19 Eylül 2010 Pazar

suleymaniye-camii

Büyük üstad Mimar Sinan'ın eserlerinin sırlarını biliyor musunuz?

Süleymaniye'nin dört kubbesi neyi temsil ediyor? Camii'nin inşaasına neden ara verilir? İran Şahı'nın gönderdiği mücevherler nerede? Kandilde yanan isler ne işe yarıyor? İşte Sinan'ın eserlerine gizemli yolculuk...


Mimar Sinan, bir gün, dostlarından ve devrinin şair ve ediplerinden Mustafa Saî Çelebi’ye gelerek, “Çok kocadım. İsterim ki, öldükten sonra adım unutulmasın. Hizmetlerim anılıp hayırla anılayım. Anlatacağım hatıralarımı nazım ve nesir diliyle yazar mısın?” der.

Bunun üzerine Çelebi, Mimar Sinan’ın anlattıklarını yazmaya başlar ve küçük bir kitap ortaya çıkar.

Saî Mustafa Çelebi’nin Mimar Sinan’ın ağzından kaleme aldığı, “Tezkiretü’l Bünyan” ve “Tezkiretü’l Ebniye” adını verdiği ve günümüzde ‘Yapılar Kitabı’ adı altında toplanarak yayımlanan bu eseri, büyük ustanın yaşam öyküsünü, eserlerinin envanterini ve kendi dönemine ait gözlemlerini içeriyor.

Mimar Sinan’ın yaşantısına dair birçok ayrıntıyı, eserlerini, döneminin insanları hakkındaki düşüncelerini bu kitap ile, Sinan’ın kendi ağzından öğrendiğimiz gibi, Süleymaniye Cami’nin sırlarını da belli ölçülerde, bu kitapta bulabiliyoruz.

Mustafa Saî Çelebi’nin ‘Yapılar Kitabı’nda Süleymaniye ile ilgili çarpıcı bölümler yer alıyor.

Cami’ndeki akustik sorununun çözümüyle ilgili rivayete dayanan hoş bir hikâye var:

Cami inşa edilirken, Sinan’ın mihrapta nargile içtiği söylentisi yayılır. Söylenti padişaha kadar ulaşır.

Kanunî, bu söylenenlere inanmak istemese de bir gün ansızın inşaata baskın yapar. Bakar ki, Sinan gerçekten mihrapta nargile tokurdatıyor.

“Mimarbaşı, camide nargile içilir mi, sen bu işi yapmazdın, nedir bunun hikmeti” diye sorar.

Sinan şöyle cevap verir: “Sultanım, dikkat edin nargilemde tömbeki, tütün yoktur. Sadece suyun fokurdamasından meydana gelen sesin cami içerisinde dağılımını kontrol ediyorum. Buradaki suyun sesi caminin her tarafına eşit yayılırsa, yarın burada Kuran okuyacak olan hocanın sesi de 60-70 metreye kadar toplanan cemaat tarafından duyulacaktır. İşte bu yüzden, akustiği kontrol ediyorum.”

Süleymaniye Camii'nin ayrıntılarına inildikçe insanı büyüleyen pek çok özelliği ortaya çıkıyor.

Caminin temelleri atıldıktan sonra, temelin iyice oturması ve sonradan bir çöküntü olmaması için, inşaata bir süre ara verildiği belirtiliyor.

Ağır masraflar yüzünden caminin yapımına ara verildiğini zanneden İran Şahı Tahmasp Han, inşaatın devamı için, kıymetli mal yüklü bir kervanı ve içi değerli taşlarla, mücevherlerle dolu bir kutuyla, bu hediyeleri göndermesinin sebebini açıklayan bir mektubu Kanunî’ye yollar.

Bu mektuba sinirlenen padişah, malları elçinin gözleri önünde bahşiş olarak dağıtır ve kutuyu Sinan’a vererek içindeki mücevherleri yapının taşlarına karıştırmasını buyurur.

Mimar Sinan, değerli mücevherleri minarelerden birinin taşları arasına maharetle yerleştirir. Güneş ışığında pırıl pırıl parladığı için bu minareye ‘Cevahir Minaresi’ adı verilir. Evliya Çelebi zamanla sıcaktan bozulduğunu ve taşların pırıltısının kaybolduğunu belirtir.

Süleymaniye’nin dört minaresi İstanbul’da yaşamış dört büyük hükümdarı; Fatih Sultan Mehmet, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman’ı ya da camiyi yaptıranın İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah olduğunu temsil eder.

KANDİLLERİN İSİNDEN MÜREKKEP

Caminin içinde yanan yaklaşık 250-300 kadar kandilin isi, yukarıdaki bir akımla kapı üstündeki dört pencereden is odasına çekilirdi. Kitap yazımında ve hattatlıkta kullanılan mürekkebin en güzeli bu isten elde edilirdi.

Halen Süleymaniye Kütüphanesi’nde mevcut olan bazı kitapların bu isle yapılan mürekkeple yazıldığı belirtiliyor.

Öte yandan bazı kaynaklarda, 1950'li yıllarda inşaat mühendisi, mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir Japon heyetinin Türkiye'ye geldiği ve Türkiye'deki bazı tarihi yapıları inceledikleri söyleniyor.

Japon heyetinin Ayasofya’yı, Yerebatan Sarnıcı'nı gezdikten sonra sıra Sinan'ın kalfalık eseri Süleymaniye Camisi ile mimar Sedefkar Mehmet Ağa'nın eseri olan Sultanahmet Camisi'ne gelerek incelemelerde bulunduğu söyleniyor. Japonların, camilerde kullanılan sistemden esinlendikleri iddia ediliyor.

SELİMİYE CAMİİ EFSANELERİ

Selimiye'nin uzun yıllar boyunca süregelen, kulaktan kulağa, nesilden nesile aktarılan hikayeleri günümüze kadar söylenegeliyor. İşte Selimiye Camii efsaneleri:

Hz. Muhammed'i (S.A.V) rüyasında gören padişah II. Selim, Peygamberin emri üzerine onun rüyada işaret ettiği, bugünkü cami alanının bulunduğu yere bir cami yaptırmaya karar vermiştir.

Koca Sinan, ustalık eserimdir, dediği bu yapının inşaatına başlamadan önce, inşaatta kullanacağı bütün taş malzemeyi araziye yerleştirmiş. İki yıl süresince tonlarca taş zeminin üzerinde beklemiş.

Mimar Sinan, Selimiye'nin zeminini önceden sıkıştırarak,bu şekilde zeminin oturmasını sağlamış. Böylece iş bittikten sonra oluşacak çatlama ve kaymaların önüne geçilmiş.

SELİMİYE İLE İLGİLİ SÖYLENCE

Selimiye Camii ile ilgili bir diğer söylence ise şöyle: "Cami kubbesi tektir çünkü Allah birdir. Camisi pencereleri beş 343.0 Kademelidir; çünkü, İslamın şartı beştir. Vaaz kürsülerinin dört oluşu 344.0 İslam'da dört mezhebin varlığına işaret eder. Selimiye Külliyesindeki 345.0 32 kapı, İslam'ın 32 farzıdır. İki minarede toplam altı yol oluşu, 346.0 Imanın altı şartını işaret eder."

MİHRİMAH SULTAN CAMİ'NDEKİ KUYULAR

Mimar Sinan'ın, Kanuni Sultan Süleyman'ın kızına aşkını anlatmak için yaptığı Mihrimah Sultan Camii'nin 10 yıldır süren bakım ve onarım çalışmaları sırasında, ünlü mimarın bir mühendislik sırrı daha gün yüzüne çıkıyor.

16. yüzyılda inşa edilen Mihrimah Sultan Camisi, dönemin üç padişahına mimarbaşılık yapan Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan adına 1562-1565 tarihleri arasında inşa edildi.

1999'daki depremde gördüğü hasar nedeniyle restorasyon çalışmaları gerçekleştirilen caminin etrafında yüzden fazla kuyu bulunduğu tespit ediliyor.

Uzmanlar, Mimar Sinan'ın, eski İstanbul'un en yüksek tepesine inşa ettiği Mihrimah Sultan Camisi'nin zeminindeki su dengesini sağlamak için temelin etrafına kuyular açtığını, böylece temeli korumaya aldığını belirliyor. (Yeni Şafak- 13.03.2010)

Nilüfer Şensöz/Sabah