1946’dan beri bu şehrin profili, büyük abidelerin etrafı, mezarlıklar ve birtakım eserlerin bulunduğu yerler ağır tahribat geçirdi. Türkiye’de “Bizans mirasının sistematik tahribi” gibi bir slogan bazı kimseler tarafından tekrarlanagelir ki boş bir sözdür. İstanbul’da hiçbir tahribin hiçbir sistemle hiçbir alakası yoktur ve Bizans katmanı Osmanlı’nın altındadır. Yani Bizans’ın tahribinden önce Osmanlı’nın tahrip edilmesi gerekiyordu ki, elhak yerine getirilmiştir. İkinci büyük savaşın sonuna kadar imar bütçeleri kısıntılı olduğu için yapılan tahribat kısmidir ve daha çok kendiliğinden olmuştur.
Unkapanı’nı Yenikapı’ya bağlayan yol ilk sistematik tahribat başlangıcı sayılır. Dolmabahçe’nin arkasına benim tuttuğum takım Beşiktaş’a ait Mithatpaşa Stadı’nın yapılması da bu tip faaliyetlere bir örnektir. Hiç şüphe yok ki Demokrat Parti’nin 1950’li yılların ortalarında başlattığı çılgın imar bütün kültür tarihimiz için bir kara sahifedir. Bunu yapanlar İstanbul’a hizmet ettiklerini zannetmekteydiler. Hudutsuz bir bilgisizlik, Avrupa kültürüne ve benzer tarih şuuruna sahip olamayan bir görgüsüzlüğün rolü olduğu muhakkaktır.
Swissotel derhal tahrip edilmeli
O devirde yıkılan beş adet Mimar Sinan camiinin ikisi 1980’lerde Millet Caddesi üzerinde alakasız bir yere başarısız kopya olarak yeniden yapıldı ama kaybettiğimiz eserler için bir fikir verebilirler. Tahribat listesini saymak için bu sütun yetmez, bu benim bildiğimdir. 1950’lerin yöneticileri ve sanatçıları nelerin gittiğini ilmi bir biçimde belgelememişlerdir. Hafızasına güvenen veya tesadüfen bazı şeyleri belgeleyenlerin bir araya getirilip raporlarının neşredilmesi gerekir.
Tahribat muhtelif dönemlerde muhtelif biçimlerde sürdürüldü.Dolmabahçe’nin tepesine kondurulan Swissotel bunlardan biridir. Birçok kimselere ve bana göre pek bir şeye benzemeyen bu yapı şimdi satışa çıkarılıyormuş. Derhal alınıp tahrip edilmesi ve Dolmabahçe’nin üzerinde her bakımdan yük olan bu münasebetsizliğin ortadan kaldırılması gerekir.Belki pahalıya mal olacak ama 1980’lerdeki görgüsüzlüğümüzün bedelini 30 sene sonra ödemek bir borçtur.
Surların yanı başına marina yapılıyor
Yedikule’de surların yanı başında bir marina yapılıyor. Böyle bir yatırımın referandum ile kararlaştırılması gerekirdi. Kazlıçeşme’nin ve surların görünümünün değişeceği açıktır. Acaba nasıl bir düzenleme ile bu olumsuz tesir azaltılabilir? O mıntıkadaki eski eserler, mezarlıklar, Merkez Efendi külliyesi, Rum ve Ermeni hastaneleri ne olacaktır? Hemşehrilere açıklanması gerek.
İstanbul dışında alınan kararlara karşı İstanbullu kendini savunacak durumda değil. Çünkü bizde İstanbullu yoktur, maalesef İstanbulluluk sofra sohbetinden ibarettir. Gümüşsuyu’ndaki otelin inşaatını önleyenleri hatırlarım. Asıl zarar gören Gümüşsuyu Caddesi’ndeki apartman sahiplerinin kendi kendilerine homurdanmaktan başka faaliyetleri olmadı.
Süleymaniye Camii restore edildi, lakin etrafındaki briketle yükseltilen kaçak yapılar hâlâ duruyor. Haliç’in üstündeki muhteşem profil 50 yıldır bozulduğu gibi camiin temellerine yüklenen bu çirkin yüke daha ne kadar Sinan’ın eseri ve biz tahammül etmeliyiz? Haliç köprüsünden evvel tartışılacak konu bu olmalıdır.
İlber Ortaylı
(Milliyet, 06.09.2010)