Bundan 1600 sene önce İtalya’nın ve bütün dünyanın parlak başkenti Roma, Vizigot başbuğu Alaric’in yağmacı askerlerinin eline geçti (410 yılının 24 Ağustos). Vakıa buradan 70 yıl evvel Nea-Roma (Konstantinopolis) bugünkü İstanbul ebedi imparatorluğunun başkenti olarak ilan edilmişti. Roma’yı Vizigot sürüleri altüst etti; bu dönem sonunda klasik parlak Roma’dan pek az eser kaldı. Batıdaki Roma artık haraptı ama ebedi şehir olduğunu kanıtladı. Eskinin harabeleri, eski Roma’nın soyluları ile daha dokuz asır sefalet ve derbederlik içinde yaşasa da günün biri
nde tekrar abideleri, kiliseleri kütüphaneleri ile dirilmeye başlayacaktır.
Öte yandan 1000 yıllık durgunluğa mahkûm olan İtalya’nın Roma’sına nispet yapar gibi Marmara kıyısındaki NeaRoma büyümeye, serpilmeye başladı.Balkanlardan akıp gelen barbar sürülere karşı o direndi. Konstantin’in bugünkü Yenikapı ile Haliç arasında inşa ettiği kalın surlar Trakya’dan gelen istilacıları durdurdu.
Nihayet imparator Theodosius artık Konstantin’in ismini taşıyan şehri savunmak için bugünkü muhteşem surları inşa etti. Ta Fatih Sultan Mehmed’e kadar kimse bu surları askeri bir başarı ile geçemedi; 1204’te Haçlı sürüleri şehri askerce değil dalavere ile ele geçirdiler. Bir ölçüde 50 yıl sonra şehre geri dönen İznik’teki imparatorluğun generali Paleolog çürüyen bir Haçlı hâkimiyetini tarihin adaleti ile silmiş sayılır.
Su sıkıntısı her zaman vardı
1600 sene önce ağustos ayı bildiğimiz Roma’nın çöküntüsünün başlangıcı sayılır. Ta ki Rönesans devrinde İtalya’nın cihanı aydınlatan günleri içinde yerini alana kadar. İstanbul ise o tarihten beri önce üniversitesi, sonra Ayasofya’sı bütün Balkanları ve Rusya’yı etkileyen dini ve kültürel propagandasıyla orta şark dünyasının yeni Roma’sı oldu ve 15’inci asrın ortasında da bu saltanatını Osmanlılara devretti.
Şehrin su sıkıntısı her zaman olmuştu. Havası o kadar cazip değildir ama dünyanın en güzel şehriydi. Dantel gibi bir coğrafyada deniz ve toprak en cömert gıdaları sunuyordu. İnsanlığın sanayi çağına geçtiği dönemde İstanbul geri bir şark başkenti gibi görüldü, kendini toparladı, sanayileşen bir dünyanın değerlerine uymak için adımlar attı. Bu sefer de artan nüfus ve göç onu sarstı ve o her şeye rağmen Güney Amerika’nın Afrika ve Hindiçin’in büyük sefil metropollerinin derecesine düşmedi.
İstanbul demek direnç demektir, ümit demektir, gelecek demektir. O soylu bir şehirdir. Her zaman da soyluluğu ile kendisini yıkmaya çalışanları durduracak kitleleri bulur.
İlber Ortaylı
(Milliyet, 29.08.2010)