3 Mayıs 2009 Pazar

ATATÜRK DÖNEMİNDE TÜRKİYE – ABD İLİŞKİLERİ


  ATATÜRK 
DÖNEMİNDE TÜRKİYE – ABD İLİŞKİLERİ


BURCU 
SAN



 



 


İLİŞKİLERİN
KURULUŞU VE GELİŞMESİ



 



   Osmanlı-Amerikan
ilişkilerinin başlangıcı ve gelişiminde ilk
olarak Amerika Birleşik Devletlerinin ilk başkanı
Washington ve ikinci başkan Monroe’nun oluşturduğu,
ABD üzerinde Avrupa nüfuz ve baskısını
önlemek amacını güden yalnızcılık
politikasından söz etmek mümkündür.



 



   Kıta
üzerindeki genişleme sonunda artan doğal kaynaklar
Amerikan ticaretinin hızla kabarmasına yol açmıştır.
Amerika, bir yandan kendi kıtası üzerinde topraklarını
genişletirken, diğer yandan da kanlı bir iç
savaş vermiştir. Bu gelişmeler üzerine ABD ile
Avrupa Devletleri arasında gittikçe sıkılaşan
ticari bağlar kurulmuştur, ancak Amerikan idarecileri bu
ticari bağların siyasi sonuçlar doğuracak
şekilde gelişmemesi için büyük bir gayret
göstermişlerdir. 1



 



   Amerika
Birleşik Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu
arasındaki ilk ilişkiler, ABD’nin yukarıda
belirtilen Avrupa diplomasisinden uzak durma siyaseti, kendini dünya
meselelerinden soyutlama amacı gütmesi gibi sebeplerden
dolayı siyasi olmaktan çok ticari niteliktedir.



 



   1785
gibi çok erken bir tarihte Amerikan ticaret gemilerinin İzmir
limanına geldikleri İzmir’deki İngiliz
Konsolosunun raporlarlarından anlaşılmaktadır.
Daha önceki yıllarda da Amerikalı tacirlerin İzmir
limanını ziyaret ettikleri, ancak İngiltere bayrağı
taşıyan gemilerle yolculuk yaptıkları için
İngiliz zannedildikleri bilinmektedir. 2



 



   XVIII.
yüzyılın sonundan itibaren başlayan ticari
ilişkilerin artması Washington yönetimini Osmanlı
Devleti nezdinde bir konsolos görevlendirmeye yöneltmiştir.
Ancak iki ülke arasında bir ticaret antlaşması
bulunmaması ve diplomatik ilişkilerin kurulmamış
olması nedeniyle Osmanlı Devleti ABD’nin gönderdiği
görevlileri Amerikan Konsolosu olarak tanımamıştır.3



 



   Napolyon
savaşları sırasında tarafsızlığını
ilan eden ABD’nin ticaret gemileri, Avrupa ülkelerinin
gemilerine nazaran Akdeniz’de çok rahat hareket etme
imkanı bulmuştur. Çünkü; taşıdıkları
malın değeri üzerinde % 0,25’lik bir konsolos
ücreti ödeyerek İngiliz tüccarlarının
tabi oldukları % 3 gümrük vergisine tabi olmuşlardır.
Artan ticari ilişkiler neticesinde ticari alandaki en büyük
rakibi İngiltere ile eşit şartlarda hareket etmeyi
arzulayan ABD, en kısa sürede bir ticaret antlaşması
yapılması için yoğun girişimlerde
bulunmaya başlamıştır.4



 


1830
TARİHLİ TİCARET VE SEYRÜSEFER ANTLAŞMASI



 



   Aralarındaki
ticareti düzenlemek amacıyla, ABD ve Osmanlı Devleti 7
Mayıs 1830 tarihinde bir ticaret ve seyrüsefer antlaşması
imzalamışlardır. Bu antlaşmanın birinci
maddesi Amerikan tüccarları ile ticaret gemilerine “en
çok müsaadeye sahip devlet” kaydından,
dördüncü maddesi de Osmanlı ülkesinde
bulunan Amerikan vatandaşlarına kapütülasyon
ayrıcalıklarından faydalanmak hakkını
vermektedir.5



 



   Bu
antlaşmanın kapütülasyon ayrıcalıkları
ile ilgili maddesi, ileride ABD-Osmanlı arasında sorunlara
yol açmış, Babıali, birinci dünya savaşına
katılmak üzere olduğu günlerde, İstanbul’daki
tüm yabancı devlet temsilcileri ile beraber bir muhtıra
yollayarak 1 Ekim 1914 tarihinden itibaren kapütülasyonları
ilga edeceğini bildirmişti. Ancak, Amerika Birleşik
Devletleri savaşa katılmadığı müddetçe
İstanbul Hükümeti Osmanlı İmparatorluğu
içindeki Amerikalılar arasındaki anlaşmazlıklara
bakan Amerikan Konsolosluk maddelerini kaldırmamıştır.6



 



   1830
antlaşmasındaki Osmanlı sınırı içinde
suç işleyen Amerikan vatandaşlarının
yargılanması ve cezalandırılmasına ilişkin
maddelerin Türkçe ve İngilizce metinlerdeki
farklılıklar iki ülke arasında, aynı
antlaşmayla ilgili ikinci büyük sorunu oluşturmuştur.



 


KÜLTÜR
ALANINDAKİ İLİŞKİLER VE AMERİKALI
MİSYONERLER SORUNU



 



   1830
yılından sonra sıkılaşan Osmanlı
Devleti ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki
ilişkiler kültür alanına da kaymış,
Amerikalıların yürüttüğü
misyonerlik çalışmaları Osmanlı sınırları
içine yayılmış, Anadolu’da Rum ve
Ermenilerin yaşadığı bölgelerde yüksek
öğretim kurumları açılmıştır.



 



   Amerikan
kiliselerinin “American Board of Commisioners for Foreign
Missions” kanalıyla yaptıkları misyonerlik
çalışmaları Osmanlı sınırlarında
yaşayan Rum ve Ermenilere nüfuz etmeye başlayınca,
Babıali 1860 yıllarından başlayarak misyonerlerin
çalışmalarını denetlemek ve daha sonraları
da Türk olmayan unsurlarda milliyetçilik şuuru
uyandırmasından korktuğu ve Ermeni ayaklanmalarını
desteklediklerini tespit ettiği Amerikan okullarını
kapatmak isteyince, Amerikan Birleşik Devletleri ile Osmanlı
Devleti arasında Birinci Dünya Savaşına kadar
süren anlaşmazlıklar çıkmıştır.7



 


ABD
– OSMANLI İLİŞKİLERİNDE OSMANLININ
COĞRAFÎ KONUMUNUN ETKİLERİ



 



   Yakındoğu,
Balkanlar ve Karadeniz Bölgesini kapsayan stratejik konumu
nedeniyle Osmanlı Devleti, ABD’nin yakın ilişkiler
kurmak istediği ülkeler arasında yer almıştır.
Washington, bu bölgelerdeki siyasi gelişmeleri Osmanlı
Devletinde kuracağı diplomatik temsilcilikler yoluyla takip
etmek ve ortaya çıkabilecek ticari alternatifleri
değerlendirmek istemiştir. ABD, özellikle İran’la
ilişkilerini İstanbul üzerinden yürütmek
niyetindeydi. Nitekim Osmanlı Devletiyle diplomatik ilişkiler
kurulduktan sonra Amerikan diplomatları uzun bir süre İran
işlerinden de sorumlu tutulmuşlar, hatta ABD ile İran
arasındaki ilk ticaret antlaşması 1856 yılında
İstanbul’da imzalanmıştır.8



 



   ABD
– Osmanlı ilişkilerinin gelişmesi, Rusya’nın
da çıkarlarına hizmet etmekteydi. Rusya
İngiltere’nin Karadeniz ticaretine tek başına
yönlendirmesinden rahatsızdı ve İngiltere kadar
güçlü bir devletin Karadeniz pazarına girmesi
taraftarıydı. Böylece Rus diplomatları ticaret
antlaşması konusunda tereddütlü davrana Babıali
nezdinde ABD lehine lobicilik faaliyetleri yürütmüşlerdir.9



 


ABD
– OSMANLI İLİŞKİLERİNİN
GELİŞİMİNİ YAVAŞLATAN UNSURLAR



 



   Osmanlı
Devletinin ABD’nin yakın diplomatik ilişkiler kurduğu
Avrupa ülkelerinden çok farklı siyasal ve kültürel
bir yapısı vardır. Türklere ve İslam dinine
ilişkin bilgileri çoğunlukla Avrupalı
gezginlerin kitaplarından ya da edebiyatçıların
piyeslerinden öğrenen Amerikalı aydınların
eleştirel bakış açısı ve ABD
kamuoyunda islamın dinsel ve siyasal baskıyı
beraberinde getirdiği inancı Washington’daki
yöneticileri Babıali’ye temas kurma istek ve
girişimlerini oldukça yavaşlatmıştır.
Ayrıca mekânsal uzaklık, Babıâli
–İngiltere yakınlaşması ve 1812 –
1814 yıllarındaki İngiltere-Amerika savaşında
Osmanlı’nın tutumu, İngiltere’yi
gücendirmek istememesi, Osmanlı’da ABD ile ticarî
ilişkilerin ticarî ve siyasî bir çıkar
sağlamayacağı düşüncesi, Washington ve
Monroe’nun izolasyonist politikaları ve diğer dünya
devletleri ile ilişkilerini ticaret alanıyla sınırlamak
isteği ve anlayışı Osmanlı Amerika siyasi
ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu etkenler
çerçevesinde gelişen Osmanlı-Amerikan
ilişkileri, Amerika Birleşik Devletleri’nin
Türkiye’nin müttefiği olan Almanya’ya
1917’de savaş açmasıyla değişmiş,
Washington hükümeti, Osmanlı İmparatorluğu’na
savaş ilan etmemekle beraber, Osmanlı-Amerikan diplomatik
ilişkileri 20 Nisan 1917’de kesilmiştir.10



 


BİRİNCİ
DÜNYA SAVAŞI’NDAN LOZAN ANTLAŞMASI’NA
KADAR TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ



 



   ABD,
1823 yılında Monroe doktrini ile girdiği yalnızcılık
politikasından zaman zaman çıkarlarının 
gerektirdiği alanlarda çıkmış, 1914
yılında ulusal savunmasını sağlamak için
ayrıldığı yalnızcılığa başkan
Wilson’ın tüm çabalarına rağmen
1920’de, 1941’deki Pearl Harbor baskınına kadar
geri dönmüştür.



 



   1914-1920
yılları arasında dahil olduğu uluslararası
sisteme, Birinci Dünya Savaşı’nın
sonuçlarını doğrudan etkileyen çözümler
sunmuştur. Bu çözümler başkan Wilson’ın
meşhur 14 Noktası  çerçevesinde
şekillenmiş, kurmaya çalıştığı
yeni düzen özellikle Osmanlı toprakları
çevresinde yoğunlaşmıştır.



 


WILSON’IN
DAYANDIĞI TEMELLER VE OSMANLI DEVLETİNİN AKIBETİ
İLE İLGİLİ OLAN KONULAR



 



   Amerika’da
1912 seçimlerinde, Balkan Savaşlarının
başladığı bir sırada Woodrow Wilson başkan
seçilmiş bulunuyordu. Kendisi aynı zamanda bir tarih
hocasıydı. Bunda dolayı olsa gerek, Wilson Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılacağına
kesin gözüyle bakmaktaydı. Bu sebeple, o sıralarda
boş bulunan, Amerika’nın İstanbul
Büyükelçiliği’ne tayin yapılması
gerektiği kendisine söylenince, Osmanlı Devleti’nin
yıkılacak olması dolayısı ile Büyükelçi
tayinine gerek olmadığını bildirmiştir.
Sonunda Morgenthau’yu İstanbul Büyükelçiliği’ne
tayin etmeyi kabul etmiştir.11



 



   Wilson’un
tutumu bu olmakla beraber, Osmanlı Devleti savaşa
katıldıktan sonra Amerika, Osmanlı Devletine karşı
tam bir “tarafsızlık” politikası
izlemiştir. Hatta 1914 Ekim ve Kasım aylarında
Morgenthau, Osmanlı Devleti’ni savaştan alıkoymak
gibi bir takım teşebbüslere giriştiğinde,
“siyasal teşebbüslerde bulunmaması için
Washington’dan sert uyarılar almıştır.12



 



   Osmanlı
Devleti’nde  de Amerika’ya karşı savaş
yıllarında temkinli ve dikkatli politika izlendi. 1917
yılından itibaren savaşan iki bloğa dahil
olmalarına rağmen Amerika’yla ilişkilerin normal
seyrinde süreceği teminatı Amerikalı yetkililere
verilmiştir.



 



   Osmanlı
Devleti, Almanya’nın  yanında savaşa
katılmış olmasına rağmen, Amerika’yla
ilişkilerinde çok dikkatli davranmaya özen
göstermiştir. Lakin Amerika 2 Nisan 1917’de
Almanya’ya savaş ilan  edince, Osmanlı
Devleti’nin de Amerika’ya savaş ilan etmesi için
baskılar artmaya başlamıştır. Bu baskılar
üzerinde Osmanlı Devleti, Amerika’ya savaş ilan
etmeyip, sadece 20 Nisan 1917’de Amerika ile diplomatik
münasebetlerini kesmiştir, hatta Osmanlı Hariciye
Nazırı, diplomatik ilişkilerin kesildiğini
Amerikan Elçisine bildirirken, esasında ilişkilerinde
herhangi bir değişiklik olmayacağı ve
Türkiye’deki Amerikan Okul ve sair kuruluşlarının
eski gibi faaliyetlerine devam edeceği konusunda teminat
vermiştir.13



 



   Amerika,
savaşa katıldıktan sonra, Wilson’da barış
konusunda ki fikirlerini oluşturmaya ve bu çerçevede
Osmanlı İmparatorluğu konusunu ele almaya başlamıştır.



 



   Başkan
Wilson, sonunda 8 Ocak 1918’de kendi görüşlerini
ortaya koyabildi. Kongre’nin bir ortak oturumunda yaptığı
konuşmada, Amerika’nın  savaş amaçlarını
iki kısma ayırarak, 14 nokta şeklinde açıkladı.
8 noktayı yapılması zorunlu hususlar olarak şöyle
sıraladı: Açık diplomasi, denizlerin
serbestliği, genel silahsızlanma, ticarî engellerin
kaldırılması, sömürgecilikle ilgili
taleplerin tarafsız bir şekilde çözümlenmesi,
Belçika’nın yeniden kurulması, Rus
topraklarının boşaltılması ve Milletler
Cemiyeti’nin kurulması.14



 



   Wilson,
kalan daha spesifik altı noktayı yapılması
“zorunlu” değil, “gerekli” şeklinde
sundu. Alsace-Lorraine’in Fransa’ya geri verilmesi
sürpriz bir şekilde zorunlu olmayan kategorideydi. Diğer
arzu edilen amaçlar, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı
topraklarının azınlıklara özerklik
verilmesi, İtalya’nın sınırlarının
yeniden düzenlenmesi, Balkanların boşaltılması,
boğazların boşaltılması, boğazların
uluslararası statüye kavuşturulması ve denize
çıkışı olan bağımsız
Polonya’nın yeniden kurulması şeklinde
belirlenmiştir.15 Avrupa   
Devletlerinin  Wilson ilkelerinin peşinen ve itirazsız
kabul etmeleri, savaş sırasında çok fazla güç
kaybetmesi dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri’ni
her ne pahasına olursa olsun kendi bloklarında savaşa
sokma çabası ve Amerika’nın güçlü
ekonomik potansiyelinin, büyük kayıplara uğramış
Avrupa ekonomisini tamir edecek tek kaynak olarak görülmesinin
bir sonucuydu.



 



   Bu
sebeplerden dolayı, Wilson’ın oldukça soyut ve
moral değerlere dayalı ilkelerindeki boşluklar ve bu
ilkelerin uygulanma zorluğu, Avrupa Devletleri için
öncelikli bir sorun olarak görünmüyordu.



 



   Osmanlı
İmparatorluğu’nu doğrudan ilgilendiren konular,
Wilson’ın uzlaşma konusu yapılabilecek hususlar
olarak belirlediği noktalar arasında yer alıyordu.
Nitekim ileride Türk Kurtuluş Savaşı sonucunda bu
noktalar, Wilson’ın istekleri değil, Misak-ı
Millî hedefleri doğrultusunda Türkiye lehine
çözümlenecekti.



 



   Daha
ayrıntılı bir çözümlemeyle, 14
Nokta’nın Osmanlı İmparatorluğu’yla
ilgili olan onikincisi, üç unsurdan oluşmaktaydı:
Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan
kısımlarının egemenliği, azınlıkları
özerklik verilmesi ve Çanakkale Boğazı’nın
devamlı olarak bütün devletlerin gemilerine açık
olması.



 



   Wilson
14 noktası, bir takım genellemelere ve moral değerlere
dayalı, prensipler olup pratikteki uygulamaların ana hatlı
dışında belirtilmemesi ve uygulanma zorluğu bu
prensiplerin başlıca handikapıydı.



 



   1918
Ekim’inde Almanya’nın barış için
zemin yoklamalarına girişmesi üzerine, Wilson
danışmanlarına ve uzmanlarına talimat vererek,
bütün bu 14 maddenin nasıl uygulanacağına
dair inceleme yapılmasını ve bu maddelere açık
bir yorum getirilmesini isteyince, 12 madde için şu
hususlar tespit edilmiştir. Boğazlar ve İstanbul,
milletlerarası kontrol ve tercihen Milletler Cemiyeti mandası
altına konulmalıdır. Anadolu Türklerin olmalıdır.
Bununla beraber Anadolu’nun Rum çoğunluğa
sahip kıyı bölgeleri tercihen Yunanistan mandası
altına konulmalıdır. Bağımsız bir
Ermenistan kurulmalı ve Ermenistan’a Akdeniz’de bir
liman verilmeli ve Ermenistan İngiliz mandası altına
konulmalıdır. İngiltere’yle Fransa arasında
yapılan anlaşmayla (1916 Mayıs, Sykes-Picot
antlaşması) esasen Suriye Fransa’nın ve
Mezopotamya, Arabistan ve Filistin İngiltere’nin mandasına
bırakılmıştır.16



 



   12
Maddenin bu yorumu ile Amerika, Osmanlı İmparatorluğu’nun
bu şekilde parçalanmasını peşinen kabul
etmiş bulunmaktaydı. Yalnız Amerika’nın
12.Maddenin bu yorumu ile üzerinde durduğu bir başka 
hususta, Osmanlı İmparatorluğu ne şekilde
parçalanırsa parçalansın, kim “mandater”
olursa olsun, bu topraklarda ekonomik ve ticarî bakımdan
“açık kapı” veya “fırsat
eşitliği” ilkesinin uygulanmasıydı.17



 


KURTULUŞ
SAVAŞI’NDA AMERİKA GÜDÜMÜ (MANDASI)
İSTEKLERİ



 


   Atatürk
Nutuk adlı eserinde Kurtuluş Savaşı sırasında
Amerikan mandası isteyen kişilerin amaç ve
çalışmalarına değinmiştir. Samsun’a
çıkışından sonra tam olarak rotasını
belirlediği. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın
hedeflediği kayıtsız şartsız tam
bağımsızlığın önündeki en
büyük engellerden biri Amerikan mandası yandaşlarının
propagandalarıydı. Atatürk kendi ifadeleriyle Amerikan
güdümü yandaşlarının çalışmalarından
şöyle söz eder:



İstanbul’da
bir takım erkek ve kadınlar, gerçek bir kurtuluşun
Amerikan mandasını (Amerika’nın denetimi altında
yaşamayı) isteme ve sağlamada bulunduğu
kanısındaydı. Bu kanıda bulunanlar düşüncelerinde
çok direndiler, salt doğruluğun kendi görüşlerinin
uygulanmasında olduğunu tanıtlamaya çalıştılar.18”



 



   Sivas
kongresinin 8 Eylül tarihli toplantısında Amerikan
mandası isteği gün yüzüne çıkıyor
ve bu konudaki baskılar artıyordu. Yine Atatürk’ün
ifadeleriyle kongrede güdüm sorununun görüşülmesi
şöyle aktarılır:



O
günlerde İstanbul’dan gelen kimi kişiler,
Amerikalı Bay Brown adında bir gazeteciyi de Sivas’a
getirmişlerdi.



 



   Oturumda
söz alanlardan Vasıf Bey önce, güdümün
tanımı konusunda uzun bir konuşma yaptı., sonra
sözü başkalarına bıraktı. Bir daha söz
aldı ve “ilkin, ilke olarak güdümü kabul
edelim ve koşullar konusunda sonradan görüşürüz”
dedi. Üyelerden Macit adında bir kişi: “Genel
Kurulca görüşülecek temel konu, şimdiden
sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız?
Güdümcü kim olacaktır? Temel konu budur”
biçiminde konuştu.



 



   İleri
ki saatlerde Hâmi Bey söz alarak önce koşuna
güdüm taraftarlarının görüşlerine
katıldığını ekledikten sonra: “Her
durumda bir yardıma gerek duyuyoruz ve bunun en ilkel kanıtı
da, devlet gelirlerinin ancak borcumuzun faizini karşılayabilmesidir”
buyurdular.



   Daha
sonra söz alan Refet Bey diyordu ki: “Bizim Amerika
güdümünü yeğlemekten amacımız,
bütün toplumları tutsak eden, gönülleri ve
vicdanları söndüren İngiliz güdümünden
kurtulmak, yumuşak ve ulusların vicdanlarına saygı
gösteren Amerika’yı benimsemektir”.19



 



   Güdüm
taraftarlarının görüşlerini Erzurum ve Sivas
Kongreleri’ndeki yedinci maddeye dayandırmak istemelerinin
yanlışlığı, Nutuk’ta şöyle
belirtilmiştir:



Maddede
yazılanlar mantık içinde okunup incelenince, ne
güdüm ne de Amerikan güdümcülüğünü
isteme düşüncesini kapsamadığı
anlaşılır. Bu noktayı açıkça
göstermek için, söz konusu maddeyi açıkça
anımsatmak isterim: Madde 7- Ulusumuz, çağdaş
ülkeleri yüce bilir, teknik, sanayî ve iktisadî
durumumuzu ve bize gerekli olanları iyice değerlendirir.
Bundan dolayı devlet ve ulusumuzun iç ve dış
bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğünü
korumak koşuluyla altıncı maddedeki açık
sınırlar içinde, ulusçuluk ilkelerine saygılı
ve ülkemize karşı onu ele geçirme amaçları
beslemeyen herhangi devletin teknik, sanayî, iktisadî
yardımını içtenlikle karşılarız
ve bu insanca ve adalete uygun koşulları kapsayan bir
barışın da ivedilikle gerçekleşmesi,
insanlığın esenliği ve dünyanın
rahatlığı adına ulusal isteklerimizin en
önemlisidir.



 



   Baylar,
bu maddenin hangi noktasında güdüm ve güdümcünün
Amerika olacağı düşüncesi vardır? Olsa
olsa “Herhangi devletin teknik, sanayî, iktisadî
yardımını içtenlikle karşılarız”
sözlerinden güdüm düşüncesine
kapılanlar bulunabilir. Ancak güdümün anlam ve
içeriğinin bu olmadığı kesindir.20



 


WILSON
PRENSİPLERİ CEMİYETİ



 



   Mondros
Ateşkesi’nden sonra derin bir umutsuzluğa kapılan
birçok Osmanlı Aydını özellikle Wilson
İlkeleri’nin tüm ulusların kendi geleceklerini
kendileri belirlemesi” (Self-determination) ilkesine sarılıyor
ve kurtuluşu Wilson ilkelerinin uygulanmasında
buluyorlardı. Bu görüş, giderek bir Amerikan
mandacığı düşüncesine dönüşmeye
başladı ve ulusçu olarak tanınan aralarında
kimi Osmanlı aydınları tarafından İstanbul’da
4 Aralık 1918’de Wilson Prensipleri Cemiyeti kuruldu.21



 



   Wilson
Prensipleri Cemiyeti’nin yaşamı pek uzun sürmedi
ama ortaya attığı “Amerikan Mandası”
görüşü giderek ağırlık kazandı
ve özellikle İzmir’in Yunanlılar tarafından
işgalinden sonra coşkulu bir isteğe dönüştü.
Örneğin 23 Mayıs 1919’da İstanbul’da
Sultan    Ahmet Meydanı’nda işgali
protesto etmek amacıyla yapılan büyük mitingten
sonra Osmanlı aydınları Wilson’a telgraf çekiyor
ve “Bugün bizi savunmanız gerekir”
diyorlardı.22



 



   Mandacılık
görüşü Erzurum Kongresi’nde büyük
tepki görmesine karşın, Sivas Kongresi’nde büyük
tartışmalara neden oldu. Mustafa Kemal’in en yakın
arkadaşlarından Rauf (Orbay) ve Refet (Bele) Beyler
Kongre’de mandacılıktan yana oldular. Sivas
Kongresi’ni izleyen günlerde mandacılığa
kesin olarak karşı olan Mustafa Kemal’in olaylara
hakimiyetinin artması mandacılık düşüncesinin
yok olmasını sağlamıştır.



 


PARİS
BARIŞ KONFERANSI



 



   Amerika
Birleşik Devletleri, savaş sonrasında 18 Ocak 1919’da
toplanan Paris Barış Konferansı’nda Türkiye
ile yapılacak Barış Antlaşması
hazırlıklarına katılmadı, ancak Boğazların
Statüsü ve Ermeni konusu ile ilgilendi.



 



   Amerika
Birleşik Devletleri Kongresi, Monroe Doktrini çerçevesinde
Ermenistan mandaterliğini reddetmiş ancak Başkan 
Wilson, Ermenistan sınırlarının çizilmesi
konusunda kendisine önerilen hakemliği kabul etmiştir.
Bunun üzerine Sevr Antlaşmasına Doğu Anadolu’nun
denize de çıkışı olacak ve sınırları
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın
hakemliğinde saptanacak bağımsız bir Ermeni
Devleti’nin kurulmasıyla ilgili 88. ve 89. Maddeler ile
dolaylı olarak konuyla ilgili olan 230. Madde konulmuştur.23



 


GENERAL 
JAMES HARBORD – ATATÜRK GÖRÜŞMESİ



 



   Sivas
Kongresi’nin en önemli olayı, General James
Harbord’un 22 Eylül 1919 gün Sivas’ta Atatürk
ve birkaç arkadaşı ile yaptığı 2-3
saat sürdüğü anlaşılan görülmelerdir.24
Her iki taraf arasındaki mutabakat dolayısıyla bu
görüşmelerin içeriği ile ilgili bir
açıklama olmamış, yalnız mevcut sınırlı
açıklamalardan ve yayınlanan belgelerden Harbord
misyonu için şu hususları belirtmek gerekir; General
Harbord, Ermeni sorunu ile ilgili inceleme yapmak için Sivas’a
gelmiş ve Atatürk bu fırsatı çok iyi
değerlendirerek millî davayı Amerikan temsilcilerine
anlatma imkânı bulmuş, bunda da oldukça
başarılı olmuş, Harbord’un anlayışını
ve ilgisini çekmeyi bilmiş, desteğini kazanmıştır.
Ayrıca Harbord misyonu, Başkan Wilson tarafından
görevlendirilmiş fakat Paris Barış Konferansı
adına araştırmalarını tamamlamıştır.



   Atatürk’ün
General Harbord ile görüşmesinin ve ona millî
davayı anlatmaya önem vermesinin sebebi, İngiltere,
Fransa ve İtalya’nın Millî Mücadele’ye
karşı, Wilson milliyetler ilkeleri vasıtasıyla
Amerika’yı Millî Mücadele’ye karşı
meydana getirdikleri ve savaş içinde aralarındaki
anlaşmalarla kurdukları “Blok”a karşı,
Wilson milliyetler ilkeleri vasıtasıyla Amerika’yı
Millî Mücadele’nin yanına çekmekti.25



 


İLK
RESMÎ İLİŞKİLERİN KURULMASI



 



   Amerika
Birleşik Devletleri, Paris Barış Konferansı’na
katılmış olmasına rağmen, Amerikan Senatosu,
Almanya’ya kabul ettirilen ve onunla birlikte Milletler
Cemiyeti Misakı’nı onaylamamıştır. Bu
bakımdan da Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Avusturya
ve Macaristan ile ayrı barış antlaşmaları
yapmıştır. Ancak Türkiye ile aralarında
savaş durumu olmadığı için iki devlet
arasında bir barış antlaşması yapılması
söz konusu olmamıştır.26



 



   Ankara
Hükümeti’nin Amerika ile “resmî”
ilişki kurmak için ilk girişimi 1921’in Ocak
ayında olmuştur. Bu tarihte Amerika’nın
İstanbul’daki Yüksek Komiseri Amiral Bristol nezdinde
yapılan girişimde, Türkiye’nin siyasal ve
ekonomik bağımsızlığının tanınması
ve kapütülasyonların kaldırılması
şartıyla Ankara Hükümeti ile Amerika arasında
“dostane” ilişkilerin tekrar kurulması arzusu
belirtilmiş ise de, bu teşebbüse Washington’dan
yanıt gelmemiştir.27



 



   Amiral
Bristol’un Ankara Hükümeti ile temas kurulması
konusundaki ısrarıyla ilk diplomatlar 1921 Aralık
ayından itibaren Amerika’ya yollanmaya başlamıştır.



 


1922
YILI



 



   Amerika’nın
Türkiye politikası bakımından önemli bir
olayı da Büyük Taarruz ve Büyük Zafer
üzerine Anadolu’dan kaçarak İzmir’e
yığılan Rum halkı ile Yunan askerlerinin
tahliyesinde, İngiltere’nin Amerika’ya başvurup,
Amerikan savaş gemilerinin de bu tahliyeye yardım etmesini
istemesi üzerine Amerika’nın gösterdiği
tepkidir. İngiltere’nin ısrarları üzerine
Amerikan Dış İşleri Bakanı Hughes, İngiltere
Büyükelçisi’ne şunları söylemiştir:



 



   “Birleşik
Amerika, Anadolu’nun nüfuz bölgelerine
parsellenmesinden hisse istememiştir. İstanbul’da
girişilen entrikalarında hiçbirine bulaşmamıştır.
Yunan ordusunun son bir buçuk yılda Anadolu’da
uğradığı felaketlerden de sorumlu değildir.
Asıl sorumlu olan son bir buçuk yıllık Avrupa
diplomasisidir. Şunu da belirtmek isterim ki, İngiltere’nin
İmparatorluk ihtirasları ve karşılaştığı
güçlükler ne olursa olsun, Amerikan Hükümeti’nin
bu ihtiraslar ve güçlüklerle bir ilgisi yoktur”.28



 


LOZAN
KONFERANSI VE AMERİKA



 



   Mütareke
görüşmeleri esnasında devletler arasında
gönderilen notalarla barış müzakeresi için
Londra’da bir konferansın toplanması
kararlaştırılmıştı. Bu konferansa bir
safta Türkiye, diğer safta ise İngiltere, Fransa,
İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya katılacaktı.
Türkiye’nin ısrarı üzerine Boğazlarla
ilgili sorunların müzakeresine katılmak üzere
Rusya, Ukrayna ve Gürcistan da davet edilmişti. Amerika
Birleşik Devletleri ise müşahit bulundurmuştu.29



 



   Amerikan
hükümeti, Lozan’a gönderilen heyetten, iki nokta
üzerinde dikkatle durulmasını istemiştir:
Bunlardan birincisi, kapütülasyonların muhafazası
ve bu arada din ve eğitim kurumlarına çalışma
bağımsızlığı tanınması,
ikincisi ise, barış zamanında bütün
devletlerin savaş ve ticaret gemilerine Boğazlar’dan
geçiş serbestliği sağlanmasıdır.
(ABD’nin Türkiye ile kurulacak ilişkiler konusundaki
görüşü, Amerikan Dışişleri
Bakanlığı’nın 30 Ekim 1922 tarihli bir
muhtırasında tespit edilmiştir.) Lozan’da
Amerikan görüşüne yakın bir antlaşmaya
varılmakla birlikte, kapütülasyonlar konusunda Türk
Görüşü başarı kazanmış ve
Osmanlı İmparatorluğu devrinde yabancılara
verilen tüm ayrıcalıklar tarihe karışmıştır.30



 



   Osmanlı
Devleti ile Amerika Devletleri arasında daha önce
belirtildiği gibi savaş olmadığından dolayı,
1917’den sonra kesilen ilişkileri yeniden başlatmak
amacıyla bir barış antlaşması
imzalanmamıştır.  Fakat taraflar, kopan siyasi
ilişkileri yeniden kurmak amacıyla 6 Ağustos 1923
tarihinde Lozan Antlaşmasına benzer bir antlaşma
imzalamışlardır. Bu antlaşmanın, Türkiye
açısından önemi, kapütülasyonların
kaldırılması, yeni Türkiye Devleti sınırlarının
Amerika Birleşik Devleti tarafından tanınması ve
ilişkilerin bu esaslar üzerinden bina edilecek olmasıdır.



 



 



 



 


LOZAN’DAN
SONRAKİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI’NA GENEL
BAKIŞ



 



   Lozan
Konferansından sonraki dönemde, çok geniş
olmasına rağmen dış politikada oldukça
kararlı ve ilkeli bir çizgi izleyen yeni Türkiye
Cumhuriyeti’nin önündeki sorunlar tamamen
çözümlenememiştir. Uluslararası sistemde,
dengenin tekrar bozulmasıyla yeni bir dünya savaşı
eşiğindeki dünya devletleriyle barışçı
bir politika izlemeyi başarmasının güçlüğü
ve karşılaştığı zorluklar, Ord. Prof.
Yusuf Hikmet Bayur’un şu ifadeleriyle açıklanmaktadır:



 



“  Sulhun
başka vasıtacılarla devam eden bir harp olduğu
hakkındaki iddia doğru ise, bu tarif Lozan Sulhu’nun
akabinde bize karşı takip edilen siyasette oldukça
geniş bir tatbikat sahası bulmuştur. Türkiye’nin
gayri meşrû surette istismarı ile geçinmeye
alışmış müessese ve şahsiyetler, bu
kazançlarından vazgeçmek istemiyorlardı.



 



   Bundan
Maada Türkler harpte kahraman, fakat sulhte müsamahakâr
addolunurlardı ve Osmanlı İmaparatorluğu’nun
sulh zamanında kâh tatlılık kâh bazı
cüretkârane emrivakilerle harplar neticesinde muhafaza
ettiği bir çok hakları feda ve kaybetmiş olduğu
nadir değildi.31



 



   “Sulhun
ilk senelerinde Avrupa Devletleri’nin Lozan’da
kazandıklarımızın bazılarını geri
almak için mussırrane teşebbüslerine şahit
olacağız. Gerçi başlangıçta bunlar
hafif ve ehemmiyetsiz görülebilirdi; fakat Türk
Hükümeti bunlara müsamaha etseydi mütemadiyen
yeni yeni hadiselerle Lozan muahedesinin yıpratılmasına
doğru gidilecekti. Dolayısı ile biz gene bir yerde
onları durdurmak için metanet ve şiddet göstermeye
mecbur olacaktık.



 



   Bu
metanet ve şiddeti ta ilk başta göstermiş
olmamız; karşımızdakiler ta bidayetten Türkiye’de
sahiden bir değişiklik olduğunu anlatmış ve
binaenaleyh ancak mütekâbil emniyet ve hukuka riayet esası
üzerinde kurulabilecek olan hukukî dostluk kapılarını
açık tutmuştur.32



 



   Lozan
Barışı’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti
Ulusal Dış Politikası’nı uygulamaya devam
etti. Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras alınan
problemler bu uygulamalar içinde çözüldü.
Türkiye’nin bağımsızlığına
ve egemenliğine aykırı olan herhangi bir harekete
karşı çok kesin ve sert tepkiler vermesi, yabancı
güçlerin Osmanlı İmparatorluğu’na
karşı uyguladıkları taktikleri etkisiz kıldı.
İkinci Dünya Savaşı’nı hazırlayan
uluslararası sistemdeki yeni bölünmelere Atatürk
“Yurtta Barış Dünyada Barış”
formülüyle karşı koymayı bildi. Bu
politikaların ve barışçıl antlaşmaların
oluşturulması geliştirilmesinin ilk meyvesi Türkiye
Cumhuriyeti’nin 1932 yılında Milletler Cemiyetine
katılmaya davet edilmesi oldu.33



   Türkiye
Cumhuriyeti’nin imzaladığı 1934 tarihli Balkan
Antantı ve 1937 tarihli Sadabat Paktı gelişmeleri, hem
Türkiye hem de komşuları için oldukça
faydalı oldu. Türkiye Yakındoğu barışı
büyük devletlerin bu bölgedeki faaliyetleri için
devamlı bir güç haline geldi.



 



   Lozan
Antlaşması’nın imzalanmasından Atatürk’ün
ölümüne kadar geçen zaman içinde
Türkiye’nin ısrarcı ve haklı dış
politika hamleleri, Hatay sorunu ve Montreux Boğazlar Sözleşmesi
konularında çözümlerin Türkiye’nin
talepleriyle uyuşması gibi olumlu gelişmeleri de
beraberinde getirmiştir. Kısacası, Lozan sonrası
yerine oturan Türk Dış Politikası, sorunları
çözmedeki başarısı ve savaştaki
başarısını Barış dönemine
taşımasıyla Türkiye’nin dünya
devletleri arasındaki saygınlığını
arttırmıştır.



 


LOZAN’DAN
SONRA AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ İLE
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ARASINDA NORMAL İLİŞKİLERİN
KURULMASI



 



   İkinci
Dünya Savaşı arasındaki dönemde Türkiye,
Amerika Birleşik Devletleri ile dostluk bağları kurmak
istemiştir. Daha önce belirtilen 6 Ağustos 1923
tarihli Antlaşmanın ardından Amerika kamuoyunda
kapütülasyonların kaldırılması ve
Ermeni meselesiyle ilgili olarak antlaşmanın yalnızca
Tüm menfaatlerine uygun Amerika için ise onur kırıcı
bir nitelikte olduğu ileri sürülmüştür.
Antlaşmanın tasdik edilmemesi için artan baskılar
yanında, Amerikan Tüccarları da tasdik edilmesinden
yana olmuşlardır. Ancak senatoya bu antlaşmanın
tasdik edilmemesi için yağılan baskılar daha
ağır gelmiş olmalı ki Senato 1927 yılında
Lozan Antlaşmasını tasdiki reddetmiştir.34



 



   Washington
Hükümeti, Türkiye ile imzaladığı 1923
tarihli antlaşmanın bu şekliyle Amerikan Senatosu
tarafından reddedilmesi üzerine, Türkiye ve Amerika
Birleşik Devletleri arasında normal ilişkileri yeniden
kurabilmek amacıyla “Türkiye ile Amerika Birleşik
Devletleri arasındaki ilişkilerin düzenlenmesine
ilişkin Mektup-Nota’yı Yüksek Komiser Amiral
Bristol aracılığıyla 17 Şubat 1927’de
Ankara’da Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü
(Aras) Beye sunmuştur. Türkiye’de bu Mektup-Nota’nın
aynısını 28 Nisan 1927 günü ABD Yüksek
Komiseri Amiral L. Bristol’a vermiştir. Parlamentoların
onayını gerektirmeyen bu düzenleme, belgelerin imza
edildiği gün yürürlüğe girmiştir.
Bu suretle de iki devlet arasında “mevcut durumu ayarlayan
geçici bir antlaşma” (Modus Vivendi) yapılmıştır.
Bunun üzerine 12 Kasım 1927’de Amerika Birleşik
Devletleri’nin ilk Büyükelçisi Ankara’da,
5 Aralık 1927’de de Türkiye’nin ilk büyükelçisi
Washington’da görevlerine başlamışlardır.35



 



   İlk
siyasî ilişkilerin Mektup-Notaların karşılıklı
verilmesiyle başlamasının ardından ilişkiler
1 Ekim 1929’da Ticaret Antlaşması’yla daha da
gelişmiştir. 17 Şubat 1927 tarihli Antlaşma da
iki kez uzatıldıktan sonra, bir “Sonuç
Antlaşması” yapılmış, bu antlaşma
18 Şubat 1930’da Amerikan Senatosu ve 12 Nisan 1930’da
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
onaylanmıştır.36



 


CUMHURİYET
DÖNEMİNDE ABD-TÜRKİYE SORUNLARI



 



   Bunalımlı
dönemlerin ilk, başlangıcı 1925 yılına
dayanan Amerikan okulları krizidir:



 



  Bu
krizin başlangıcı 1925 yılına kadar
gitmektedir. I.Dünya Savaşı patlak verdiğinde
Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde
426 kadar Amerikan Okulu, 17 misyonluk merkezi ve 9 tane de Amerikan
hastanesi bulunmaktaydı. Lozan’dan sonra bu okulların
büyük çoğunluğu Türkiye sınırları
dışında kaldığı gibi, bir çoğu
da savaş esnasında kapanmış bulunuyordu.37
1927 yılında Türkiye’deki bu okulların
sayısı 8 kadardır.



 



   Amerikan
misyonerlik okullarının “”resmî”
niteliği bulunmamaktaydı. Buna karşın
misyonerler, gayri resmî  nitelikte bu okulları resmî
niteliğe kavuşturmak amacıyla Türk Hükümeti
üzerinde baskıya geçse de 3 Mart 1924’de
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu kabul etmiş bulunan
Türkiye’deki eğitimin laikleştirilmesi
çalışmalarıyla tam bir ters orantı
oluşturan bu girişimler, dönemin Millî Eğitim
(Maarif) Bakanı Mustafa Necati Beyin önderliğinde
reddediliyordu.



 



   Mustafa
Necati Beyin bu konudaki sert ve kesin tutumu, örneğin
Bursa Amerikan Kız Kolejindeki üç öğrencinin
hristiyan olması sonucunda, bu okulun kapatılması ve
kapalı Amerikan okullarının da tekrar açılmaması
gibi kesin çözümler, zamanın Büyükelçisi
Grew’i oldukça sinirlendirmiştir. Grew, anılarında
Mustafa Necati Bey hakkında terbiye dışı ifadeler
kullanmaktadır.38



 



 



 


TÜRK
– AMERİKAN İLİŞKİLERİNDE RUSYA
GERİLİMİ



 



   Yeni
Türk Devleti kurulduktan sonra Türkiye Sovyetler Birliği
ile ihtiyatlı fakat barışçı ilişkiler
kurmaktaydı. Türk-Sovyet münasebetleri konusunda Ord.
Prof. Yusuf Hikmet Bayur’un notları:



 



   “Sovyetler,
kendisine hâs olan bir çok hususiyetler dolayısıyla
diğer zümrelerle münasebetleri daima en hafif tabiri
ile şüphe ve tereddütlü olmuştur. Türk
Hükümetinin en büyük mahareti onlarla tam ve
samimane bir dostluğu idare etmekle beraber diğer hiçbir
zümreyle bozuşmaması ve zamanla hepsinin emniyetini
kazanmasıdır. Bu siyasetin kâğıt üzerinde
ifadesi Paris’te Türkiye ile Rusya arasında aktolunan
17-12-1925 tarihli Türk-Rus muahedesidir.”39



 



   Türkiye
yukarıda belirtildiği gibi, 1925 Aralığında
Sovyetlerle bir “Dostluk ve Tarafsızlık Paktı”
imzalamıştı. Bu antlaşmanın süresi 1929
yılında bittiğinde taraflar 1929 Aralık ayında
imzaladıkları bir protokol ile antlaşmanın
süresini 2 yıl uzatmışlardır. Bu uzatma,
Amerika’nın hiç hoşuna gitmemiştir.
Amerikan Yönetimi bunu bir mesele haline getirmemekle beraber,
Rusya’daki komünist rejimden hoşnutsuzluğunu
sürdürmüştür.



 



   Amerika-Türkiye
arasındaki yakınlaşmanın ve ilişkilerin
sıkılaşmasının kilometre taşlarından
bir de, Atatürk-Roosevelt yakınlaşmasıdır.



 



   Amerika
Birleşik Devletleri’nde 1932 seçimlerini kazanan
Franklin Roosevelt’in 1933 Ocak ayında Başkanlık
görevine başlamasından sonra, Atatürk ve
Roosevelt arasında belirgin bir yakınlaşma ve
samimiyet meydana gelmiştir.40 Bu iki lider, hiçbir
zaman bir araya gelememelerine rağmen karşılıklı
mektup, jest ve mesajlarla ilişkileri gelişmiş, samimi
ifadelerle iki ülke arasındaki barış siyaseti
vurgulanmıştır.



 


MONTREUX
SÖZLEŞMESİ’NDE AMERİKA’NIN TUTUMU



 



   22
Haziran 1936’da İsviçre’de Montreux şehrinde
Boğazlar sorunu ile ilgili başlayan görüşmeler
20 Temmuz 1936’da bir antlaşma ile sonuçlandı.
Bu antlaşma ile Lozan’da    Boğazlara
konulan bütün kayıtlar kaldırıldı ve
Türk Devleti’nin bu bölgede tam egemenliği kabul
edildi.



 



   Boğazlardan
geçiş sorunu şöyle çözümlendi:
Savaşta Türkiye tarafsız ise savaşanların
savaş gemileri Boğazlardan geçmeyecekti. Türkiye
bir savaşa girerse ya da kendisini yakın bir savaş
tehlikesi karşısında görürse, Boğazları
dilediğine açıp kapatmakta özgürdü.
Barışta ve savaşta Karadeniz’de kıyısı
olmayan ülkelerin, bu denize geçirebilecekleri savaş
gemileri çeşit, büyüklük ve toplam tonaj
bakımından sınırlandırılıyordu.
Buna karşılık Karadeniz devletlerinin Akdeniz’e
savaş gemisi geçirmeleri oldukça geniş bir
serbestlik içinde idi. Ticaret gemileri ise, her zaman
serbestçe ancak Türk denetimi altında
geçeceklerdi.41



 



   Montreux
sözleşmesi karşısında Amerika’nın
durumuna gelince, Amerika Birleşik Devletleri öteden beri
Boğazlardan harp gemilerinin geçişi ile ilgili olmuş
ve Birleşik Devletler, varılan anlaşmayı sonradan
kabul etmiştir.42



 


ATATÜRK’ÜN
ÖLÜMÜ



 



   10
Kasım 1938 günü Dışişleri Bakanı
Cardel Hull, Washington’daki Türkiye Büyükelçiliği’ne
gelerek Atatürk’in ölümünden Amerika
Hükümetinin fevkalade müteessir olduğunu ve
“kaybın yalnız Türk Milletine inhisar etmeyerek
sahasının çok vâsi olduğunu” ifade
etmek suretiyle Atatürk’ün ölümünün
sadece Türk Milleti için kayıp olmadığını
belirtmiştir. O sırada New York’ta bulunan Başkan
Roosevelt’de, Dışişleri Bakanlığından
bir yetkili vasıtasıyla kartını Büyükelçiliğe
bırakmıştır.43



 



 



 



 



 



 



 



 



 



 



 



 



 


DİPNOTLAR



 



1                   
A.
Halûk Ülman, Türk-Amerikan Diplomatik Münasebetleri,
Ankara 1961, S.3



2                   
Çağrı
Erhan, “Osmanlı-Amerikan İlişkilerinin
Başlangıcında Temel Faktörler (1776-1830)”,
Türk Diplomasi Tarihi: 200 Yıllık Süreç,
S.22



3                   
Gös.yer



4                   
Gös.yer



5                   
Ülman,
a.g.e., S.4



6                   
Gös.yer



7                   
Ülman,
a.g.e., S.5



8                   
Erhan,
a.g.e., S.33



9                   
Gös.yer



10               
Rıfat
Uçarol, Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul 2000,
S.167



11               
Fahir
Armaoğlu, “Atatürk Döneminde Türkiye-Amerikan
İlişkileri”, Atatürk Dönemi Türk Dış
Politikası, Ankara 2000, Atatürk Araştırma
Merkezi Yayınları, S.282



12               
Gös.yer



13               
Gös.yer



14               
Henry
Kissinger, Diplomasi, İstanbul 2002, S.219



15               
Gös.yer



16               
Armaoğlu,
a.g.e., S.283



17               
Armaoğlu
a.g.e. S.284



18               
Mustafa
Kemal Atatürk, Nutuk, Sabah Yayınları, S.11



19               
Atatürk,
a.g.e., S.74-76



20               
Atatürk,
a.g.e., S.79



21               
Çağlar
Kırçak, Cumhuriyetten Günümüze Gericilik
II, Cumhuriyet Kitapları, Mart 2001, S.31



22               
Kırçak,
a.g.e., S.35



23               
Uçarol,
a.g.e., S.575



24               
Armaoğlu,
a.g.e., S.285



25               
Armaoğlu,
a.g.e., S.286



26               
Uçarol,
a.g.e., S.575



27               
Armaoğlu,
a.g.e., S.286



28               
Armaoğlu,
a.g.e., S.287


DİPNOTLAR
(Devam)



 



29               
Ord.
Prof. Yusuf Hikmet Bayur, Türkiye Devletinin Dış
Siyasası, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara
1995



30               
Ülmân,
ag.e., S.10



31               
Bayur,
a.g.e., S.150



32               
Bayur,
a.g.e., S.151



33               
Unesco,
“Atatürk Endows The Turks with a New Outlook”,
ATATÜRK, S.200



34               
Ülman,
S.a.g.e., S.14-15



35               
Rifat
Uçarol, a.g.e., S.576



36               
Rifat
Uçarol, a.g.e., S.577



37               
Armaoğlu,
a.g.e., S.288



38               
Armaoğlu,
a.g.e., S.290



39               
Bayur,
a.g.e., S.175



40               
Armaoğlu,
a.g.e., S.295



41               
Doç.
Dr. Ahmet Mumcu, Tarih Açısından Türk
Devriminin Temelleri ve Gelişimi, Ankara 1973



42               
Ülman,
a.g.e., S.20



43               
Armaoğlu,
a.g.e., S.295



http://us.geocities.com/begunay/Z41.htm