Girit'in tamamıyla Osmanlı hakimiyetine alınması için 1645'ten 1669'a kadar tam 24 yıl boyunca savaşılmıştı. Osmanlı tarihinde bir yer için böyle uzun süren bir kuşatma görülmemişti. Yüz binlerce şehit verip topraklarımıza kattığımız Girit'i, inanılması güç şekilde, büyük bir zafer sonrasında, masa başı oyunlarıyla kaybetmiştik. 1800'lerin ikinci yarısından sonra Avrupa, Girit'in Yunanistan'a katılması için el birliği ile çalışmış ve bunda da başarılı olmuştu. Baskıların yoğunlaştığı sırada Osmanlı Devleti, Yunanistan'la Girit yüzünden savaşmış ve Yunan ordularını perişan etmişti. Ancak İkinci Abdülhamid, Yunanistan'la barış antlaşmasının imzasından iki hafta sonra dış baskılar nedeniyle Girit'in bağımsızlığını tanımış ve Ada'nın Yunanistan'a katılmasının yolunu açmıştı.
Yunanistan, Girit Adası'nı ele geçirmek için kurulduğu 1830'dan itibaren büyük bir çaba içine girmişti. Bunun için yıllar boyunca Ada'da yaşayan Rumları kışkırtma yolunu seçmişti. Girit, 1866'da ilk defa geniş ölçüde bir ayaklanmaya sahne oldu. Kendi kendilerine geçici bir hükümet kurarak, Girit'in Yunanistan'a bağlandığını ilan ettiler. İstanbul, bu ayaklanmayı bastırmak için Ömer Paşa'yı, Vali olarak da Mustafa Nâili Paşa'yı görevlendirdi. Yunanlılar tarafından yapılan sürekli yardım, isyanın büyümesine neden oldu. Bunun üzerine büyük devletler Osmanlı Devleti'nin iç işlerine müdahaleye başladılar. Fransa, Rusya'nın da onayını alarak milletlerarası bir soruşturma heyeti gönderilmesini istedi. Bu teklife Bâbıâli ile beraber İngiltere ve Avusturya'ya karşı koydular. Abdülaziz, 1868'de Sadrazam Ali Paşa'yı Girit'e göndererek, Hristiyan halkına birçok imtiyazlar tanıyan bir yönetmelik yayınlattı. 1878'deki Berlin Antlaşması ile Girit Adası, 1868'de Rumlara verilen imtiyazların tam olarak uygulanması maddesinin kabul edilmesiyle yine Osmanlı Devleti'nde kalıyordu. 1878'de Girit Hristiyanlarına daha geniş imtiyazlar bahşeden bu anlaşma, Hanya civarında Halepa'da Av¬rupa devletleri konsolosları tarafından onaylanıp uygulanması güvence altına alındığı için "Halepa Sözleşmesi" diye anılmıştı.
Sözleşmede, İl Genel Meclisi 49 Hristiyan ve 31 İslâm olmak üzere 80 kişiden oluşması¸ devlet dairelerinde ve her türlü yazışmalarda iki dil kullanılması, Ada'daki askerin masrafının gümrük, tütün ve tuz vergilerinden elde edilmesi, hasılatın yarısının devlete bırakılması diğer yarısının ise Ada'daki okullara, hastanelere, limanlara ve yollara harcanması, Ada'da ilmi çalışmalar yapan cemiyetler ve matbaaların kurulmasına izin verilmesi gibi maddeler de yer alıyor, Hristiyanlara geniş serbestlik tanınıyordu.
Ancak Ada'daki Rumlar, bu tavizleri de yeterli görmemeye başlamışlardı.
1887'de Doğu Rumeli olay¬larından cesaret alarak yeni ta¬vizler istemişler, bunu sağlamak için Girit İl Meclisi, halktan Osmanlı idaresine vergi ödenmemesini istemiş, Rum halkı da bu çağrıya uymuştu. İkinci Abdülhamid, Girit'e derhal olağanüstü yetkilerle bir heyet göndermiş ve Rum taleplerinin göz önüne alınarak meselenin halledilmesini istemişti. Bunun üzerine 1887'nin temmuz ayı başında Şurayı Devlet Tanzimat Dairesi Başkanı Mahmud Celaleddin Paşa başkanlığındaki bir heyet asilerle müzakereye girişmiş ve bunların taleplerini kabul etmişti. Buna göre, Girit gümrüğünün gelirinin yarısının, ada bütçesinin açığını kapatacak şekilde terk edilmesi, gümrük memurlarının çoğunlukla Rum olması ve diğer alanlarda da Rumlara daha fazla
iş verilmesi karara bağlanmıştı. Fakat tavizler, suları ancak 6 ay kadar durgunlaştırmış ardından ada da yeni kıpırdanmalar başlamıştı. Yunanistan'la birleşme taraftarları 1888'in ilk günlerinde harekete geçtiler. Girit'in Osmanlı tarafından atanan Hristiyan valisi Kostaki Antopulo Paşa'nın Vicdan adlı Türk gazetesini kapatmış bunun üzerine İstanbul'da Tarık gazetesi 11 Ocak'ta bir yazısında Vali'nin Ada'da Osmanlı Devleti aleyhine yazılar yazan Rum gazetelerini kapatmamasını eleştirmişti. 1888'in şubat ayında Rum çeteler Türk mezarlığına saldırmışlar ve Türklerin köylerini terk etmek zorunda bırakmışlardı. 3 Mayıs'ta Kostaki Antopulo Paşa azledilmiş yerine Edirne Vali Vekili olan Nikolaki Sartinsky Paşa tayin edilmiş, fakat Girit içten içe kaynamayı sürdürmüştü. Yunan Kralı'nın isim gününde Hanya'da Osmanlı makamlarının gözleri önünde büyük gösteriler yapılmış, Rum evlerine Yunan bayrakları çekilmiş ve sokaklarda toplanan Rumlar, "Yaşasın Kral George, yaşasın Yunanistan, ana¬vatan" diye sloganlar atmıştı. Osmanlı'nın yeni valisi, işlerin daha da karışması ihtimalini düşünerek, tüm bunları seyretmekle yetinmişti.
1889'a gelindiğinde, Girit Rumları isyan hareketlerine hız verdiler. 20 Mayıs 1889'da Yunanistan'la birleşme lehinde gösteriler yaptılar ve adada yer yer silahlı isyan hareketlerine giriştiler. 30 Temmuz'da hükümet Girit'e sekiz tabur asker gönderilmesine karar verdi. Hristiyan Vali Sartinsky Paşa da İstanbul'a çağrıldı yerine de Vali Vekili olarak Rıza Paşa görevlendirildi. Abdülhamid, isyanın hemen başında Girit'e asker sevkettirmemiş, büyük devletlerin ve özellikle yakın ilişkiler kurmaya özel önem verdiği Almanya'nın tepkisinden çekinmişti. Çünkü bir yıl önce Yunan veliahdı Konstantin'in Alman imparatorunun kızkardeşi Prenses Sofi ile evlenmesi kararlaştırılmış ve nişan yapılmıştı. Alman İmparatoru İkinci Giyom'un da bu yıl Atina'da yapılacak düğüne gideceği duyurulmuştu. Ayrıca Avrupa diplomasi çevrelerinde, Alman İmparatoru'nun Girit'i 'drahoma' yani düğün hediyesi olarak Yunan Kralı'na vereceği de ciddi bir şekilde konuşuluyordu. 13 Ha¬ziran 1889'da İstanbul'daki İtal¬yan sefiri, ülkesine gönderdiği bir raporunda bunun ciddi şekilde konuşulmaya başlandığını yazmış, daha sonra bir başka raporunda Almanların bunu yalanladığını eklemişti. Alman İmparatorunun Yunanistan'dan sonra İstanbul'a gelerek İkinci Abdülhamid'i ziyaret edeceği duyulunca, Abdülhamid rahatlamış ve Girit'e takviye kuvvet gönderilmesine karar vermişti. Rumların silahlı baskınları üzerine Türk halkı köylerden kaçmış, kasabalara sığınmış, geride bıraktıkları evleri de yakılmış ve bütün malları yağma edilmişti. Asker sevkiyatı sonucunda Ada'daki Türk kuvvetlerinin sayısı 35 bini bulmuş, fakat Osmanlı donanması adaya gönderilmemişti. Yunanistan ise bu askeri yığınaktan rahatsız olmuş, Yunan Başbakanı Trikupi, büyük devletlere başvurarak Ada'da Rum halkına karşı büyük bir başlatılacağını ileri sürmüş, müdahalelerini istemişti. Fa¬kat, büyük devletler, büyük bir savaşa neden olacak kıvılcımın Girit'ten çıkmasını istemiyor, bu nedenleYunan Başbakanı'nın Ada'ya donanma gönderilmesi isteğini kabul etmiyorlardı. Türk paşası yıl sonuna doğru Ada'da hakimiyeti sağlamış, isyanı geniş ölçüde söndürmüştü. Abdülhamid de 1890'da Girit'te sıkıyönetimi kaldırarak, Halepa Anlaşması'na dönmeyi kabul etmiş ve Atina'nın isteği üzerine genel af ilân etmişti. Bu aftan Osmanlı askerlerini öldürdükleri için Kandiya'daki askeri mahkemeler tarafından mahkum edilmiş Rumlar da yararlanmış,
Yu¬nanistan'a kaçmış olan Giritli ihtilâlciler de adaya dönerek yeniden faaliyetlere girişmişlerdi.
1894'te Giritli Rumlar yeniden adayı karışıklığa sürüklemişlerdi. Bunlar Müslüman Vali Turhan Paşa'yı istemediklerini, onun yerine Hristiyan vali gönderilmesini istediklerini İstanbul'a bildirmişlerdi. Abdülhamid, Girit'te yeni bir isyanın yakın olduğunu sezerek, bunu önlemek amacıyla bu isteği kabul etmiş ve eski Sisam Prensi Kara Teodori Paşa'yı vali tayin etmişti. Kara Teodori Paşa, 7 Mart'ta İstanbul'dan Girit'e hareket etmiş, fakat, bu defa da Girit'teki Türk halkı, memurlar ve jandarma bu tayine tepki göstermiş ve Rum valiye itaatsizliğe başlamıştı. Ada'daki kuvvetlere bağlı subaylar da Rum valinin emirlerini uygulamaktan çekiniyordu. Bu sırada İngiltere'de kendi kontrolleri altında "Muhtar bir Girit" yaratmak için gizli teşebbüslerde bulunmuş Yunanistan buna İstanbul nezdinde protesto etmişti. Abdülhamid, Ada'daki Türklerin tepkileri nedeniyle bu sefer Kara Teodori Paşa'yı 8 Mart 1896'da görevinden almış ve yerine Turhan Paşa'yı vali olarak göndermişti. Yanko paşa da muavini olmuştu.
Fakat Türk valinin Kandiya'ya gelişinden kısa süre sonra Rumlar ayaklandı ve isyan kısa sürede genişledi. Turhan Paşa bunun üzerine azledildi yerine Abdullah Paşa tayin edildi. Selanik'ten sevkedilen üç tabur askerle birlik¬te adaya varan yeni valinin ömrü de yalnız bir ay oldu. Büyük devletlerin Yunanistan lehindeki baskıları karşısında Abdülhamid önce Abdurrahman Paşa'yı azletti ve yerine de Hristiyan Jorj Beroviç Paşa'yı Girit'in yeni valisi olarak atadı. İstanbul'daki altı büyük devletin sefirleri aynı zamanda Abdülhamid'i Girit için bir 'Islahat Programı'na razı ettiler. Padişah, 25 Ağustos 1896'da imzaladığı bu ıslahat programıyla, büyük devletlerin yani İngiltere, Almanya, Rusya, Fransa, Avusturya ve İtalya'nın onayını aldıktan sonra beş yıl süre ile adaya bir Hristiyan vali tayin etmeyi, memurların üçte ikisinin Hristiyanlar arasından seçilmesini, memurları valinin tayin etmesini, Ada halkının seçeceği Meclis'in bütçe ve kanunlar çıkarmasını, altı devletin ada üzerinde müdahale hakkı olduğunu ve konsolosları aracılığıyla bu şartların uygulanıp uygulanmadığını kontrol etmesini kabul ediyordu. Böylece Girit, yalnız ismen Osmanlı devletine bağlı bir hale getiriliyordu. Yalnız Yunanistan bunu da kâ¬fi görmeyecek ve ertesi yıl çı¬karacağı geniş isyanla Girit'i topraklarına katmak isteyecek ve bu girişimi Türk-Yunan savaşına yol açacaktı.
1897'nin ilk aylarında Girit'i ilhak girişiminde bulunan, fakat Avrupa'nın müdahaleleriyle istediği sonuca ulaşamayan Yunanistan bu defa Tesalya sınırında
Osmanlı devletine saldırma kararı aldı. 14 Mart 1897'de seferberlik ilan eden Yunanistan'ın bu çağrısı, İstanbul'un Rum kiliselerinde de Osmanlı makamlarının hiçbir müdahalesiyle karşılaşılmadan okundu. Osmanlı ülkesindeki Rumlar gönüllü kayıtlarını yaptıktan sonra Pire'ye gitmeye başladılar. Fransa'nın İzmir konsolosu, mart ve nisan başlarında Paris'e yolladığı raporlarda, İzmir'deki Rumların çoğunun Yunan ordusu saflarında Osmanlı'ya karşı savaşmak üzere gönüllü kaydedildiklerini ve hattâ İzmir Kordonboyu'nda Osmanlıları rencide edecek gösteriler düzenlediklerini de bildiriyordu.
Kon¬solos, Yunan bayrakları ellerinde olduğu halde gösteri yapan İz¬mirli ve Midilli'den gelmiş Rum topluluklara, Osmanlı makamla¬rının herhangi bir müdahalede bulunmaktan çekindiklerini de raporunda yazıyordu. İzmir valisi Kâ¬mil paşa, devletlerin konsolosla¬rına başvurup, Rum gönüllülerinin Türkleri gücendiren bu gösterilerinin engellenmesini ondan istemişti. 9 Nisan'da Türk-Yunan sınırındaki Türk karakolları işgal edilmiş ve karakolları savunan Türk askerleri şehit edilmişti. Ancak Abdülhamid, savaştan ısrarla kaçınıyor, açık tecavüz karşısında tereddüt içinde bulunuyordu. Nihayet, 17 Nisan'da yapılan toplantıda büyük tartışmalar sonucunda savaş ilanına karar verilmişti. Kararın alınmasında Har¬biye Nazırı Rıza Paşa'nın ısrarları büyük rol oynamıştı. Başkomutanı Edhem Paşa komutasındaki Türk orduları, Yunan güçlerini birkaç gün içinde çözmüştü. 19 Nisan'dan itibaren gazeteler cephelerden gelen zafer haberlerini vermeye başlamıştı. Ni¬san sonuna kadar Tırnava, Larissa yani Yenişehir ve Tırhala işgal edilmiş, Tesalya'nın önemli bir kısmı geri alınmıştı. Atina'da panik havası baş göstermiş, Kral tahtından feragat etmek istediğini duyurmuştu. Halk, yenilgiden hanedanı sorumlu tutmuş ve yürüyüşlere başlamıştı. 27 Nisan'da Yunan hükümeti Atina'daki devletlerin temsilcilerine başvurarak müdahalelerini istemiş ve Yunanistan'ın yıkılabileceğinden bahsetmişti. Mayıs'ın ilk haftasında Türklerin ileri hareketlerinde bir duraklama görülmüştü, bunun nedeni olarak Türk ordusunun birden kaybolmasına anlam verememiş bunun bir tuzak olduğunu düşünmüş ve hemen harekete geçmemişti.
Edhem Paşa, 5 Mayıs'ta yeniden taarruza geçmiş, 7 Mayıs'ta Velestino, 8 Mayıs'ta da Volo Limanı'na ele geçirmişti. Atina, tehlikenin büyümesi karşısında geleceğini kayıtsız şartsız büyük devletlere teslim etmiş ve onların isteğine boyun eğerek Girit'e yolladığı Albay Vlassos'u, kuvvetleriyle birlikte geri çekmek zorunda kalmıştı.
8 Mayıs'ta İngiltere kraliçesi Victoria, Alman imparatoruna mesaj yollayarak, Osmanlı taarruzunun durdurulması ve ateşkes ilân edilmesi için ortak müdahale talep etti. 9 Mayıs'ta Yunan başkomutanı veliahd Konstantin'in karısı Prenses Sofi de kardeşi Alman İmparatoru'na telgraf çekerek, yardım etmesini istedi. Altı büyük devlet sefiri 12 Mayıs'ta İstanbul'da Padişah'tan Yunanistan'la masaya oturmasını talep ettiler.
Padişah, 15 Mayıs'ta Hariciye Nazırı Tevfik Paşa aracılığıyla, şartlarını bildirmişti. Buna göre, Tesalya Osmanlı'ya geri verilecek, Yunanistan 10 milyon altın lira savaş tazminatı ödeyecek, Yunan vatandaşları kapitülasyonlardan yararlanamayacaktı.
Büyükelçiler toplanmış, Tesalya'nın geri verilmesinin mümkün olmadığını, ancak sınırda ufak tefek stratejik değişiklikler yapılabileceğini, savaş tazminatı verilebileceğini ancak istenen savaş tazminatının korkunç bir rakam olduğunu, kapitülasyonlara dokunulamayacağını bunun kötü örnek teşkil edeceğini, Yunanistan'la baş başa bu konuların halledilemeyeceğini büyük devletlerin de aradan çıkarılamayacağı kararını almışlar ve bunları Padişah'a söylemişlerdi.
Fakat bu konuda yeni teşeb¬büsler olmadan, Edhem paşa kuvvetleri yeni bir taarruza gi¬rişmiş ve Avrupa gazetelerinin 'alınamaz' dedikleri ve 40 bin Yunan'ın savunduğu Dömeke kalesi, 17 Mayıs günü meydana gelen kanlı bir çarpışmadan sonra fethedilmişti. Yunan veliahdı baş¬kumandan, trenle Atina'ya kaçmış ve Yunan başkentinin yolu Osmanlı ordularına sonuna kadar açılmıştı. Ertesi günü Tevfik Paşa sefir¬lere, Abdülhamid'in barışı iste¬diğini, Osmanlı ordusuna taar¬ruzunu durdurması için emir ver¬diğini duyurmuştu. Sonunda İkinci Abdülhamid, büyük devletlerin öne sürdüğü şekilde masaya oturmuştu. Dört ay süren müzakereler sırasında Osmanlı Devleti, istediği 10 milyon harp tazminatında yarı yarıya indirime gitmiş, ancak buna da razı olmamaları üzerine 4 milyon liraya razı olmuştu. Teselya geri alınamamış, sınırda ufak iyileştirmelere razı olmuş, toplam 55 kilometrekare arazinin Osmanlı'ya geri verilmesine karar verilmişti. Kapitülasyon haklarının özüne dokunulmamış, fakat Yunan vatandaşları aley¬hinde ufak tefek değişiklikler ya¬pılmıştı. Bu şartlar altında 18 Eylül'de ön anlaşma altı devlet sefiri ile Tevfik Paşa arasında imzalanmıştı. Yunanlılar ise 4 Aralık'ta İstanbul'a gelerek anlaşmaya imza atmışlardı. İstanbul'daki altı sefir, 18 Ey¬lül Anlaşması ile Osmanlı - Yu¬nan savaşını durdurduktan sonra hemen Girit işini ele almışlardı. Girit, yılın ilk aylarından itibaren büyük devletlerin idaresi altındaydı. Donanmalarıyla adayı abluka altında bulunduran büyük devletler, Yunanistan'ın Ada'yı ilhak etmeyeceğini taahhüt ediyorlar, ancak kendilerinin hazırlayacağı şekilde bağımsız olacağını savuyorlardı. Abdülhamid, Girid'i kaybetme¬mek için çıkmış olan savaşta Os¬manlı ordusunun Yunan kuvvetlerini ağır bir mağlubiyete uğratmış olmasına rağmen, altı devletin taleplerine boyun eğmiş ve 18 Aralık'ta anlaşmayı imzalamıştı. Bu anlaşmaya göre, Girit, tarafsız bir ada ve Osmanlı İmparatorluğu içinde bağımsız olacak, yürütme gücü halk tarafından seçilmiş olan Meclis'in elinde bulunacak, 5 yıl süreyle büyük devletlerin onayı ile Padişah tarafından atanacak Hristiyan Vali kanunların yürütülmesinden sorumlu olacak, bütün vergiler adaya aktarılacak, adanın bazı noktalarına toplanmış olan Türk kuvvetleri Müslümanlara sağlanacak emniyet oranında adadan çekilecekti. Bu anlaşma, muzaffer Os¬manlı devletinin Girit'i fiilen kaybetmesi demektir. Osmanlı devleti, adanın işlerine hiç bir şekilde karışamayacak ve ayrıca kuvvetlerini de tahliye edecekti.
Bundan istanbul gazetelerinde bahsedilmez, mukavele gizli tu¬tulmuştu. Matbuat Müdürü'ne verilen emirde Girit meselesinden gazete ve dergilerde hiç bahsedilmemesi bildirilmiş, hatta sansür Girid kelimesine benzeyen sözleri, meselâ 'geride' sözünü bile kullanmaz olmuştu.
1897'deki anlaşma çerçevesinde Vali tayin etme yetkisi Osmanlı Padişahı'na verilmişken, Rusya bir yıl sonra Yunan Kralı'nın ikinci oğlu Georges'un "Girid Prensi" olarak ilan edilmesinde direniyordu, Abdülhamid Çar'a mesaj yolladı ve valinin Osmanlı vatandaşı ve Hristiyan olmasını rica etti. Ancak Çar, bu isteği kesin bir dille reddetti. Ada'daki Türklerin hali ise perişandı. Anadolu'ya ve Rumeli taraflarına göç etmek imkanı bulamayanlar, kıyılardaki birkaç limanda sıkışmış vaziyette yaşıyorlardı. Ada'da normal hayatı sağla¬rız garantisiyle gelen Avrupa devletlerine ait kuvvetlerle, savaş gemileri, silahlandırılmış Rumlara karşı bir şey yapmıyordu. Gerginlik, Eylül ayında Kandiya'da bazı karışıklıklara neden oldu. Bu olaylardan Osmanlı makamlarını sorumlu tutan büyük devletler, bir ültimatomla Girit'teki kuvvetlerini ve geri çekmesini istemişlerdi. Yabancı devletler Osmanlı Devleti'ne 48 saat süre tanımışlar, çaresiz kalan Abdülhamid baskıya boyun eğmiş ve Girit'in boşaltılması emrini vermişti. Şimdi adada Kandiya Kalesi'nde sembolik olarak sallanan Osmanlı Bayrağı'ndan başka Osmanlı varlığı kalmıyordu. Kasım ayında, adada bulunan Avrupalı devletlere ait kuvvet¬ler. Eylül ayında Kandiya'daki karışıklıklardan mesul tuttukları Türklerden ikisini kurşuna dizmişler ve Ada'nın diğer köşelerinde öldürülen yüzlerce Türk'ün katillerini ise kimse aramamıştı. Yunan prensi Georges'un Ada'ya vali olarak tayini 30 Kasım 1898'de İstanbul'a resmen bildirilmişti. Türk kuvvetlerinin çekilmesiyle birlikte Ada'daki Türkler de başta İzmir olmak üzere Anadolu'nun birçok yerine göç etmeye başlamışlardı. Sadrazam Halil Rıfat paşa, 6 Kasım'da Abdülhamid'e verdiği bir dilekçede, Rus imparatorunun mü¬dahalesi ile Yunan cephesinde savaşın durdurulduğundan bah¬setmiş ve zafer dolalısıyla Girid meselesinin Osmanlı menfaatle¬rine göre halledilmesi beklenirken, "Rusların bir dolap" çevirmeleri ile bu davanın kaybedildiğini anlatmış ve "Yunan muharebesinde kazanılan zaferden istifade ettirmemek için ne yapmak lâzım ise yaptılar. Galibiyeti, mağlubiyet şekline koyarak Girit gibi pek mühim bir adayı devletin elinden aldılar. Galiba bu gaddar hareketi, muzafferiyetin cezası saydılar" demişti.
1905'te Girit'i Yunanistan'a katmak için adada silahlı mücadele başlatan Venizelos ile taraftarları 24 Mart'ta ada içinde bir "Milli Meclis" toplamışlar ve adanın Yunanistan'a ilhak kararını ilan etmişti. Hanya'daki mec¬lis de, 20 Nisan'da toplanmış ve Yunanistan'a katılma kararı alınmıştı. Meclis salonu Yunan bayrakları ile donatılmış ve şehirde resmi dairelerden de Girid bayrağı indirilmiş ve yerine Yunan bayrakları çekilmişti. Büyük devlet¬ler, mevcut şartlar altında ilha¬kı tanımayacaklarını bildirmişler, Venizeloscu asilerden silahlarını terk etmelerini istemişler ancak red cevabı almışlardı. Silâhlı Rumlar, Mayıs'¬tan itibaren Türk köyle¬rini basmaya, Müslümanları kat¬letmeye başlamışlar, az sayıda İngiliz, Fransız, İtalyan ve Rus birlikleri durumu sadece seyretmekle yetinmişlerdi. Venizeloscuların milletlerarası kuvvete de ateş etmeleri üzerine bu kuvvetler takviye edilmiş, adaya yeniden donanma gönderilmişti. Kasım ayında silahlı asiler silahlarını teslim etmek zorunda kalmış, Yunanistan'a göç etmek iznini alarak, Yunanistan'a gitmişlerdi. 1908 yılında ise Girit Milli Meclisi üç yıl önce olduğu gibi Girit Adası'nın Yunanistan'a bağlanmasını kabul ve ilan etti. Balkan Savaşı'nda da Osmanlı Devleti yenik düşünce Girit Adası, 30 Mayıs 1913'teki Londra ve 10 Ağustos 1913'teki Bükreş Antlaşmaları'yla kesin olarak Osmanlı Devleti'nden ayrılıp Yunanistan'a bağlanmıştı.