19 Eylül 2010 Pazar

Fethin manevi mimarı

İstanbul'un Fethi'nde zaman zaman zor durumda kalan Fatih, yaşanan moral bozukluklarını Akşemseddin'in manevi yardımlarıyla aşmıştı.

İstanbul kuşatmasına Akşemseddin, Akbıyık Sultan ve devrin diğer tanınmış şeyhleri de yüzlerce müritleriyle katılmışlardı. Akşemseddin, kuşatmanın en sıkıntılı zamanlarında gerek padişahın gerekse ordunun manevî gücünün yükseltilmesine yardımcı oldu. Akşemseddin, İkinci Mehmed'e zaferin yakın olduğu müjdesini vererek, sabredip gayret göstermesi gerektiğine dair tavsiyeleriyle kuşatmanın sürüp, fethin gerçekleşmesinde büyük rol oynadı.

AKŞEMSEDDİN'İN MANEVİ DESTEĞİ

İstanbul kuşatması sırasında Osmanlı ordusu en zor duruma 18 Nisan'da düştü. 18 Nisan'da İstanbul'a yiyecek ve yardım getiren üç Ceneviz gemisi ve bir Bizans nakliye gemisini Osmanlı donanması Yenikapı önlerinde karşıladı. Şiddetli lodosta manevra yapamayan kürekli Osmanlı gemilerini kolayca yaran yüksek bordolu Ceneviz gemileri Haliç'e girdi. Bu durum Bizanslılar arasında büyük bir sevinç, Osmanlı ordusunda ise büyük bir hüsran duygusu doğurdu. Muhalifler seslerini yükselterek kuşatmanın derhal kaldırılması gerektiğini savunmaya ve bu fikir etrafında birleşenlerin sayısı da hızla artmaya başladı. Orduda muhasarayı başarısızlığa uğratabilecek büyük bir moral bozukluğu hâkim oldu. Dönemin kaynaklarının ifadesiyle asker "fırka fırka" (parça parça) olup, "bu olay ehl-i İslâm arasına fütur ve perişânı saldı."

Oldukça zor durumda kalan İkinci Mehmed, Akşemseddin'den aldığı bir mektup sayesinde kendini toparlayıp, kuşatmaya büyük bir kararlılıkla devam etti. Akşemseddin gönderdiği bir mektubunda padişahı açık bir şekilde "hükmünü yürütmekten aciz" olmakla suçlayarak derhal gereken tedbirlerin alınmasını istedi.

Akşemseddin'in Fatih'e yol göstericiliğini ve fetihteki rolünü yansıtan olaylardan biri de 20/21 Nisan 1453'te II. Mehmed'e yazdığı bu mektuptur. Ordunun ruh hâlini ve olumsuzlukları vaktinde teşhis eden Akşemseddin, Sultan II. Mehmed'e sert ifadelerle dolu bir mektup yazdı. Fetih taraftarlarının muzaffer olacağını müjdeleyen Akşemseddin, padişahtan sert tedbirler almaktan kaçınmamasını da istedi.

SON HÜCUM

Fatih, Akşemseddin'in bu mektubundan sonra büyük bir kararlılıkla kuşatmayı sürdürdü. Ancak kuşatmanın uzaması, Avrupa'dan gelebilecek yardım yüzünden Osmanlı ordusu tekrar zor durumda kaldı. Bu sırada Venedik donanması Ege'ye gelmişti. 25 Mayıs'ta Bizans'a son kez teslim ol çağrısı yapıldı. Bizanslılar'dan şehri teslim etmek isteyenler oldu. Ancak İtalyanlar buna şiddetle karşı çıktılar. Bu sırada Macarlar'ın yardıma geldiği haberleri Osmanlı ordusunun moralini bozmuştu. Tehlike büyüktü. Veziriazam Çandarlı Halil Paşa, baştan beri savunduğu kuşatmayı kaldırma fikrinde ısrar etti. Ancak Zağanos Paşa, Şehabeddin Paşa, Turahan Bey ve Akşemseddin saldırıya devam edilmesi gerektiğini söylediler. Büyük bir saldırıya geçilmesi için karar alındı. 29 Mayıs'ta yapılan son hücumda İstanbul fethedilmiş, İkinci Mehmed ve Türk ordusu Peygamberimiz'in müjdesine nail olmuştu.

AKŞEMSEDDİN'İN MEKTUBU

İstanbul kuşatmasının dönüm noktası olan mektupta Akşemseddin şunları yazmıştı:

"...Bu hadise gemi ehlinden oldu. Kalbime büyük kırıklık ve üzüntü getirdi. Bir fırsat görünüyordu. Fakat bu hadise o fırsatı ortadan kaldırdı. Yeni gelişmeler oldu. Birincisi, kâfirler rahatladı, sevince boğuldu, moral buldu. İkincisi, sizin görüşünüzün eksik, hükmünüzün ve kararlarınızın isabetsiz, sözünüzün tesirsiz olduğu görüşü kuvvet kazandı. Üçüncüsü, dualarımızın kabul olmadığı, müjdemizin geçersiz olduğu ifade edilir oldu. Bu bakımdan bu hadise, bunun gibi pek çok mahzurlar doğurdu.

Şimdi yumuşaklık ve merhamet gerekmez. Bu hususta kusuru görülenler, fethe muhalif olanlar tespit edilip, bunlar görevden azil dâhil gereken en şiddetli ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer bunlar yapılmazsa kaleye yeni bir hücuma kalkışıldığında, hendeklerin doldurulmasına karar verildiğinde gevşeklik gösterilecektir. Bilirsiniz, bunlar zordan anlayan Müslüman'dır. Allah için canını, başını ortaya koyan azdır. Meğer bir ganimet göreler, canlarını dünya için ateşe atarlar.

Şimdi sizin yapmanız gereken bütün gücünüzle, fiilen, emirle, hükümlerinizle, sözünüzle işe sarılmanız, gayret göstermenizdir. Bu tür görevler, gerektiğinde merhameti ve yumuşaklığı az, şiddet kullanabilecek, zora başvurabilecek kimselere verilmelidir. Bu hem geçmişteki uygulamalara hem de dine uygundur. Allah şöyle buyuruyor: "Ey şanlı Peygamber! Kâfirlerle, münafıklarla sonuna kadar savaş ve onlara karşı sert ol, yumuşak davranma. Onların varacakları yer cehennemdir ki, orası varılacak ne kötü yerdir."

Bir acayip hal oldu. Üzgün bir halde otururken, Sâdâtın büyüğü, Câfer-i Sâdık'ın işareti üzerine Kur'an'ı Kerim üzerinde mütalaada bulunurken şu âyete rastladım: "Allah münafıklara ve kâfirlere ebedi olarak cehennem ateşini vadetti. O, onlara yeter. Allah onları rahmetinin sahasından uzaklaştırdı. Onlar için devamlı azap vardır."

Bu ayete göre, bu işte gayret sarf etmeyenler de, senin emrine uymayanlar da Müslüman değildir. Bunlar münafık hükmünde olup, kâfirlerle cehennemde beraber olacaklardır.

İşlerini daha sıkı tutmandan ve sert davranmandan başka çare olmadığı anlaşıldı. Sonuçta, Allah'ın yardımıyla biz buradan utanan ve gücenen değil, ferahlayan, mansur (yardım edilen) ve muzaffer olarak dönen oluruz. İmdi, "kul tedbiri alır, takdiri Allah'a bırakır" hükmü her zaman geçerlidir. Neticede başarı Allah'tandır. Ama elden gelen bütün gayret sarf edilmelidir. Allah Resulü ve ashabının sünneti de budur.

Hüzünlü bir halde iken biraz Kur'an okuyup yattığımda, birtakım lütuflara, müjdelere mazhar oldum ve teselli buldum.

Bu söylediklerim sana boş söz gibi gelmesin. Gereğini yapasın. Söylediklerim tamamen sizi sevdiğimizdendir.
"

Erhan Afyoncu
(Bugün, 30.05.2010)