı ile geldiler.



 



 



3-Yorum



 



27 Mayıs ihtilali ve
arkasından Menderes’in idamı ile sonuçlanan
süreç, ileride periyodik bir hal alacak, ordunun
demokrasiye ve siyasete direkt müdahalelerinin ilkiydi.
Çalışmamın başında da belirttiğim
gibi bütün ülkelerde ordu-siyaset iç içedir
ve bu bir gerçektir. Ancak bu durum Türkiye’de
farklıdır. Türkiye’de siyaset, ordunun içindedir
ve ordu tarafından düzgün gitmediği varsayıldığı
zamanlarda, siyaseti ve demokrasiyi ordu dizginler. Dizginler çünkü
varlığını ve ağırlığını
belli aralıklarla halka hissettirmelidir. Hissettirmelidir çünkü
hissettirmezse demokrasinin sürekliliği artar ve alışkanlık
yapabilir. Türkiye’de demokrasi kavramı biri büyük
diğeri küçük iki kardeşin paylaşamadığı
oyuncak gibidir. Burada büyük kardeş ordu, küçük
kardeş halktır. Büyük kardeş, bazı
zamanlarda küçük kardeşin demokrasiyi
kullanmasına izin verir ancak asla sahip olmasına izin
vermez ve ne zaman küçük kardeş demokrasiye
ihtiyaç duysa bu anda büyük kardeş ortaya çıkar
ve onu kardeşinin elinden alır ve kendi deyimiyle “kardeş
kavgasını” engeller. Burada  inkar edilemeyecek
en önemli gerçek demokrasinin oyuncak olmaması
gerektiğidir.



 



 



 



 




 



 



 





 


1
Şevket Süreyya
Aydemir, Menderes’in Dramı?, Remzi Yayıncılık,
1979 İstanbul, sayfa 127



2
Meydan Larousse, 13. Cilt,
1992 İstanbul, sayfa 387


 



3
Devrimler Ansiklopedisi,
Milliyet Yayınları, 1991 İstanbul, sayfa 281


 


4
Şevket Süreyya
Aydemir, Menderes’in Dramı?, Remzi Yayıncılık,
1979 İstanbul, sayfa 201


5
Meydan Larousse, 13. Cilt,
1992 İstanbul, sayfa 387


6
Ali Fuat Başgil , 27
Mayıs İhtilali ve Sebepleri , Yağmur Yayınları,
1966 İstanbul, sayfa 287


7
Mithat Perin, Menderes’i
Kim Astırdı?, Dünya Yayıncılık, 1995
İstanbul, sayfa 57


8
Ahmet Taner Kışlalı,
Siyasal Sistemler, İmge Kitabevi, 1991 İstanbul, sayfa 220



http://us.geocities.com/begunay/z36.htm