3 Mayıs 2009 Pazar

TÜRK DEVLETLERİNDE HÜKÜMDAR

TÜRK
DEVLETLERİNDE HÜKÜMDAR



Gökçen Rakıcı (
http://us.geocities.com/begunay/z10.htm
)







Osmanlı öncesi
dönemi gayriislami devir olan başlıca Asya Hunları,
Avrupa Hunları, Tabgaçlar, Asya Avarları,
Göktürkler, Uygurlar ve Karahanlılar ile İslami
Selçuklu devri Devletleri başlıca Gazneliler, Büyük
Selçuklular, Irak Selçukluları, Türkiye
Selçukluları, Harizmşahlar ile genellikle Osmanlılar
ile çağdaş Anadolu Beyliklerini ihtiva eder.



Türk Hükümdarı



Eski Türk
toplumunun sosyopolitik yapısı üzerinde çalışanlar;
aile,soy,sop şeklindeki örgütlenmelerin ailevi; boy,
uz, il şeklindeki örgütlenmelerin siyasi olduğunu
ileri sürmüşlerdir.Eski Türklerde siyasi
nitelikteki oymak,siyasi-idari otoriteyi elinde tutan bir beyin
otoritesi altında örgütlenmiş ve oymakların
birleşmeleriyle de boy(ulus) oluşmuştur.Her
boyun bir boy beyi bulunmaktadır.Boyların birleşmeleri
ile il (devlet) örgütlenmiştir. Böylece en geniş
örgütlenme olan il federatif bir yapıda
belirmektedir.Eski Türk Devletlerinde görülen kuvvetli
ademi merkeziyetçilik,aslında devletin ülkesinin
iktidarı elinde tutan hanedanın mülkü sayılması
ve ülkenin aile bireyleri arasında “ülüş”
sisteminin gereği olark dağıtılmasından
kaynaklanmaktadır.Türk Kağanları egemenlik
hakkını doğrudan doğruya tanrıdan
almışlardır.Ama Göktanrı hükmetme
hakkını bir aileye vermiştir.Hakan ailesinin bütün
erkekleri hükümdar olma hakkına sahiptirler.Bu
anlayıştan dolayı eski Türk Devletlerinde
hakanlar ülkelerini kardeşleri ve oğulları
arasında bölüştürmüşlerdir.Bu
sistem Türkler müslüman olduktan sonrada
kullanılmıştır.Göktanrının
hükümdar ailesine tanıdığı hükmetme
hakkı sülalenin kanuni meşruiyetini sağlar.Batı
Dünyasında “kharizma” sözü
ile ifade edilen ferdi kabiliyet ve üstünlük inancı
sağlar.



Bu yapıya boylar
konfederasyonu da diyebiliriz.boy beyleri hakana tabidir.Hakanın
kardeşi veya oğlu “Yabgu” sıfatı ile
bir bölge veya boy beyleri üzerinde en yüksek memur
olarak bulunur.Boy beyleri ve yabgular aslında hakanlığa
bağlıdırlar ancak geniş yetkilere sahiptirler.



Eski Türklerde
hükümdar ünvanlarının tarihçesi



Bu ünvanların
Moğol veya Tunguz menşeli olduğu hakkında
iddialar söz konusudur.Ancak “han” deyiminin
il ile birlikte 3. Asırdan itbaren Türklerce bilindiği,
hatta muhtemelen il han tabirinin M.Ö. Asya Hunlarında
bulunduğu,Avrupa Hun Hükümdarı Atilla’nın
hanımının adındanda “han” sözünün
mevcut olduğu bildirilmiştir.Kağan tabirinin Batı
Hunlarında,Akhunlarda,Tabgaçlarda,M.Ö.1.yyda Asya
Huh Devletinde kullanıldığı ve M.Ö.1.yy da
Asya Hun Devletinde kullanıldığı ve M.Ö.293
yılına ait Paikuli’deki Sasani kitabesinde bir Hun
reisinin “hakan” ünvanı taşıdığı
ileri sürülmüştür.



Aslında Türk
göçebe devletinin başında Kağan bulunurdu
ve akrabalarını han rütbesiyle kendisine bağlı
oymakların başına yönetici olarak tayin
ederdi.Fakat zamanla han ünvanını almış
“imparator, şah, sultan” karşılığında
hükümdarlar için kullanılmaya
başlanmıştır.Örneğin önceleri bir
kabile reisi olan Timuçin Moğol imparatorluğunu
kurup başına geçtiği zaman han ünvanını
almış ve o tarihten sonra Cengiz Han adıyla anılır
olmuş.



Harizmşahlar’ın
ordu teşkilatında emir muadili bir rütbe oluşturan
hanın Dede Korkut Hikayelerinde bey karşılığında
kullanıldığı görülmektedir.Yine
Anadolu’nun doğu ve güneydoğusundaki özel
statülü birimlerin hakimleri ile Safeviler döneminde
İrandaki taşra yöneticilerine “bey, paşa”
anlamında han denmekte idi.Göktürkler’de de
zaman zaman kağan yerine kullanılmıştır.Aynı
zamanda Delhi Sultanlığından beri hindistan
müslümanları arasında soylulk ünvanıdır.Osmanlı
padişahları içinde de ilk defa 1. Murat tarafından
olmak üzere kullanılmıştır.Hatta bazı
devletler Hanlık adı ile anılmıştır.



Kağan unvanı
mutlak ve evrensel bir niteliğe sahiptir.Bu ünvanın
Proto-moğollar’da kullanılışı kaan
şeklindedir.İlk defa Arap müelliflerinin
Türk,Moğol,Çin Hükümdarları için
kullandıkları hakan ünvanı kağanın
Arapçalaşmış şeklidir ve
İslamiyetinkabulünden sonra Türkler arasında da
yaygınlaşmıştır.



Hükümdarlık
Belgeleri



Otağ (Hakan
çadırı):
Otağı yıkmak hükümdarlığa
nihayet vermek manasına geldiği gibi,hakanın belki de
hiç uğramadığı uzak köşelerde bu
tahtlı sarayların mevcudiyeti bölgenin himaye altında
olduğunu belgeler ve emniyeti garanti eder.



Örgin(taht)
altındandı.Hükümdara mahsus olup,kanat
eliglerine, küçük kağanlara,şadlarave
diğer yüksek idare adamlarına devleti temsilen resmen
hakan tarafından verilen tuğlar ;Göktürk,Uygur,Türgiş
ve ihtimal Karluk devletlerinde tepesine altın bir kuşbaşı
takılmak sureti ile belirlenirdi.Köbürge (davul)
hakimiyet belgesi idi.Kotuz(Sorguç),hükümranlık
sembolü olarak börke takılan küçük
bir tutam yabani sığır ya da at kılı idi.



Tuğ,Bayrak,küs,tabel:Türklere
göre “Bayraksız otağ,otağsız da bayrak
olmaz”.Bayrak kökünü dinden ve sihirden alan bir
bağımsızlık sembolüdür.Bu terimler
özellikle Divan-ı Lugat’ül –Türk’e
baktığımızda aynı anlamda
kullanılıyordu.Türk hakanının yedi ve dokuz
tuğu vardı.İnanışa gre yer ve gök yedi
kattı ve diğer bir inanışa göre dokuz kattı.



Davul da tuğu
tamamlayan bir alamettir.Savaştan ve büyük törenlerden
önce Hanlık otağı kurulur,tuğ dikilir.Davul
vurulmaya başlanır.



Hükümdarın
maiyyeti



Kağanların
maiyyetinde bulunan ileri gelen memurlara,müşavirlere,ve
komutanlara (şadlara)buyruk deniliyordu.



Sarayda bulunan başlıca
görevliler şunlardı:Damgacılar (kağanın
altın damgasından
sorumlu),danışmanlar,hazinedarlar,elçiler,davetçiler,kılavuzlar,saray
tabipleri,falcı ve müneccimler,kapıcılar,işçiler,sanatkarlar...



Hükümdarın
yaşantısı ve Saray gelenekleri



Bu dönemde hakan
sarayı ve otağı herkesin serbestçe girip
çıkabileceği yer değildi.Saraya
gelebilecekler,kanun ve törelerle tesbit edilmiştşir.Türkler
görülmesi ve girilmesi yasak bölgelere korıg
derlerdi.Türklerde hakanların büyük bir zamanı
seferde geçtiği için harem dairesinin de beraber
götürülmesi adetti.Savaşlar çok defa akın
için değil ülkelere yerleşmek ve oturmak gayesi
ile yapılırdı.Bu sebeple çoğu zaman
askerlerin aileleri de orduyu takip ederdi.Baş-Hatun resmi
törenlerde hakanın yanında bulunurdu.Ayrıca
muhtelif sınıflara ayrılmış pek çokta
cariye vardı.Hatta Bayan-Çur Kağan gibi,Uygur
Hakanlarının Çin İmparatorunun öz kızı
olan hatunları vardı ancak,başhatunun Türk
soylularından birisinin kızı olması şarttı.




Selçuklu
Öncesi Türk Hükümdarı



Türk Kağanı



Eski Türkler’in
kağan ünvanı imparator demektir.Çünkü
Çin’deki imparator ile eş manada görülmüştür.
Çin imparatoru “yeryüzünün sahibi”
anlamını taşır.Bundan dolayı Türkler’in
kağan sözü “padişah” ve “sultan”
ünvanlarından daha geniş ve derin bir manayı
içine toplar.



Yeryüzünün
Hakanı



Yeryüzünün
Hükümdarı” sayılan Türk Kağanları
“Tanrının Yarlığı” ile dünyanın
büyün ülkelerini idare ederlerdi.Bu çeşit
devlet anlayışına “universal” devlet şekli
denir.Bizim literatürümüzde “cihanşümül
devlet” deyimi kullanılır.Böyle bir devletin
kurulup işlemesi için de,Türklerin dünya
görüşleri ile dinleri,zaten ilk çağlardan
beri,uygun bir fikir ortamı,meydana getirmişlerdi.



Çin’de
ve Türkler’de Cihan Devleti Anlayışı



Çin İmparatoru
“göğün altındaki ülkeleri göğün
bir temsilcisi olarak idare ediyordu”.Çin İmparatoruna
ayrıca “Tien-tse”, yani göğün oğlu
da diyorlardı.



Hunlar da Çin
Tarihlerine göre imparatorlarına “Tanrının
oğlu” derledi.Türklerin bu görüşünü
Çinli’lerinkinden farklı kılan yanı
,günlük yaşantılarından doğmasıdır.
Yani daha realist ve gerçekçi idiler.Türk
Kağanları için yeryüzünün bütünü
değil, türklerin yaşadıkları yer önemliydi.
Onların yer ve suları mukaddesti. Yer ve suların
sahibi ,dünyanın kuruluşundan beri Türk Hakanı
idi.Bu yer ve sular hiçbir zaman,sahipsiz olamazdı.Nitekim
Göktürk Kitabeleri şöyle diyor:



(İl-Teriş
Kağan), atalarımız (Bumin ve İstemi Kağanlar’ın)
tutmuş ve(idare etmiş oldukları) yer ve sular sahipsiz
kalmasın diye: Azmış milleti yeniden düzenlemiş
ve yaratmış!...



Türk’ün
Yer ve sularının sahibi, Türk Kağanı



Onlara göre diğer
Türklerin yer ve suları da sahipsiz
kalmamalıydı.Bunların gerçek sahibi de
ancak Göktürk Kağanı olmalıydı.Mesela
Kırgız Türkleri’nin kendilerine göre bir
kağanları vardı.Fakat Kırgızlara başeğdiren
Göktürkler ,onların yerleri olan Köğmen
bölgesi için de böyle diyorlardı.



Türk Kağanı
Tanrının Yerdeki Temsilcisi



Türkler’e
göre kendi kağanları,Gök’ün
yerde,kendisi adına tayin ettiği temsilcisi idi. Bir
Türk’ün başarılı bir kağan
olabilmesi için kendisine tanrı tarafından verilmiş
üç özelliğin olması gerekir:



Yarlıgı,talihi
ve kısmeti



1)Tanrı kendisine
kağanlık ve başarı için yarlıg
vermeliydi. 2)Tanrı diğer insanlardan farklı olarak
onu iyi talih yani “kut” ile donatmalıydı. 3)
tanrının kendisine iyi bir kısmet “ülüg”
vermesi gerekirdi.



Bilge Kağan
hükümdar oluşunu şöyle anlatır:



Tanrı yarlıg
verdiği için özüm tahta oturdum! Dünyanın
dört köşesindeki milletleri düzenledim! Yarattım!



Türkler gök
sözü ile tek ve yüce tanrı yanında maddi
göğü de kastederlerdi. Yer ile göğü
aynı değer ve kutsallık içinde görürlerdi.Bilge
Kağan başarılarının sebebini hem göğe
hem de yere bağlıyordu:



Yukarıdaki Gök
ve aşağıdaki yer bana yarlıg verdiği için
(milletimin),gözünün görmediği;kulağının
işitmediği; sağımdaki gün doğusuna,(Güney
ülkelerine);arkamdaki günbatısına akınlar
yaptım.



Gökten Kağan
Olma



Çinliler Çin
İmparatoruna “Tien-tse” yani Gökün oğlu
derlerdi.Bu terim Büyük Hun Devletinin ünlü
imparatoru Mete için “Tanrının oğlu”
şeklinde söylenmişti.



Tanrıya Benzer
Gökte Kağan Olma



Göktürkler
kağanlarını çoğu zaman,”Tengride
bolmuş”,yani gökte olmuş gibi
gösteriyorlardı.Fakat zaman zaman derinleşiyopr göğün
nasıl olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı.Bu
kutsal gök “Tengri teg tenri” yani tanrıya
benzer gök şeklinde tanımlıyorlardı.Uygurlar
ise göğü bazı bölümlere
ayırıyorlardı,kendi kağanlarına unvan
verirken “Kün tengride” yani “Güneş
Tanrıda olmuş”Kağan gibi deyimler
kullanmışlardı.



Gökün Tanrının
Kağanlıkla Kutlaması



Göktürk
çağında kağanların gökte doğmuş
veya yaratılmış olduklarına dair inanç
veya düşünce izine rastlamıyoruz.Türklerin
inancına göre bilge kağanın babası İl
Teriş Kağan ile annesi İl Bilge Hatun ,Tanrı
tarafından göğe götürülmüş ve
tahta çıkarılmışlardı.



Türk Kağanlarının
tahata çıkma törenlerinde, bir nevi Göğe
çıkma hayal ve düşünceleri de yer
alıyordu.Ancak Türk Kağanı bir insanoğlu
idi.Yazıtlar Tanrıya Benzer Gök (tarafından)
yaratılmış Türk Bilge Kağan derler iken,
bizden daha başka düşünüyorlardı.Eski
Türkçede bir şeyin Tanrı tarafından
yaratılmış olması işi kılınmak
fiili ile söylenirdi.Yaratmak ise birşeyi yapmak ve
düzenine koymak anlamına gelirdi.



Türk Bilge kağan



Buradaki Türk Bilge
Kağan bizim tanıdığımız Bilge Kağan
olmayabilir.Buradaki Türk ve Bilge tanımları,Türk
Kağanlarının genel özellikleri idiler.



Hunların Hakanlık
Ünvanları ve Türkler



Kağan ünvanı
Göktürkler’den önce Avar hükümdarlarının
kullandıkları bir ünvandı.Zaten “kağan”
sözü bir unvan olarak ,Türkler’de değil
;daha önceleri, doğudaki Proto-moğollar arasında
da rastlanıyor.552 senesinde Avar Devletini yıkarak
,onların mirasına konan Göktürkler,hükümdarlık
ünvanlarını da beraber almışlardı.



Dünyanın
İmparatoru



Hunların şanyü
ünvanı “ Sonsuzluk ve bütün cihanı
içine alan” gibi geniş bir anlam ifade
ediyordu.Daha sonraki Türk Devletlerinde de büyük
imparator ,aşağı yukarı buna yakın bir
düşünce yolu ile anlatılacaktır.Türkler’in
“Kür Han” ve Moğollar’ın “Gur
Han”ları da bundan başka bir şey değildir.



Han ve Kağan
Ünvanları



Avarlardan Türkler’e
kağan ünvanının girmiş olmasına rağmen
, kan yani han deyimi,Türkler’in zihinlerinden büsbütün
silinmemişti.Gerçi Göktürk kağanlarının
resmi ünvanları “kağan” idi am yazıtlara
sık sık “han” ünvanı
sıkıştırılıyordu.Vezir Tonyukuk
yazıtında İkinci Göktürk Devletinin kurucusu
İl-Teriş Kağan’a da,çoğu zaman
“Kan”,yani “Han”deniyordu.Fakat oğulları
içinse “ka’an” ünvanı
kullanılırdı.Çünkü onlar, babaları
gibi büyük ve Ata Han değillerdi.



HAKANIN ÖZELLİKLERİ



Bilgelik ve alplik



Bilgelik Büyük
Hun Devletinden beri hükümdarlar için özenilen
bir özellikti. Mete’nin sağ ve solunda bilge prensler
yer alıyordu.Bu durum Göktürk Devletinde de devam
etti. Bilge Kağan kağanlık tahtına oturmadan önce
böyle bir bilge prens idi.Bilgelik bütün iyi ve büyük
Türk kağanları için müşterek bir
unvan olarak kullanılıyordu.



Bilgi ve Bilgi sahibi
olma



Türk Kağanlarının
başta gelen ve önemini hiçbir zaman kaybetmeyen ,bir
özellikleri idi.Yalnızca kağanların bilge olması
kafi gelmiyor çevresindeki büyük memurların
ve komutanlların da bilge olması şart görülüyordu.
Eski Türk yazıtlarında “Bilgi bilmez kişiler
bilmedikleri için daima felaketlere ve yenilgilere sebep
olmuşlardır” denilmektedir.



İyi ve Kötü
Kağanlar



İyi ve Büyükj
Türk Kağanlarının Özellikleri



Yukarıda Mavi
Gök;aşağıda Yağız Yer yaratıldığında
;ikisi arasında insanoğlu yaratılmış.
İnsanoğlunun üzerine atam ve amcam Bumin Kağan
ileİstemi Kağan hakan olarak oturmuş. Tahta çıkıp
Türk Milletinin ilini ve töresini idare edivermiş ve
düzenleyivermişler.



Bu iki yer arasında
sahipsiz ve teşkiletsız yaşayan Göktürkleri
düzenleyerek otururlar imiş.Bilge Kağan imişler!
Alp Kağan imişler! Buyrukları da bilge imiş! Alp
imiş!



Kötü
Kağanların özellikleri



Ondan sonra küçük
kardeş büyükler gibi yaratılmamış
imiş!Bilgisiz Kağanlar tahta oturmuşlar imiş!Kötü
Kağanlar tahta oturmuşlar imiş!



Türkler
Kağanlarının iyi veya kötü oluşlarını
,Tanrının yaratışına ve bağışladığı
iyi kader ile talihe bağlıyordu. Onlara göre kağan
iyi olmayınca beyler ile millet de birbirine düşerdi.



Baş olma ve
başkanlık



Reis” ve
Başkan Türklerde “başçı”
demektir.Göktürklerde baş başa geçer ve
idare ederdi. Karahanlılarda hakan da budun başcısı
yani idare edendi.(KB)



Doğru sözlü
ve erdemli hakan



Türk Kağanlarının
herşeyi doğru söylemeye çalıştıklarını
görüyoruz.Türk yazıtlarında kağanlar
halka “bu sözümde yanlış var mı”
diye seslenirler. Eski Türklerde erdem bir tanrı yolu ve
hükümdara tanrı tarafından verilmiş , iyi
bir özellikti.Bir hükümdarın akıllı ve
filozof olması şarttı. Böyle akıllı ve
filozof hükümdara Türkler “Bögi” veya
“Bögü Kağan” ünvanını
veriyorlardı.



Ünlü Hakan



Büyük kağanlar
ünlü olacağından Türkler kağanlarına
verdikleri ünvanın sonuna veya ortasına ünlü
anlamına gelen “külüg” deyimini
koyarlardı.Örneğin Alp Külüg Bilge Kağan
gibi.



HAKANIN VAZİFELERİ



İlahi Savaş
Gücü



Eski Türk
Devletlerinin temeli savaş gücüne dayanıyordu.Devletin
kuruluşu ile asayiş ve düzenin sağlanması
silah gücüne baglı idi.Tanrının Türk
Kağanlarına verdiği kutlu güç ve yarlık
,komutanlara da geçer di.



Tanrı yarlıg
verdiği için;



Hepsi 25 defa akın
yaptık!13 defa süngü ile savaştık!



İlli olanları
ilsiz kıldık! Kağanlı olanları kağansız
kıldık!Dizi üzerinde dik duranları,çöktürdük!
Başını dik tutanları eğdirdik!



Kağanlar ordunun
başında



Türkler kağanların
yaptıklarını anlatırken hep yukarıdaki
şekilde bahsederlerdi.Bu duruma bakılırsa Osmanlı
padişahlarının büyük seferlerde bulunmaları
raslantı değildir.



Kağanlar halkı
konduran ve iskan eden



Türk Kağanları
iskancı idiler. Yeni bir ülkeyi alıp devlete katma ,
onlar için bişey ifade etmiyordu. Ülkeyi alma
işinden sonra ülkeyi kondurma çabası gelmeli
idi.



Halkı doyurup
giydirme



Uygur ülkesine
giden Çin elçilerine göre Uygur ilinde fakir ve
yoksulluk içinde yaşayan kimse yoktu.Çalışmayan
ve Uygur vatandaşlarına devlet ile Uygur Kağanı
yardım ederdi.



Eski Türklerde her
nekadar devlet kağanın bir malı gibi görünse
de Türk Kağanları bu malın halk ile bölüşülecek
bir varlık olduğunu da unutmazlardı.Dede Korkut
“Kaçan kazan evün yağmalatsa
helalinün alır,taşra çıkardı”
diyor.Yani
Kazan – Han ne zaman ki evini yağmalatsa, hanımın
alır dışarı çıkardı.



Akınlarda kazanç
sağlama



Akınlar da halk ve
askerin kazanç kaynağı idi.Fakat akın
yağmalarının bağlı olduğu kesin
kurallar vardı.Bu yağmalamanın esası hierarşik
bir düzen içeriyordu.



Halkı doyurma ve
giydirme,eğitme



Bilge Kağan halkı
doyurma ve donatma işini şöyle anlatıyordu:



Tanrı
yarlıg verdiği için,kutum varolduğu
için:Kısmetim varolduğu için! Ölmek
üzere olan milleti dirilterek eğittim!Çıplak
milleti elbiseli; fakir milleti zengin kıldım!Azıcık
milleti çok kıldım!”



Halkın kalbini elde
etme



Göktürklerin
Altıncı Kağanı Işbara Kağan,taht
kavgalarının başlaması üzerine kağanlığa,
Türk Halkı ve Beyleri tarafından seçim yolu ile
getirilmiştir.İmparatorluk içinde bir birlik kurmayı
başaran İşbara Kağan devamlı kuraklık
ve hastalıklar nedeni ile son senelerinde başarısız
olmuştu.



Çin kaynakları
İşbara Kağan için şöyle diyorlardı:



İşbara
Kağan kendisi çok cesur idi.Bu sebeple de halkının
kalbini elde edebilmişti.



Sonradan kağan
olacak bir Türk Prensi için ise Çin Tarihleri
şöyle diyorlardı.



Kendisi çok
akıllı ve kurnazdır. Fakat (kendi devleti içinde
ve Çin karşısında) durumu zayıftır.Bununla
beraber o kendi halkının kalbini kazanmasını
bilmiştir.



Eski Türk Kağanları
önce kendi halkının kalbini kazanmak isterlerdi.Tıpkı
askerlerine kendini sevdirmek isteyen bir komutan gibi.



Hakanların babalık
vazifesi



Eski Türk Kağan
ve sultanları semavi menşee ve cihan hakimiyetine sahip
bulunmak inancı ile milletin ve tebaanı velisi veya babası
sayılıyor ve dünyanın efendisi sıfatlarını
haiz bulunuyorlardı.Türk Devlet anlayışına
göre hükümdarların millet ve tabaalarına
karşı,adalet,şefkat ve himaye göstermeleri bu
babalık sıfatı(velayet-i pederane)ile alakalıdır.



TÜRK KAĞANLARINDAN ÖRNEKLER


Göktürk
Kağanlarının Görünüşleri



Mokan Kağan’ın
(M.S.553-572) Efsaneleşmiş bir portresi:
...Kağanın
dıştan görünüşü çok
garipti. Bir (çin) ayağından daha geniş bir
yüzü vardı.Yüzünün rengi ise çok
kırmızı idi. Yaratılışı da çok
sertti.Gözleri iki cam yuvarlak gibi parlıyordu. Vücudu
çok güçlü idi. Diğer Kavimleri idaresine
almak için yaptığı akınlar; hırsla
devam ediyordu...



Batıda: Ak-hunları
yendi.Doğuda Kitanları kovalayıp aldı.Kuzeyde
ise: Kırgızları kendisine bağladı. Gücüne
dayanarak, Çin dışındaki bütün
ülkeleri, idaresi altına aldı.Devletinin sınırları:
Doğuda ÇindekiLiao Denizine, Batıda ise Batı
Denizine, (Hazar Denizi ) kadar uzandı.



Devletin (batıdan
doğuya) genişliği:10000 milden fazla idi .Güneyde
Gobi Çölünden, Kuzeyde Baykal Gölüne 6000
mil.Buradaki bütün ülkeler onun denetimi altına
girmişti.



Göktürk Yabgu
Kağanın portresi



(Çin Tarihlerine
göre)...Yabgu Kağanın uzun bir çenesi
vardı.Kaşları çok seyrekve azdı.Fakat
gözleriçok parlaktı.Çok cesur bir
kişiydi.Ayrıca her yaptığı iş de planlı
bir şekilde düzenlenmişti.



Türk Kağanlarının
Zayıf Yanları



Büyük Türk
Prensleri birbirlerini kıskanıyorlar ve çok
hırslılar:Bir Çin elçisinin raporuna
göre(M.S.578-579) ...Işbara Kağan’ın emri
altında,üç büyük türk prensi
vardır.Bunların hepsi amca ,yeğen, kardeşlerdir.Kağan
ünvanı taşırlar.Ancak birbirine güvenmez ve
çok hırslıdırlar.



Türk Kağanlarının
Tahta Çıkma Törenleri



Türklerd’de
tahta çıkma törenlerinin bir nevi göğe
çıkma gibi kutsal bir anlamı vardı.Kılıcının
kuveti ile hükümdarlığı elde etmiş olan
bir Türk Hakanını bir keçe üzerine koyarak
döndürmek sureti ile yapılırdı.Ayrıca
kağanların boyunlarına bir ip geçirerek,boğar
gibi yapıyorlardı.Daha çok askeri ağırlıklı
olan bu törenler din ve inanışla da ilgil idi.



Kurultayla Kağan
Seçimi



Türk Kağanları
seçimle seçilebilirdi. Fakat Türklerde çok
katı kaidelerle belirtilmiş veraset kaideleri vardı.Bu
durum seçimle pek bağdaşmıyordu.Ama taht boş
kalınca ünlü Göktürk Kağanı İşbara
Kağan seçimle tahta oturmuştu.



Türk Kağanının
monarklığı



Siyasi-idari otoriteyi
elinde tutan han ve boy beyleri, toplum hayatınınbütün
alanlarını gelenekler ve törelere göre
düzenledikleri,bağımsız bir adalet örgütü
bulunmadığından yargıç olarak görev
yaptıkları ve aristokratik öğeler olarak
görüldükleri söylenebilir.



Mutlak iktidara sahip
bulunan han, törenin sınırlandırıcılığı
altında idi.Boy beylerinin varlığı ve gücünün
hanın serbestiyesini sınırlandırdığını
söyleyebiliriz. Ayrıca seçmen heyeti olarak görülen
kurultay, beylerden ve toplumun seçkin kişilerinden
oluşmakta ve iktidara geçecek hanı tasvip
etmekteydiler. Han böyle bir yapı dahilinde bir monarktı.
Han, kendi otoritesi altındaki boy beylerine senede bir kez
şölen vermekte ve bu şölende toplumun sorunları
konuşulmaktaydı.Han böyle bir yapı dahilinde bir
monarktı.



İSLAMİ DEVİR
TÜRK HÜKÜMDARLIK KURUMU



Selçuklu Devri



Kelime Kuran’da
daha çok tezahürler ve fevkaladeliklere istinad eden
ahlaki veya sihri iktidar manasında mevcuttur ve bu iktidar dini
bir beyanda bulunmak selahiyetini verir.Kuran’da tabirin kudret
manasını da ihtiva ettiği altı yer vardır.
Ohalde bu iktidar fakat daha ziyade idari iktidar manası sultan
kelimesine islamın ilk asırlarında verilmiştir.



Tuğrul Bey
paralarında sultan lakabını ilk kullanan ve buna
ilaveten al-sultan al-muazzam terkibini kullanan ilk İslam
hükümdarıdır.Bu vaziyet Selçukluların
sultan tabirini hakiki bir hükümdar olarak ilk kullananlar
oldukları keyfiyetini pek muhtemel olduğunu ortaya koyar.



Devlet teşkilatının
İslam Türk Devletlerinde en mükemmel şeklini
almış olduğu Büyük Selçuklu
İmparatorluğu zamanında sultan adına
(Melikşah,Sencer,Büyük Sultan – Es Sultan-ül
–A’zam) adına ülkenin her tarafında hutbe
okunur,para onun adına bastırılır,fermanlara
“büyük divan” (merkezi hükümet)
kararlarına onun isminden ibaret tuğrası
çekilirdi.Sultan Türkçe adı yanında bir
müslüman adı da alır,saltanatın Hilafetçe
tasdiki adına halife tarafından verilen lakapları
kullanırdı.Savaşlarda ve gezilerde başı
üstünde “çetr” tutulur ve daima
beraberinde bulunan muzika takımı (“nöbet”)
günde beş namaz vaktinde nöbet çalardı.Sultanlar
haftanın belirli günlerinde devlet erkanını ve
kumandanları kabul eder,halkın şikayetlerini
dinler,kadıları tayin ,iktaları tevzi,tabi devlet
başkanlarının hükümdarlıklarını,meliklerin
idareciliklerini tasdikve devlete karşı işlenen
suçlarla meşgul yüksek mahkemeye (divan-ı
mezalim) başkanlık ederdi.



Karahanlı
Devletinde idare Bozkır ilinin devamı mahiyetinde
idi.Yalnız teşkilatın üst kademelerinde ,eski
“hakan” yerine arslan han kullanılıyordu. Böyle
bir ıstılah değişikliği vardı.
İslamiyeti ilk kabul eden Satuk Buğra Han’dan
itibarenmüslüman isim ve lakapları almaya başlamışlar
fakat sultan ünvanını XIII. yy’dan itibaren
kullanmaya başlamışlardır.



Daha ziyade mahalli bir
İslam Devleti durumunda olan Gazneliler’de hükümdarlığı
hilafet makamınca tasdik edilen ve halifeden çeşitli
lakaplar alan Mahmud, ihtimal “sultan” ünvanı
ilk tevcih edilen hükümdar olmuş sonra bu tabir bütün
İslam Devletleri Başkanları tarafından resmi
unvan olarak kullanılmıştır.



Selçuklular ise
başlangıçta eski Göktürk devlet anlayışı
ve teşkilatında idiler.Fakat 1040 Dandanakan Savaşı
ile Horosan’a yerleşmeleri ve gerek buranın bir
kültür merkezi olması gerekse burada hüküm
süren yerleşik Doğu İslam kültürü
ile değişim başladı.Tuğrul Bey sultan
ünvanını almış İslam ad ve lakaplarını
kullanmaya başlamıştır. İslam Halifesi
Tuğrul Bey’e “Dünya Sultanı”
ünvanını verir.Alp-Arslan “Cihan Sultanı”
,Melikşah ve Sultan Sancar ,”En Büyük Sultan”
diye anılırlar.Bu durum Selçuklularda cihan
devleti ve cihan hakimiyeti telakkisinin daha berrak ve kuvvetli
olarak devam ettiğini gösterir.İslam Tarihinde de ilk
kez olarak siyasi iktidarla dini iktidar ayrılır.Halifenin
karşısında siyasi otoriteye sahip bir sultanla
karşılaşmaktayız.



Selçuklu Devri
ve Anadolu Beyliklerinde Hanedanların Menşeei Ve
Hükümdarların Formasyonları



Gelenek ve tarih hemen
bütün Türk Devletlerinin menşeini Oğuzlara
bağlar.Büyük Selçuklular ve onun
kolları(Türkiye,Suriye,Irakve Kirman Selçukluları)
Oğuzların Kınık boyundandır.Anadolu
Beylikleri ise çeşitli boylara sahiptir: Örneğin
Karamanoğulları Avşar boyundan;Dulkadiroğulları
Bozok boyundandır.



Selçuklu devri
devletlerinde başta bulunan sultan ve meliklerin
formasyonları,tahsil ve eğitim durumlarına gelince
Selçuklu öncesi dönemde kağanların bilgili
olmasının şart olduğu gibi, Selçuklu
devrinde dE hanedan üyelerinin eğitimine önem
veriliyordu.Bunu sağlamak için şehzadeler ve
prenslere küçük yaşlardan itibaren sarayda
teorik olarak devrin bilimleri saray hocaları tarafından
öğretiliyordu.Onbeş yaşlarından itibaren bu
eğitim ve öğretim devam etmekle beraber Şehzade,atabey
nezaretinde melik ölarak bir eyaletin başına tayin
ediliyordu.Böylelikle pratik yönetimi ve askerliği
öğreniyordu.Selçuklu devri sultanlarında Sultan
Sancar’ın durumu istisnadır.Çocukluk dönemi
Selçuklular’ın fetret dönemine rastladığı
için kendi ifadesine göre iyi bir tahsil yapma imkanı
bulamadı.



Saltanatların
tesisi ve merkezi



Türk Devletleri’nde
saltanatın tesisi ve hanedan üyelerinden birinin tahta
çıkması ,veraset sistemi içinde mütaala
edilmektedir.Tahta geçen sultan melik veya atabey ünvanı
verilir.



En eski devirlerden beri
taht ilahi takdire açık tutulmuştur.Bu telakki
karşısında bütün diğer adet ve
teamüller hükümsüz kalmıştır.Hanedandan
biri şu veya bu suretle fiilen tahtı ele geçirdi mi
artık onun meşruiyeti nazari ve hukuki bakımdan bir
mesele olmamaktadır.Saltanata veraset ve tahta geçme
konusunda önemli bir yeri olan veliahdlık kurumuna gelince
şehzadelerden birinin hükümdarın tayin ettiği
veliahda itirazı hukuka dayanarak vaki olmaktadır.



Ananeye göre
veiahdlığında tıpkı saltanatın tasdiki
gibi halife tarafından tanınması gerekiyordu.Örneğin
Sultan Alp Arslan oğlu Melikşah’ın veliahdlığı
konusunda halife Kaim Biemrillah’dan izin istedi.



Bu çağda(XI.
yy) örgütlenen müslüman Türk
Sultanlıklarının en güçlüsü olan
Selçuklu yönetimi İslami gelenekleri ve Türk
örfünü bağdaştırarak kendisinden sonra
gelecek yönetimleri etkiliyecek bir örgütlenme biçimi
sunmuştur.Selçuklu Devleti ,yapı ve örgütlenme
itibari ile Sasani ve Abbasi yönetimleri gibi merkeziliği
ağır basan bir yönetim sistemi değildir.Eski Türk
Devletlerinde hakim olan ademi merkeziyetcilik Selçuklu
Yönetiminde ve hatta Fatih Dönemine kadar Osmanlı
Devletinde ülüş sisteminin gereği olarak ağır
basmıştır. Selçklu Yönetiminde sultanın
görevleri biraz abartılmış olduğu
söylenebilir çünkü ademi merkeziyet esasına
göre örgütlenmiş bir ülkede sultanın
töre icabı halkın iktidara itaatine karşılık
olarak sultanın idaresialtında bulunanları doyurması,
giydirmesi ve zengin etmesi söz konusudur.





Sultanların Siyasi
İktidarlarının Kaynakları ve Kullanılışı



Bu konu hakkında
Selçuklu devri devlet idaresi el kitabı diyebileceğimiz
Nizam-ül Mülk’ün “Siyasetname” adlı
eserinde bilgi bulunmaktadır.Büyük Selçuklu
İmparatorluğunun ünlü veziri şöyle
yazar:”Tanrı her asırda ve zamanda halk arasından
padişahlık vasıfları ve öğülmeye
değer hasletleri ile bezediği birini seçer;dünya
işlerini ve reayanın sulh ve sükun içinde
yaşamaları işlerini ona tevcih eder.”
Nizam-ül
Mülk’e göre ,hükümdar kudretini doğrudan
doğruya Tanrı’dan alır ve Tanrı adına
saltanat sürer.Tanrı birini hükümdar olarak
seçerken onun hangi ırktan olduğuna bakmamakta
sadece hükümdarlık vasıflarına sahip olup
olmadığına bakmaktadır.Halifalikten ve dünyevi
selahiyetlerin onun tarafından Selçuklulara
devredilmesinden hiç bahsetmemesi dikkate değerdir.



Nizam-ül Mülk
ayrıca,bütün memleket ve raiyetin sultana ait olduğunu
söyler.İnsanları idare etmesi için tanrı
tarafından seçilmiş kimsenin insanların en
üstünü olacağı tabidir.”Tanrı’nın
padişahı ,bütün insanların üstü
(mafevk’i) ve insanların da onun astı (madun’u)

olarak yarattığını,insanların rızkı
ve büyüklüğü ondan relde ettiğini”
söyler.



Sultan’ın
Sahip Olması Gereken Vasıflar



Nizam-ül Mülke
göre sultanın sahip olması gereken vasıflar
adalet ve bilgidir.Diğer taraftan yine ona göre devletin
bekasını şu iki unsur temin etmektedir:İhsan ve
adalet.



Sultan muayyen
meselelerde müşavere meclisleri kurar,burada kendilerine
verilen mesele münakaşa edilir.Ancak nihai kara verme
yetkisi veya alınan kararları tatbik edip etmeme yetkisi
sultanın şahaına aittir.



Sultanın muayyen
esaslar dahilinde neşrettiği fermanlar ,hatta ağzından
çıkan sözler,kanun kuvvet ve mahiyetini
haizdir.Gerek,her kademeden devlet teşkilatı gerekse,her
sınıftan halk bunlara itaatle yükümlüdür.



Sultanın Yetkileri



Devlet politikasına
yön veren sultanlar başlıca üç bakımdan
selahiyetlidirler:Teşri,icrai ve kazai.



Sultanın neşrettiği
ve altına tuğrası çekilmiş bütün
belgeler kanundur.Bunlar Selçuklu devrine ait münşeat
mecmuaları içinde toplanmışlardır.



Sultanın icrai ve
askeri yetkilerinin başına memuriyetlere ve kumandanlıklara
tayin gelmektedir.Bir diğer görevi ikta tevcihidir.Sultan
başında bulunduğu devletin bir kısmı
üzerindeki hakimiyetini terkettiğinde,iktidarı tevcih
ettiği aynı ferman vasıtası ile ikta hakimiyetini
halefi devreder.



İcra kuvvetlerin,n
devlet politikası olarak tecelli ediş şekli çok
önemlidir.Büyük Selçuklu devrinde,devletin
sınırları içinde bulunan bütün
insanları ,din ve ırk farkı gözetmeksizin refah
içimnde yatmasını amaçlayan Hun ve Göktürk
devlet politikasını görüyoruz.Yine bir devlet
politikası olarak sosyal adalet ilkesi uygulanmaktadır.



Hükümdarın
icrai yetkilerinin diğer bir bölümü olan askeri
yetkilerine gelince hükeümdarın başkumandanı
olduğu ordu ,Türk Devletler’inin temelidir.



Hükümdar
–sultan ya da melik- adalet teşkilatının
başıdır.Bilindiği gibi adaletin etkenliği
süratle yerine getirilmesi ile artar.Büyük
Selçukluların ilk sultanı Tuğrul Bey bizzat
mezalim mahkemesine başkanlık ediyordu.ayrıca sultanın
adalet yolundan ayrılmayacağına dair halifeye söz
vermesi usuldendi.



Sultanın Protokol
bakımından Durumu



Sultanın Hakimiyet
Sembolleri



Sultanin hakimiyet
sembolleri aynı zamandasultanın protokol bakımından
durumunu da gösterir.Bunlar:Payitaht; saray ve
çadır,taht,tac,bayrak,tuğ,davul-nevbet,hükümdarın
ünvanı ve
lakapları,hutbe,sikke,kılıç,çetr,tıraz,yüzük,kemer,yay
ve okdan meydana gelir.



Payitaht başta
devletin beyni olan hükümdarın ve maiyetinin bulunduğu
saray olmak üzere ,devletin diğer organları olan
hükümet,ordu ve adalet teşkilatının
bulunduğu,ülkelerin yönetildiği şehirdir.



Saray gibi taht ve tac
da devletin yüksek hakimiyetinin sembolüdür.Tac Türk
geleneğinde çok kullanılmaz.Tahtın şekli
ve kıymeti mevki ve makama göre değişiyordu.Tuğrul
Bey dünyevi selahiyetleri halifeden devraldığı
törende bir adam boyu yüksekliğinde tahtta
otururken,halife 3,5m yüksekliğinde bir tahta
oturmuştu.Tuğrul Bey’in arkasında kalkan ve
mızraklar ,önünde muazzam bir yay ve elinde iki ok
bulunurdu.



Bayrak konusunda ise
eski Türk Devletlerindeki anlayış hakimdi.



Nevbet takımı
sultanın gezilerinde ona refakat ediyordu.Nevbet çalma
ancak sultanın iznine bağlı idi.



Hutbe hatib tarafından
Cuma namazından önce okunurdu.Allah’a hamd ile
başlar,peygambere salavat ile devam edildikten sonra halife ve
devlet sultanlarının adlarının unvan ve
lakaplarını zikr ve kendilerine dua edilirdi.



Sultanın Maiyyeti



Hacibü’l
Hüccab(Sarayın bütün işlerinden
sorumlu),Emir-i Alem (sultanın bayrak ve sancaklarını
muhafaza),Emir-i Silah (silahlarun mahafazası ve
taşınması),Emir-i Çaşnigir (sultanın
sofrası ile ilgilenir.),Emir’i Şarab,Emir’i
Came(sultanın elbiselerinden sorumlu),Emi’i Ahır
(atlarla ilgili) Taş-dar (sultanın ibrikçisi),Divit-dar
(sultanın yazı takımcısı),Üstadü’d-dar(saray
harcamaları ile ilgili),Perdedar(kabul salonunun perdesini açıp
kapamakla görevli),Hares emirliği (ceza infazı ile
görevli),Vekil-i hass(genelde sultanın hürmetini
kazanmış biridir. Biçok işten sorumludur.)...



Bunlar dışında
“saray büyükleri”(fıkıhçılar,hekim
ve müneccimler) ve “saray küçükleri”(çavuşlar,gece
bekçileri,nöbetçiler,kapıcılar....)vardır.



Saltanat Törenleri



Başlıca
sultanın kabulleri,istikbali,uğurlanması ve sultanın
halife tarafından kabulüdür.



Hükümdarın
Yaşantısı ve Saray Gelenekleri



Sultanın başında
bulunduğu hanedan içi münasebetler,devletin hanedan
üyelerinin ortak malı olduğu şeklinde,Barthold
tarafından ortaya konan prensibin sonucu olarak hanedan üyeleri
arasında şiddetli taht mücadeleleri cereyan
eder.Tahtın ilah takdire açık olması da bu
mücadeleyi körükler.Hanedan üyelerinin karşılklı
sevgi,saygı,ve tesanüdüne ve bu his ve davranışların
kamuoyuna özenle duyurulmasına ve intikal ettirilmesine
hanedanın başı olan sultanlar tarafından özenle
önem veriliyordu.Aslında tesanüdün teorik değil
pratik pek çok örneğine sahibiz.ÖrneğinTuğrul
Bey kurultayda eline bir ok aldı ve ağabeyi çağrı
Bey’e vererek kırmasını söyledi.O ,bunu
kolayca kırdı.Ok sayısı üçe çıkınca
zor kırdı ama dörde çıkınca
kıramadı.Bunun üzerine Tuğrul Bey tesanüdün
önemini belirtti.



Protokol bakımından
sultanlar hanedan üyelerine mümkün mertebe eşit
davranıyorlardı.



Saryda Türkçe
konuşuluyordu.Ancak sultanlar ve hanedan üyeleri genellikle
edebiyat lisanı olarak Farsça’yı,ilim lisanı
olarak da Arapça’yı biliyorlardı.



Sultanların
kıyafetlerine gelince eski Türk Hükümdarlarının
kullandığı giysiler kullanılıyordu.Bunun
dışında hükümdarlık sembolleri kıyafeti
tamamlayıcı unsurlardı.Örneğin Alp Arslan
zamanı tabi hükümdarlarından Mirdas oğlu
Mahmud huzura kabul edilirken Oğuz elbisesi giymişti.



Sultanların Gelir
Kaynakları ve Giderleri



Sultanların emlak-i
hass,eshab-ı hass,emlak-i hasıla-ı
divan,ziya,akar,müstegallatve müsta’carat olarak
tasarrufları vardır.Hass arazi hükümdarın
k4endi malıdır.o bundan hanedan mensuplarına iktada
bulunur ya da mülk verirdi.Bu arazinin idaresi ile meşgul
olan makam divan-ı hassdır.



Sultanın aman
vermesi:
Selçuklu Devrinde teslim ve itaat sembolü
olarak görülen boyuna kefen asmak adeti islami bir
motiftir.Sultanın aman verdiği şahsa talebin kabul
edildiğini gösteren aman nişanesi olarak börk
vermesi gerekli idi.



Sultanların
şahsiyetleri-Saltanat süreleri-Türbeleri



Saltanat süresi
devletin istikrar içinde olup olmaması ile yakından
ilgilidir.genellikle,uzviyetin gelişmesi veya yükselme
çağlarunda olduğu dönemlerde hükümdarlar
uzun süre tahtı işgal ederler.Fetret veya çöküntü
dönemlerinde ise ekonomik,siyasi,askeri karışıklıklar
nedeni ile iktidar değişikliği çokça
görülür.



Sultanların
akibetleri de siyasi ve iktisadi istikrar ile yakından
ilgilidir.Bir suikaste kurban giden Alp Arslan ve Melikşah’ın
şüpheli ölümü dışındaBüyük
Selçuklu Sultanları ecelleri ile ölmüşlerdir.



Sultanların
türbelerine gelince Tuğrul Bey,Rey şehrinde; Alp
Arslan Merv’de yatmışlardır.Sultan Melikşah
Isfahan’da gömülüdür.Ölümü
siyasi sebeplerle gizli tutuldu.Naaşı geçici ölarak
Şuniz’de defnedildi.Daha sonra kendi medresesindeki
muazzam türbeye gömüldü.



Osmanlı Devrinde
Türk Hükümdarlık Kurumu



Osmanlı Padişahı
ve sistem içindeki yeri



Osmanlı
siyasi-idari sisteminin merkezinde Osmanlı Padişahı
bulunmaktadır.Padişah Osmanlı yönetiminin temel
taşıdır.Siyasi,idari,dinive her türlü
iktidarı elinde bulunduran Osmanlı Padişahı,tarihin
akışı içinde bir takım değişiklikler
geçirmiştir.Padişah,yönetilenlerin(reaya) ve
yönetenlerin (askeri) kendisine bağlılık
duydukları tek kişidir.Osmanlı Padişahları
devletin örgütlenmeye başladığı ilk
yıllardan itibaren çeşitli ünvanlar
kullanmışlardır.Beylik döneminde bey ünvanının
yanı sıra gazi ünvanını kullanılmıştır.



Osmanlı
padişahları,sultan ünvanını I. Murad’tan
itibaren kullanmaya başlamışlardır.M.Nuri
Paşa’nın anlattıklarına göre
anlattıklarına göre I.Murad (Murad Hüdavendigar
Gazi),Mısır’da bulunan Abbasi Halifesine,hükümetin
ser’iligini onaylaması için bir elçi
göndermiş ve halife de I. Murad’ın hükümetinin
İslami kurallara uygun olduğuna dair bir icazetname
göndererek onaylamıştır.Halife ayyrıca I.
Murad’a Sultan Murat devletine Devlet-i Osmaniye,saltanat
sülalesine de Osmanlılar adını
vermiştir.Böylelikle fiili iktidarın halifeye tasdik
ettirilmesi geleneği osmanlı yönetiminde de sürmüştür.



Osmanlı
Padişahları;Bey,gazi,sultan ünvanlarının
dışında han,hüdavendigar,emir,hünkar,padişah
ünvanları kullanmış bulunuyorlar.Türk
geleneğinde hükümdarlık ünvanı olan han
ve hakanın kullanılması eski Türk geleneklerinin
nisbeten devam ettiğinin işareti sayılmalıdır.I.
Beyazid döneminde Osmanlı Hanedanının Oğuz
Han’a bağlanması teorisi geliştirilmiştir
ki, bu da eski Türk geleneklerinin kısmi etkisine işaret
etmektedir.



Sultan tabiri
Osmanlılar’da ibtidadan itibaren halk arasında
şümullu olarak kullanılmayıp daha ziyade
kitabe,para ve vesikalarda zikredilmektedir.Hatta tuğrada bile
bu sıfat yoktur.Ve onun yerinehan ünvanı var.Halk
arasında en ziyade hünkar ve padişah isimleri
söylenmektedir.Hatta yalnız sultan tabiri hükümdarlara
mahsus bir kılişeden ibaretti.Halbuki muamelatta bazı
istidslara ve mektuplarda sultanım tabiri küçükten
büyüğe yazılan elkap ve konuşmalarda da
hürmet makamında olarak kullanılmıştır.



Sultan tabiri sonraları
Osmanlı padişahlarının erkek
evlatlarına,kızlarına ve hattapadişah
validelerine kadar teşmil edilmiştir.Sultan ünvanı
erkek çocukların isminin önüne ,kızların
da isminin sonunda kullanılırdı.Sultan Selim ,Ayşe
Sultan gibi...



Sadrazamın padişaha
takdim ettiği telhis ve takrirler de sultan kullanılmayıp
onun yerine padişahım denilmektedir.Osmanlılar’da
hükümdardan başka hiç kimseye verilmeyen tek
unvan hünkar tabiridir.



Kendi şahsında
Osmanlı Padişahı tipini yaratmış olan
II.Mehmed, kendinden önceki hükümdarların sultan
ünvanı ile yetinmeyerek padişah ünvanını
da kullanmakta tereddüt etmemiştir.Yavuz Sultan
Selim,Memlüklülere karşı kazandığı
Mercidabık Zaferinin ardından (1516)”Hadım’ül-Harameyn
eş-Şerifeyn”(Mekke ve Medine’nin Koruyucusu)
ünvanını kullanmıştır.Ertesi yıl
Ridaniye Zaferinden sonra halifelik Osmanlı yönetimine
geçmiştir.Yalnız I.Selim bu ünvanı
kullanmamıştır.



Halife El-Mütevekkil’in
İstanbul’da Ayasofya Camii’nde halifeliği
resmen I.Selim’e bıraktığı yolundaki
rivayetler doğrulanmış değildir.XVIII.yy’a
kadar Osmanlı Padişahlarının halifelik makamına
sahip çıkmadıkları ileri
sürülmektedir.Halifeliği Osmanlı yönetimi
ancak XVIII.yy’da canlandırmış ve uluslarası
ilişkiler alanında yararlanmak istemiştir.Aslında
halifelik makamı Osmanlı yönetimine geçmeden
önce de hükümdarların halife ünvanını
kullandıklarını görmekteyiz.Örneğin
Kanunname-i Ali Osman’ın mukaddimesinde”...Es-Sultan
el-‘azim Halifet-Allah-Fi’l-alem es-Sultan ibn es-Sultan
Mehmed Han” sözleri bulunmaktadır.X.yy’dan
itibaren İslam Dünyasında halifenin tekliği fikri
fiilen terkedildiğinden çeşitli hükümdarlar
İslamiyetin ilk örgütlenmesinde görülmeyen
“halife’t Allah”ünvanını
kullanmışlardır.Kanuni Sultan Süleyman
“Hilafet-ül Kübra” makamında oturduğunu
belirtmiştir.Kanuni’den sonra “Halife-i Ruy Zemin”
ve”Hilafet-ül müslimin” ünvanları
yerleşmiştir.



Osmanlı Hanedanının
Kökeni ve Saltanatın Verasetla intikali



Osmanlı Hanedanı
Oğuz Boyu’dan Kayılara mensupyu.Sikkeler üzerinde
Kayı damgasının bulunması bu konuda bariz bir
delildir.İlk Osmanlı kaynaklarında da bu konuya temas
edilmiştir.Osmanlıların Oğuz geleneğine
sahip çıkmaları bir fantezi ya da şovenizmden
değil gerçekçi ir yaklaşımdan
kaynaklanıyordu.Osmanlılar özellikle Türk boyları
ve devletleri ile ihtilafadüştüklerinde kendilerinin
oğuz soyundan gelen hakiki Türk oldukları konusu
sistemli bir şekilde incelenmiştir.Bunun en tipik örneği
Timur işgali ve Fetret Devri’nde görülmektedir.



Osmanlı
Devleti’ninaskeri ve idari açıdan asıl
teşkilatını kazandığı dönem,Orhan
Bey zamanıdır.Osmanlı Hanedanı içinde
devlet reisinin seçimi ,II.Murad’ın hükümdarlığına
kadar nüfuzlu şahsiyetlerle beylerin elinde idi.Osmanlı
Devleti’nde beylerin yani bir çeşit ehl-i hal
ve’l-akdin hükümdarlar üzerindeki hüküm
ve nüfuzu Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u
fethine kadar devam etmiştir.Zaten dış dünyada
Osmanlı Padişahlarının sultan ümnvanını
alması bu döneme rastlar.



Saltanat devri asıl
Fatih’le başlar.Fatih Devpri’ne kadar padişahlar
Divan-ı Hümayun’un bizzat reisliğini yaparken
Fatih vezir-i azama devretmiş ve neticenin kendisine sunulmasını
istemiştir.Ayrıca padişahların yeme,içme
ve oturma adbını bile hazırlattığı bir
kanun ile tanzim yoluna gitmiş ve Osmanlı’da daha
sonra alabildiğine ilerleyen teşrifat usulünün de
temelini atmıştır.



Osmanlı ülkesinin
maliki olan padişahların tahta geçişleri,
genellikle şehzadeler ve bürokrasiyi oluşturan değişik
gruplar arasında mücadelelere zemin
hazırlamıştır.Hükümdarın tahta
geçişi karşısında bir saltanat kanunu
bulunmayışı,siyasi mücadeleleri arttıran bir
öğedir.Yukarıda bahsedilen ülüş
sisyeminin terk edilmeye başlandığı yıllarda
şehzadeler arasında kanlı mücadeleler
görülmüştür.Fetret Dönemi’nde
I.Beyazid’in oğullaruından herbiri hakimiyet
iddiasında bulunmuşlar ve Çelebi Mehmed’in
diğerlerine üstün gelmesi ile egemenliğin tek
elde toplanması sağlanmıştır.I.Beyazid,
kardeşi Yakub’u;I.Murad kardeşleri Halil ve İbrahim
ile oğlu Savcı’yı;I.Mehmed de kardeşlerini
taht yüzündenöldürtmüşlerdir.II. Murad
da amcası Mustafa ile mücadele etmiş ve kardeşlerinin
birini öldürtmüş,diğerlerinin gözlerine
mil çektirerek Bursa da oturmaya mecbur etmiştir.II.
Mehmed,saltanata kimin geleceğini düzenlememişse de
hükümdar olanın nizam-ı alem için
kardeşlerini katl edebileceğini kanunnamesinde
belirtmiştir: “Her kimseye evladımdan saltanat
müyesser ola karındaşlarını
nizam
ÁIПሤ¿ကЀ
橢橢뎲뎲ПḀퟟᆏ���]ᜂψ᫊Öᮠ�ᵼᵼᵼµỘ⃔䔚䔚䔚84¬㾬唝ì䙦䙦"䚈䚈䚈䝣䝣䝣卂卄卄卄卄卄卄$Ǵ?Ƶ䝣䝣䝣䝣䝣卨aşlı
üyesine verilmesi önemli bir değişikliktir.



Cülus ve Biat



Osmanlı
Hanedanından herhangi birinin hükümdarlık
makamını işgal etmesine taht-ı saltanata cülus
etmek ya da daha genel olarak cülus-ı hümayun oldu
denirdi.Bir sultanın tahta oturabilmesi kendinden öncekinin
ölümü,feragati ve hallile vukubulabilir.Yeni sultanın
cülusu,gün ve saati sarayda protokolü düzenleyen
görevliler tarafından törebne katılacak olanlara
bildirilir.Bunun üzerine yeni hükümdara biat
olunurdu.Biat,cülusun tamamlayıcı unsuru olup
hükümdara yapılan sadakat ve itaat şeklidir.



Yeni tahta çıkan
bir sultanın cülusunu özellikle o zaman İslam
dünyasının başında bulunan hükümdarlara
bildirmesi adetti.Cülus nedeni ile yürürlükte
olan bir diğer adet bahşiş dağıtılması
idi.Örneğin I.Bayezid tahta çıkar çıkmaz
gazaya itirak eden bütün askerlerine bahşişler
dağıttı.Yani hükümdarın cülusu ve
biat işlemleri kültürel,politik ve protokoler
bakımlarından değerlendirilir.Osman Gazi’nin
Oğuz resmi üzere cülusu,Osmanlılardaki Orta Asya
kültürünün varlığını işaret
eder.



Diğer taraftan
cülus tahta kimin calis olacağı nedeni ile devlet
içinde çalkalanmalara neden olmaktadır.örneğin
Fatih Sultan Mehmet ikinci ve son cülusunda hükümet ve
ordu da geniş çapta değişiklikler
yapmıştır.Cülus,yeni tahta geçen sultanın
izleyeceği politika dolayısıyla dış politika
açısından önemlidir.Örneğin
II.Mehmed’in birinci cülusunda gerek Avrupa’da gerek
Anadolu’da Osmanlılar aleyhine ittifaklar ve kıpırdanmalar
olmuştur.Cülusu gerçekleştiren şartlara
gelince Türklerde tahta çıkmak,hükümet ve
ordu ileri gelenlerinin desteği ile olmaktadır.Osmanlılar
da bu kurala tabi oldular.Osman’ın bey oluşu buna
tipik bir örnektir.Osman’ın ve bazı haleflerinin
cülusuna ait özel bir şart da Ahilerin desteği
idi.



Sultanın
İktidarının Kaynakları ve Kullanılışı



İktidarın
teorik kaynakları



İktidarın
teorik kaynaklarından bahsederken iktidar sahibine yazılı
veya yazılı olmayan hukukun verdiği gücü
anlayabiliriz.Osmanlı Devleti’nde idari,mali,cezai gibi
emir ve fermanlar ile vaz edilmiş olan kanun ve nizamlar mevcud
idi.Kanunnameler,bunların aynen veya özet olarak biraraya
toplanması sureti ile tertip edilen mecmualar veya bu
kanunlardan belli bir konuya ait olanlardır.



Hakimiyet anlayışının
“elest bezmi” nazariyesi ile açiklanması yani
insanların Allah’a mutlak ve onun dışndakilere
şartlı olarak itaat etmesi gerektiği telakkisi ve
böylece iktidarın kaynağı konusu İslamiyette
üzerinde önemle durulan bir konu olmuştur.Hükümdarlar
iktidarın allah tarafından kendilerine verildiğini
kabul ederler.



İktidarın
teorik kaynaklarını da şer’i ve örfi hukuk
olarak ayırıyoruz.Genel olarak ,İslam Devletleri için
şer’i hukuk konusunda geçerli olan fikirler ,güçlü
bir devlet ve yönetim geleneğine sahip Türk İslam
Devletleri ve Osmanlı Devleti için de geçerlidir.Yani
Osmanlı Devleti’nin hukuk sistemi de esas itibari ile
şeriata dayanır.



İslam Şeriatı
yalnız müminlerin Allah’a karşı olan
vazifelerini tayin etmekle yetinmez.Onların dünya işlerinde
devlet ile münasebetlerinde temel olması gereken siyasi ve
medeni hukuk kurallarını tesbit eder.İslam şeriatı
Kur’an,Sünnet,icma ve kıyasa dayanır.Teorik
olarak imam,yani bir toplumun siyasi-idari otoritesini elinde tutan
kişi hüküm çıkarmak hak ve yetkisine
sahiptir.İslam hukukunda kamu ve anayasa hukuku
alanlarında çeşitli boşluklar bulunmaktadır.Bu
boşluklardan yararlanarak İslam memleketlerinde devlet
reisi sıfatı ile amme menfaati ve iyi adetlere uymuş
olmak mülahazası ile devletin nizam ve teşkilatında
ve idare usüllerinde şeriatin esas hükümleri ile
sarih bir şekilde çatışmadan yenilikler yapmak
hususunda kendilerini serbest bularak bir takım yasalar
yapmışlardır.Böylece İslam ülkeleri’nde
dini şer’i hukukun yanında siyasi otoritelerin
koydukları bir örfi hukuk oluşmuştur.Osmanlı
Devleti için de aynı durunm söz konusudur.



Kanunname adı
verilen mecmualarda toplanan padişahların emir,hüküm
ve fermanlarından oluşanörfi hukuk esas itibari ile
Osmanlı Hukuku’nun özünü teşkil
etmiştir.Örfi hukuk metinleri doğrudan doğruya
yönetimin başında bulunan ve pratik devlet
ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olan
bürokratlarca hazırlanıyordu.



Adaletnameler de padişah
hükmünden başka bir şey değildir.Devlet
otoritesini temsil edenlerin,reayaya karşı bu otoriteyi
kötüye kullanmalarını;kanun,hak ve adalete aykırı
tutumlarını olağanüstü tedbirlerle
yasaklayan beyannamaelerdir.



İktidarın
pratik Kaynakları



İktidarın
pratik kaynakları;kamuoyunun sesi,tarikatlar,ulemanın
etkisive ordunun baskı gücüdür.İktidarın
pratik kaynakları Prof.İnalcık’ın deyimi
ile “iktidarı fiilen tayin eden kuvvetler”in
sosyal,siyasal,ve ekonomik olaylar sonucu önemlerini kybetmeleri
ve yerlerini başka kurumlara bırakmaları
doğaldır.İktidarı fiili kuvvetler tayin
ederler,onun tahta çıkmasında büyük rol
oynarlar.Bunların başlıcaları;ahiler,hükümet
erkanı,uc beyleri,kapıkulu askerleri...Bu güçlerin
iktidara getirdiği sultan için ikinci dönem
başlar.Hükümdar bütün bunları
dengeleyerek devletin politikasını takip eder.



Sultanın
İktidarının Sınırları



Padişahın
mutlak iradesi hüküm,irade,ferman,Hatt-ı Hümayun
adı verilen belgelerde görülebilir.Padişahın
tuğrasını taşıyan bütün ferman ve
beratlarda “buyurdum ki” ibaresi ile başlayan
ve devanm eden cümleler padişahın otoritesini
gösteren,egemenliğinin alanlarını belirten somut
belgelerdir.Padişah teorik olarak sınırsız
yetkilere sahiptir.Osmanlı Padişakhları özellikle
devşirme,kul bürokrasisi(shaw,bunları “yönetici
sınıf” kavramı ile karşılamaktadır),hükümet
ve reaya üzerinde mutlak iktidara sahiptir.Ülke
topraklarına ve kullarına istediği gibi tasarruf
eder.İstediği yasaları yapar,kullarını
yargılayarak ya da yargılamadan cezalandırır.Teorik
olarak görülen bu yetkiler uygulamada çok farklı
şekilde karşımıza çıkar.Padişahın
yetki alanları sınırlandırılmıştır.Herşeydn
önce padişah toplumda egemen olan İslam Hukuku’na
uymak ya da uyuyor görünmek zorundadır.Dinin Osmanlı
Yönetimi’nde denetim ve kontrol işlevi XVI.yy’dan
itibaren artmıştır.Ebussuud Efendi devlet idaresi ile
verdiği bazı fetvalarında “na meşru’
nesneye emr-i sultani olmaz”
cümlesi ile bunu ifade
etmiştir.


Teabanın
malı ve canı üzerinde tasarruf hakkına sahip olan
padişahın egemenliğini sınırlandıran
ikinci unsur örftür.



Osmanlı
Yönetimi’nin üst seviyelerinde görevli kul ve
din bürokrasisi mensupları da padişahın sınırsız
görünen otoritesini sınırlandırıcı
bir işlev görmüşlerdir.II.Mehmed’ten önce
ulemadan gelen Türk aristokratları padişahlar üzerinde
etkili olmuşlardır.Çandarlı Vezir ailesi bu
bağlamda anılabilir.II.Mehmed güçlü bir
kul bürokrasisini daha serbest hareket etmek için
yaratmıştır.II.Mehmed sonrasında devşirme-kul
bürokrasisi ile harem arasındaki işbirliği,sistem
içinde padişahın iktidarını sınırlandırıcı
bir işlev görmüştür.


Padişahın
yetki ve sorumlulukları


Teşrii
Yetkileri



Xv.yy’ın
ikinci yarısında yaşamış olan “nizam-ı
alem” için akla dayanarak hükümdarların
koyduğu nizama “siyaset-i sultani,yasag-ı padişahi”
veya örf denilir.Osmanlı padişahları tahrir-i
vilayet sırasında belli bir bölgedeki örf ve
adeti tesbit ettirirlerdi.Sonra bunu tadil ederler veya aynen tasdik
eder ve kanunlaştırırlardı.Bu kanunlar birer
kanunname halinde mufassal tahrir defterlerinin başlangıç
kısmına konur,naşir ve ilan edilirdi.Örfi
kanunnamelerin uygulanması,şer’i hükümler
ile birlikte kadılara bırakılmıştı.Fakat
onların verdikleri hükümlerin icra edilmesi mutlak
surette sultanın icra edilmesi,mtlak surette sultanın icra
otoritesini temsil edenehl-i örfe aittir.Ehl-i örf sultanın
icra otoritesini temsil edenler,ulema sınıfı dışındaki
memurlar demek idi.



Fatih Kanunnamesi’ndeki
Ve tuğra-yı şerifim ile ahkam buyurulmak üç
canibe mufavvazdır.umur-ı aleme müteallık ahkam
umuma veziriazam buyruldusu ile yazıla.Ve malıma müteallik
olan ahkam-ı defterdarlarım buyruldusu ile yazalar.Cve
şer’-i şerif üzere devai hükmünü
kazaskerlerim buyruldusu ile yazalar.”
ifadesi bütün
dünyevi ve dini iradenin padişah adına yapıldığını
açıkça ifade etmektedir.Buna dayanılarak
padişahın dünyevi yetkilerinin idaresinde
sadrazamları,dini yetkilerinin idaresinde ise önceleri
kazaskerleri daha sonra şeyhülislamları vekil tayin
ettiği söylenebilir.Nitekim bu iki makama yapılacak
tayin ve azillerde padişahın mutlak selahiyeti olduğu
bilinmektedir.Divan toplantıları sonucunda alınan her
türlü karar arz yolu ile onun tasdikine sunulması da
padişahın nihai karar mercii olduğunu teyit
etmektedir.


Kanunnamelerden
başka hükümdar teşrii faaliyetini
;biti,hüküm,ferman,misal,tevki,yarlıg,nişan,alamet-işerif-berat-menşur
yazdırarak gösterir.


Fermanlar
çeşitli nedenlerle çıkarılır.Görünüşe
göre Fatih 1451-1452 de tedavüle çıkarılan
akçeler mğnasebeti ile fermen çıkarmıştır.Gene
Fatih’in Serez’deki darphane eminine gümüş
dökümü ve akçe darbı ile ilgili olarak
gönderdiği beratda şunları görüyoruz.
Hacı Kemal Serez Drphanesi’ne emin olarak tayin
edilmiştir.O,buradaki işleri
kayda
geçirecek
,bilhassa amil ve sahib-i ayarın
faaliyetlerini ve bütün olup biteni genel bir denetime
tabii tutacaktır.”


Teşrii
faaliyetlerden anlaşılacağı gibi sultanlar
detaylı bir metin hazırlatmaktadırlar.Teşrii
faaliyetin ayrıntılı biçimde kendini göstermesi
hukuk fikrinin devlete hakim olduğunun açık
göstergesidir.


İcrai
Yetkileri


İcra
padişahın teşri alandaki faaliyetinin tabi
sonucudur.İcranın beyni divan,divanın başkanı
hükümdardır.İcrai yetkileri mülki ve askeri
olmak üzere ikiye ayrılabilir.Kalem mülki,kılıç
askeri yetkileri sembolize eder.Yapılan icrai muamelelerin
başında,temlih,dirlik ve tımar tevcihleri
gelir.Hükümdarın başkanı olduğu divan
en yüksek icra organıdır.Bu organ icrayı tayin
ettiğimemurlar vasıtası ile yapar.


İcrai
faaliyetin en önemli tezahürlerinden biri de diplomatik
faaliyettir.Yabancı hükümdarlara elçiler eli
ile gönderilen mektuplar ile gerçekleştirilir


Askeri
niteliği haiz icrai yetkilerine gelince geleneksel olarak
Osmanlı padişahı seferde ordusunun başında
bulunur ve ona komuta eder.Savaştan önce padişahın
başkumandan olarak orduya hitaben nutk irad etmesi geleneği
vardı.


Kazai
Yetkileri


Padişahlar
kazai yetkilerini kullanırken müslim,gayrimüslim
herkesin mutazarrır olmamaları için bazı
kıstasları göz önünde
bulunduruyorlardı.Yasak etmek başlıca faaliyetleri
idi.Yeni fethedilen şehir ve bölgelerin halkına ve
müdafilerine dokunmayacaklarına dair amanname verir ve
yemin ederlerdi.



Kazai yetkinin
kullanılması sırasında önemli bir müessese
müftiden alınan fetvadır.Kazai yetkilerin kullanılması
ile sanık veya sanıklar cezalandırılır,braat
ederler ya da affedilirler.Verilen cezalar sürgünden
dayağa, sakal kesmekten idama kadar çeşitlilik
gösterir.Şehzade Orhan’a yapıldığı
gibi gözleri kör etme bedeni cezaların en ağırlarından
biridir.İdam ağır suçlara verilen bir
cezadır.Yay kirişi ile boğdurma,baş kesme,asma,
ateşte yakma,duman ile boğma şeklindedir.Yay krişi
ile boğdurma hanedan üyeleri için verilen bir
cezadır,çünkü hanedan üyelerinin kanı
kutsal sayıldığı için akıtılmaz.


Padişahın
Gelir Kaynakları ve Giderleri


Hass
arazi sultanın şahsi malıdır.Bu arazi üzerinde
dilediği tasarrufta bulunabilir.Padişah hassları
içinde mukatta mahsülleri mukatta gelirleri de
vardır.mukatta hazine tarafından genellikle üç
yıl için verilir.kadıların hüccetleri
,mektupları veya arzları üzerine ve kefillerini
göstermek sureti ile tevcih edilen en müsait kimselere ilk
zamanlarda,amil,sonradan emin veya mültezim denildi.Mukattaayı
tutan amiller taksitlerini belli tarihlerde hazineye veya emredilen
yerlere teslim ederlerdi.


Ganimet
İslamda, mağlup edilen kafirlerden ele geçirilen
esirlerşsilahlarşbinek hayvanları ve bütün
diğer emval-i mankule (taşınabilir
mallar)dır.Ganimetin 4/5ünün ,fiilen harbe girmiş
olsun ya da olmasınş muharebede hazır olan askerler
arasında taksim edilmesi gerekir.1/5ini müslümanların
genel yararına olarak,en iyi şekilde kullanma yetkisi
verildi.


Osmanlı
hükümdarları mülk tevcih ederler iken iki amaç
güderler: önce hayırlı bir iş yapmakşsonra
mescidşzaviye,tekke ve diğer tesisler ileyeni fetihedilen
yerlerin imarını düşünüyorlardı.Vakıf
ve mülkler birbirlerine sıkı sıkıya
bağlıdırlar. Özellikle evlatlık vakıfları
mülk olarak mütalaa edilebilrler.


Mahsulden
de hükümdarların hissesi olarak pay alınıyordu.


Padişahın
Yaşantısı ve Saray Gelenekleri


Saray,selamlık
ve harem olarak ikiye ayrılır:Selamlık kısmında
padişahın resmi hayatı geçer.Harem girilmesi
yasak olan kısımdır.Saray kadınları burada
ikamet eder.Genel olarak yaz aylarında seferde bulunaan Osmanlı
padişahı kışı payitahtta geçirirdi.


Padişahın
Kıyafeti


Osman
Gazinin başında kırmızı çuhadan
yapılmış,çağatayi tarzda horasani taç
vardır.İç ve dış elbiseleri uzun yenli
idi.Orhan Gazinin ak börklü olduğu anlaşılıyor.I.Murat
,mehlevi külahı üzerine yuvarlak sarık sarıyordu.


Arap
Tarihçisi Kalkaşendiye göre
padişahın,emirlerin,askerlerin elbiseleri dar yenli Tatar
kabalarıdır.Bunların uçları elin üstünü
örter.Umeranın bundan başka kaftanları
vardır,Yenleri ince ham kumaştan geniş dikişli ve
pamukludur.Başlarında orta büyüklükte lans
edilen müslinden yapılmış,ince tülbentten
sarık taşırlar.


Padişahın
hanedan üyeleri ile ilişkileri


Türk
hakimiyet anlayışının sonucu olarak,hanedan
üyeleri taht için devamlı mücadele içindedir.Bu
mücadeleler devrin adeti üzerine idamla sonuçlanır.Ancak
hanedan dışından gelebilecek tecavüz veya
tehditlere karşı mücadele sırasında bile
hanedan üyelerinin birbirlerini koruduklarını görürüz.


Şenlikler
ve Musiki


Şenlikler,culüs
veya zaferin ilanı gibi durumlarda yapılır.Padişahın
ata inip binmesi bayram tebrikleri ve savaş dönüşü
şenlikler ve dualarla karşılanırdı.


Musiki
ise ünlü araştırmacı Hüseyin Saadettin
Arala göre Orta Asya menşeelidir.


Saçı


Başta
düğünler olmak üzere,sevinç tezahürünün
bulunduğu bütün törenlerde saçı
saçılır.


Toy


Türk
geleneğinin icabı olarak herhangi bir sevinç
vesilesi ile toy verilirdi.Düğün ve sünnet
düğünleri esnasında devlet ileri gelenlerinden
başka belli günlerde halka da ziyafet verilirdi.


Hediye
Teatisi



Padişahın
hil’at tevcihi manevi değeri en yüksek bir
hediyedir.Kaynaklarımızda bütün padişahların
devlet erkanına ve yabancı devletlerin elçilerine
hil’at verdiklerine dair pek çok bilgi vardır.Mesela
Çelebi Mehmet,Karamanoğlu Mehmet Beyi hil’at
etmiştir.

Aydın
Taneri,Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde
Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray
Hayatı-Teşkilatı,Ankara Üniversitesi Dil
Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları:227,1935,s.17

2

Tarık
Zafer Tunaya,Türkiye’nin Siyasi gelişmeleri,İst,Baha
Yayınevi,1970,s.6

3Prof.

Dr. Laszlo Rasonyi, Tarihte Türklük,Türk Kültürü
Araştırma Enstitüsü Yayınları,Ankara,1971,s56-60

4Nevzat

Köseoğlu,Türk Dünyası Tarihi ve Türk
Medeniyeti Üzerine Düşünceler,3.Basım,Ötüken
Neşriyat,İst,1997,s.36

5

Aydın Taneri,İslam Ansk.,Türk Diyanet
Vakfı,İst.,1997,s.517-518

Nevzat Köseoğlu,Türk

Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine
Düşünceler,3.Basım,Ötüken
Neşriyat,İst,1997,s.36-37

7Aydın

Taneri,Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde
Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray
Hayatı-Teşkilatı,Ankara Üniversitesi Dil
Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları:227,1935,s.17

Prof.Dr. Bahaeddin

Ögel,Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı Yayınları, No:46,s:608-623

Prof.Dr.Osman Turan,Türk

Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi,Boğaziçi Yayınları,İst
1993,s:88-89

Türk Dünyası

Araştırmaları vakfı yayınları,No:46,sy.692-693

Şerif

Mardin,”Tabakalaşmanın Tarihsel
Belirleyicileri:Türkiye’de Toplumsal sınıf ve
sınıf bilinci; “Yazko Felsefe
Yazıları,5.Kitap,Çev:Nuran Yavuz,İst ,
1983,s.6-7

Tarık Zafer Tunaya

,Türkiye’nin Siyasi Gelişmeleri, Baha
yayınları,İst.,1970,s.34-38

Halil İnalcık,İslam

Ansk.,MEB.,İST,1993s.24-25

Prof.Dr. İbrahim

Kafesoğlu,Türk Milli Kültürü,Ötüken
Yayınları,3. Baskı,İst.,1997,s.357-366

15Nevzat

Köseoğlu,Türk Dünyası Tarihi ve Türk
Medeniyeti Üzerine Düşünceler,3.Basım,Ötüken
Neşriyat,İst,1997,s.36

16Aydın

Taneri,Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde
Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı-
Teşkilatı,Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya
Fakültesi Yayınları:227,1935,s.17

17Bernard

Lewis, İstanbul ve Osmanlı uygarlığı,Çev:Nihat
Önol, Varlık yayınevi,İst.,1975,s.16-20

Aydın

Taneri,Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde
Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı-
Teşkilatı,Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya
Fakültesi Yayınları:227,1935,s.19-71

19

Davut
Dursun,Osmanlı Siyasi-İdari Sistemi ve Din Örgütü,T.C.
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü,İst.,1987,s.124

20Halil

İnalcık, M.E.B.,Osmanlı Padişahı,İslam
Ansk.,9.cilt.,s.491-492

Ord.Prof.İsmail

Hakkı Uzunçarşılı,Osmanlı Devletinin
Saray Teşkilatı,Türk Tarih Kurumu Basımevi,Ankara,1998

Davut Dursun,Osmanlı

Siyasi-İdari Sistemi ve Din Örgütü,İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,İst.,1987,s.125-126

22Halil

İnalcık, M.E.B.,Osmanlı Padişahı,İslam
Ansk.,9.cilt.,s.68-69

23Dç.Dr.Ahmed

Akgündüz,Osmanlı Kanunnameleri ve hukuki
tahlilleri,Fey Vakfı,I.Kitap,İst.,1990

24Davut

Dursun,Osmanlı Siyasi-İdari Sistemi ve Din Örgütü,İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,İst.,1987,s.125-126

Aydın

Taneri,Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde
Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı-
Teşkilatı,Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya
Fakültesi Yayınları:227,1935,s.116-153

26Feridun

Emecen-Kemal Beydilli-Mehmet İpsirli-Mehmet Akif Aydın-İlber
Ortaylı-Abdülkadir Özcan-Bahaeddin Yediyıldız-Mübahat
Kütükoğlu,Osmanlı Devleti ve Medeniyet
Tarihi,İslamTarihi sSanat ve Kültür Araştırma
Merkezi,İst.,1994,s.139

27Aydın

Taneri,Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde
Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı-
Teşkilatı,Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya
Fakültesi Yayınları:227,1935,s153-154

28Davut

Dursun,Osmanlı Siyasi-İdari Sistemi ve Din Örgütü,İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,İst.,1987,s.128

29Aydın

Taneri,Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde
Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı-
Teşkilatı,Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya
Fakültesi Yayınları:227,1935,s157-158

30Davut

Dursun,Osmanlı Siyasi-İdari Sistemi ve Din Örgütü,İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,İst.,1987,s.128

31

Aydın Taneri,Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde
Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı-
Teşkilatı,Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya
Fakültesi Yayınları:227,1935,s.182

32Feridun

Emecen-Kemal Beydilli-Mehmet İpsirli-Mehmet Akif Aydın-İlber
Ortaylı-Abdülkadir Özcan-Bahaeddin Yediyıldız-Mübahat
Kütükoğlu,Osmanlı Devleti ve Medeniyet
Tarihi,İslamTarihi sSanat ve Kültür Araştırma
Merkezi,İst.,1994,s.143

33Aydın

Taneri,Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde
Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı-
Teşkilatı,Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya
Fakültesi Yayınları:227,1935,s.196-212

Aydın

Taneri,age.243-259